Pinokyo’nun Kuzeni Nurcan Öçal

PİNOKYO’NUN KUZENİ

Öğretmen masasıydık. Daha yeni gıcır gıcır, üç tane masa; yapımdan yeni çıkmıştık, el emeği göz nuruyduk yani. Fabrikada yapılmamıştık, sıradan değildik. Gideceğimiz okulun bir velisi marangozdu, kayıt parası yerine üç tane öğretmen masası yaparım demişti müdüre ve sözünde durmuştu. Çok eski bir öğretmen masasını örnek olarak vermişti müdür, ustaya. Sonradan yakılacak odun olması için de geri gelmese de olur demişti. Ustamız da biz üçümüzü, eski öğretmen masasına bakarak kısa sürede bitirmişti, bazı güzel eklemeler yaparak…

Eski masayı incelerken çekmecenin birinde bir kağıt bulmuştu arkada sıkışmış bir durumda. Buruş buruş olmuş kağıtta bir öğretmenin gelir gider masraf listesi varmış meğer. Usta bir elindeki listeye baktı, bir karşısında merakla onu gözleyen çırağına baktı ve oğlum, bizden beter durumda olanlar da varmış baksana senelerce okumuş gelir ile gider arasındaki uçurum kapanacak gibi değil. Bu listeye göre durumumuza şükretmemiz gerek.

Ben de bu arada diğer iki masa arkadaşıma baktım, bizim gelir giderimiz ne acaba gibilerinden ama onlar hiç bir şey duymuyorlardı ve tabii bu yüzden anlamıyorlardı. O zaman ayırdına vardım, insanları ben duyabiliyordum sadece. Sanırım Pinokyo’nun kuzeniydim. Acaba insanlar beni duyorlar mı diye düşündüm ve bir iki ses denemesi yaptım, usta ile çırak hiç tepki vermedi. Anlaşılan sadece duyuyordum, belki zamanla sesim de çıkardı, belki de Pinokyo gibi yalan söylememek değil de başka bir şey yapmam gerekti anlaşılabilmem ya da konuşabilmem, belki de hareket edebilmek için, bakalım göreceğim.

Sonunda gideceğimiz okula götürülmek üzere ustanın kamyonetine yüklendik. Ustam çırağı dükkanda bıraktığı için, okulun bahçesinde masaları içeriye taşıyacak yardımcı aradı ama bulamadı bir türlü. Öğrencilere baktı bir umut ama onlar da o kadar küçüklerdi ki kıyamadı. Sonunda müdüre giderek yardım istedi. Bu arada yine kayıt parası yerine beş tane sınıf kapısı yapmaya söz veren, bizim ustanın arkadaşı da geldi ve hep birlikte masaları ve kapıları yerlerine taşıdılar. Artık eskiyinceye kadar duracağımız sınıflara yerleşmiştik, o kadar heyecanlanmıştım ki, bakalım neler görecek, neler öğrenecektim?

Çocuklar hemen çevremi sardılar, sağıma soluma baktılar, çekmecelerimi açıp kapadılar merakla. Ne kadar gürültü yapıyorlardı ama onların sesleri çok hoşuma gitmişti, işlikte hızar makinesinden, çekiç seslerinden iyice bıkmıştım hani. Seslerden ikisini tanıdım sanki. Bunlar ustanın biri kız biri oğlan Ali ve Aliye adlı ikizleriydi, arada bir babalarının yanına gelir bıcır bıcır konuşurlardı, ben de onları hayretle dinler, olduğum yerde gıcırdardım. Ben bunları düşünürken bir anda sesler kesildi, içeriye öğretmen girmişti. Öğretmen, önce oturun bakim çocuklar dedi ve gözü bana takıldı. Ben de ona dikkatle bakıyordum. Mesleğinde yeni olduğu hemen anlaşılıyordu, sanki eli ayağı titriyordu, haklıydı benim de hareket etme şansım olsa ben de titrerdim doğrusu, yeni bir yerde olmaktan dolayı. Şöyle bir çevremde dolaştı ilgiyle, çocuklara baktı gözleri parlayarak, sizinle tanışacağız çocuklar ama anlaşılan masamız yeni gelmiş, siz Türkçe Kitabınızın 10. sayfasındaki Pinokyo’yu okumaya başlayın, ben masayı düzenleyip, size katılacağım dedi.

Öğretmeni hemen sevdim, baksanıza eğitmeye akrabalarımdan başlamıştı. Amacı çocukların karşısında biraz heyecanını yenmek, zaman kazanmaktı sanırım. Özenle kitaplarını, defterlerini, çekmecelerimi de temizleyerek yerleştirdi. Bu arada öğrencileri kitap okumaktan çok, yeni öğretmenlerini süzüyorlardı.

