Pablo Serdar Hakyemezoğlu (5. BÖlüm)

Akşama doğru demir kapı kilidinin açılırken çıkardığı şakırtı sesleri koğuşlara kadar ulaştı. Yeni bir hasta gelecek, sanırım. Gürültü ve konuşmalardan yeni hastanın yandaki koğuşa yerleştiğini anladım. Biraz sonra bizim koğuştan iki hasta eşyalarını toplayıp sevinç içinde yan koğuşa taşındı. Yeni gelen hasta tanıdıkları mı acaba? 

Akşam yemeğinde yeni geleni seçmeye çalıştım ama oturanlar arasında yeni bir yüz göremedim. Bu arada bir iki hastayla konuşmam da oldu. Dün akşam beni parçalamaya hazır olan bu çocuklar benimle dostça söyleşiyorlar. Ben de küskünlük tutacak değilim. Köy çocuğuyum ben. Bir tek savcı rolündeki orospu çocuğunu bağışlamayacağım, mahkeme piyesinden önce gördüğümü bile  anımsamıyorum. Bir insan tanımadığı birini idamını isteme bahanesiyle dövdürmek için nasıl bu kadar öfke duyar? Onun/onların başkalarına duyduğu öfkeyi ete kemiğe büründürebilmek için elinin/ellerinin altındaki tek kişiydim ben. Ama öfkelerini içlerinde bıraktım. 

Yemekten sonra sigara içerken hastaların konuşmalarına kulak kabarttım. Yeni gelen yerel uyuşturucu şeflerinden biriymiş. Zincirde çok önemli bir yerde olamaz. Güçlü bir baron olsa burada olmazdı. Olsa olsa rapor alarak askerlikten kurtulmaya çalışan küçük dağıtıcılardan biridir. Büyük olsa zaten işini çok daha yukarıdan bitirebilirdi.

O gece sakin geçti. Artık çok daha rahatım, korkularım azaldı. Kesintisiz bir uyku çektim. Kahvaltıda birçok hasta ile tanıştım. Bir tanesi aynı vadiden bize çok yakın olan bir köyden çıktı. Askerlikte olduğu gibi burada da insan hemşerisini görünce memleketine kavuşmuş gibi oluyor. Birlikte koridorun bir köşesine çekildik. Ortak tanıdıklarımız çıktı. İkimizin de çok iyi bildiği yerleri birbirimize yeniden anlattıkça köyümüze dönmüş gibi hissediyoruz. Adı Lexas, uyuşturucu şefinin kaldığı koğuşta kalıyor. Şef için üç yatağın birleştirildiğini, şefin sürekli bu yatakların üstünde oturduğunu, koğuşta kalan hastalardan ikisini hizmetçi seçtiğini, yemeklerinin ayağına geldiğini öğreniyorum. Bu adamların hepsi aynı. Güç ve itibar onların yaşam amacı. Bu boktan çukurda bile güç ve itibar gösterisi onu ayakta tutuyor.

O gece Pablo’yu getirdiler. Gece saat 11 gibi uykuya hazırlanırken demir kapının önünden çığlık ve itiş kakış sesleri yükseldi. Bir yerlere vuruluyor, birisi kendisini yerden yere atıyor. En çok da, “sakin ol Pablo” bağırışını duyuyoruz. Üç beş hasta demir kapıya doğru seğirtiyoruz. Nöbetçi asker demir kapıyı açmış, yaşlı bir adamla birlikte, çılgın gibi çırpınan, bağıran ve kafasını duvarlara vurmaya çalışan bir genci tutmaya çalışıyorlar. Ama çabaları yetersiz kalıyor. Bizim köyde deli gücü derler buna. Hemen yardıma koşuyoruz. Artık kendime güvenim iyice yerine gelmiş durumda. Zaten askerlikten önce pısırık biri değildim ben. O yanımda vurulan çocuğun dağılan yüzünü görmesem, belki de hiç buralara uğramayacaktı yolum.