Sonunda tanışma aşamasına gelmiştik. Gelmiştik diyorum, çünkü ben de öğretmenimi ve öğrencilerimi tanımaya çalışıyordum. Tabii ben öğretmenden 2-0 öndeydim, ikizleri tanıyordum yaa. Öğretmen her birinin adını ve belli başlı özelliklerini öğrendikten sonra, zamanla birbirimizi daha iyi tanıyacağız çocuklar, şimdi biraz da ders yapalım, dersimizi kaynatmak yok dedi ve yapılan plana göre derse başladı, çocukların dersi kaynatma düşü son bulmuştu ama sonra gördükleri ders de o kadar zevkli geçmişti ki tüm çocuklar şaşırdı ve öğretmenlerini daha ilk günden çok sevdiler. Bunun nedenlerinden biri de anladığım kadarıyla öğretmenlerinin de onları sevmesi, onları çocukmuş gibi değil de büyük insan yerine koyması, sırası geldiğinde de kendisinin de çocuklar gibi davranmasıydı. Zaten aralarında kaç yaş fark vardı ki?

Çocukların şaşırdığı, benim yeni yeni öğrendiğim yenilikler yapıyordu 4/B sınıfının öğretmeni. Örneğin, çekmecemde bolca kalem, kalemtraş, silgi, peçete, yara bandı bulunduruyordu, gereksinimi olan çocuklarına vermek üzere. Başka bir çekmecemde iğne, renk renk iplik vardı çekişen öğrencilerin yırtılan giysilerini dikmek için ama zamanla didişen öğrenci o kadar azaldı ki iğne durduğu yerde paslanmaya başladı. Beslenme saatlerini eğlenceli duruma getirdi örneğin. Ben bir şey yemediğim için bu etkinliğe katılamıyordum ne yazık ki! Çocuklar demişti, çok eskiden Yerli Malları Haftası yapılırmış senede bir hafta. Biz bunu her güne çeviriyoruz ve evden getirilen yiyecekleri sınıfta paylaşıyoruz. Böylece herkes her şeyden yiyebilecek. Bunu yapmakla o gün yiyecek getiremeyen ya da az getiren veya çok getiren çocuklara paylaşmayı öğretiyordu.

Çocuklar beslenme saatlerini iple çekiyorlardı, nasıl çekmesinler her biri her gün aynı şeyleri yemektense, değişik besinler yeme şansını yakalamışlardı. Ama benim asıl hoşuma giden, öğretmenimin öğrencilerime okumayı sevdirmesiydi. Önce hangi çocuğun hangi konuları sevdiğini belirledi. Örneğin bir grup çocuk uzay öykülerini seviyordu, bir başka grup hayvan öykülerini ya da bir başka grup gülmeceli kitapları seviyordu. Bunları listeleyerek çekmeceme koydu, gerekli düzenlemeleri yaptı. Listeye göre çocuklara kitapları dağıtmaya başladı. Önce sınıftaki, sonra okuldaki kitapları bitirdiler. Yetmedi okullarına yakın kütüphaneye üye yaptı çocukları ve oradaki kitapları da bir güzel yuttular, artık okumayı iyice seven çocuklar. Kitaptaki konuları severek okudukları için, hepsi bir anda kitap kurdu olmuşlardı. Ayrıca kitap sahibi olmak isteyenler de satın aldı ve aralarında anlaşarak kitap değiş tokuşu bile yaptılar. İsteyenler evlerine küçük bir kitaplık yaptı. Hatta çoğu beni yapan ustanın elinden çıktı. En büyüğünü de ustam kendi çocukları Ali ile Aliye’ye yaptı. Tabii bu arada etkinliklere katılmayan uyumsuz çocuklar çıkıyordu, bunun nedeninin çocuğun velisi olduğunu anlayan bizim genç ama başarılı, azimli öğretmenimiz anne babalara, kitap okumanın, paylaşmanın, iyi geçinmenin yararlarını bin bir cümle kurarak anlatıyor, velileri inandırıncaya kadar uğraşıyordu. Zamanla zor da olsa başarmıştı, öğrencilerini çalışkan, öğrenmeyi seven bireyler yapmayı.

Evet, ben kuzenim Pinokyo gibi canlanarak çocuk olmamıştım ama öğretmen masası olarak, güzel öğretmenlerin elinden güzel, aydın, umutlu, mutlu, gülümseyen çocukların yetiştiğini görme şansını elde etmiştim. Daha ne isteyecektim? Yaşasındı ömrünü gerçek eğitime veren gerçek, aydın öğretmenler. Yaşasındı, bu aydın öğretmenlerin bilgi kaynağını sonuna kadar sindiren öğrenciler. Yaşasındı öğrenmek ve öğretmek, bu güzel olaylara şahit olmak.

NURCAN YÜKSEL ÖÇAL
14.01.2023

Yazarımızın BARET öyküsünü dergimizden okumak için tıklayınız. 

Nurcan Yüksel Öçal
6

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

Bir cevap yazın