Demir kapının önünde asker ve babayla birlikte altı kişiyiz, Pablo’yu durdurmaya gücümüz yetmiyor. Çocuğu demir kapıdan girince hemen sağda yer alan, dört yataklı demir parmaklıklı hücreleden birine sokmaya çalışıyoruz. Pablo giriş kapısının demir parmaklıklarını iki yandan iki eliyle kavramış, bırakmıyor. Nihayet elinde dolu bir şırıngayla, beyaz gömlekli bir hastabakıcı  aramıza karışıyor.

Pablo direnirken hepimize ufak tefek hasarlar verse de, sonunda hastabakıcının denk getirip sapladığı iğneyle gözleri kapandı. Yatağın birine yatırırken parmağımı sıkı sıkı kavramıştı. Ona öylesine üzülmüştüm ki, parmağımı elinden almak istemedim. İğneyle derin uykuya dalarken, çaresizlikle son tutunduğu daldı, serçe parmağım. Hem tombul yanaklı erkek kardeşime ne kadar benziyordu. Terden sırılsıklam olmuş alnına düşen mısır püskülü saçlarını elimle okşarken, askere kapıyı kapatmasını işaret ettim. O da bunu bekliyormuş gibi, hemen hücre kapısını arkasından kilitledi, arkasını dönüp koridorda kayboldu. Pablo’yu rahatsız etmemeye çalışarak yanındaki yatağa uzandım. Serçe parmağım yumruğunun içindeyken, hücrenin badanasız tavanını izlemeye başladım. Tavan bir sinema perdesi gibiydi. Köyümü, nişanlı mı, anne ve babamı, kardeşlerimi düşüne düşüne ben de uyumuşum.

Sabah Pablo’dan önce uyandım. Parmağım hala Pablo’nun elindeydi. Onu uyandırmamaya çalışarak yavaşça parmağımı kurtardım. Acaba uyandığında dün geceki gibi mi olacaktı? Öyle olursa tek başıma baş edebilecek miydim? Ama içimde güzel bir duygu vardı. Kardeşime çok benzeyen bu çocuğa ne olursa olsun, yardımcı olmak istiyordum.

Pablo iki saat daha uyanmadı. Onu uyandırmamak için kahvaltı saatini de kaçırdım. Asker sanki hücrede kimse yokmuş gibi, bir kez bile bakmaya gelmedi. Gelseydi, en azından bir ekmek parçası isteyecektim. Ne yapalım, bu gün de böyle oluversin.

Pablo uyandığında gözlerinde korku vardı. Şaşkın bakışlarla hücreyi araştırdı. Sonra gözleri bana takılı kaldı.
-Korkma, dedim. Burada güvendesin. Dün gece baban getirdi seni. Burada seninle kaldım. Burası askeri hastane. Ben de burada kalıyorum. Korkulacak hiçbir şey yok.

Verilen ağır sakinleştirici ilacın da etkisiyle tepkisizdi. Ama gözlerindeki kafese takılmış bir hayvanın bakışlarına benzeyen, çaresiz ve korku dolu bakışları eksilmedi. Ben elimden geldiğince, onu rahatlatacak şekilde yavaş yavaş konuşmayı sürdürdüm.
-Pablo, baban giderken seni bana emanet etti. Şimdi sen iyice dinlendiğin zaman, birlikte buradan çıkacağız. Koğuşumuza gideceğiz. Benim yatağımın yanındaki yatağı sana ayarlayacağız. Burada komutan, çavuş hiç kimse yok. Herkes bizim gibi hasta. Sadece dinleneceksin.

Dudakları hafifçe kıpırdadı. Bir şeyler söylemek istediği belliydi. İlk sözlerinin ne olacağını merak ediyordum.
-Burada beni dövecekler mi?

Lanet olsun. Şu koğuşlarda yatan çocukların en az yarısı dayak yüzünden burada. Gözlerim doluyor. Ağlama krizlerimden yeni kurtulmuşum.  Bir yenisine başlamamak için bütün gücümle direniyorum. 

DEVAM EDECEK

6. BÖLÜMÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

Serdar Hakyemezoğlu
1

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

Bir cevap yazın