Şantiyede Yaşam Ayhan Çakmak

Bu yazıyı birçok görevle çalıştığım şantiyelerdeki gözlemlerimi aktarmak için kaleme aldım…

1

Durulduğu zamanları olur insanın, yorulduğu zamanları olduğu gibi, ama ömür götüren kırıldığı zamanlardır.” demiş MEVLANA…

İnsan insana, ama İNSAN İNSANA gerekli…

 ‘’ Tozun, toprağın ve çamurun içerisinde, sürekli bir devinim halinde geçen; koruyucu giysiler eşliğinde yaşanan, çok dikkatli olmanızı gerektiren “tehlikeli ve yasakları” olan bir yaşamdır şantiye…’’

Bu yaşam bir alışkanlık, bağımlılık yapan, bir kere şantiye tozunu solumakla kolay kolay bırakılamayan bir yaşam biçimidir… Sosyal yaşamdan tamamen soyutlandığınız sabah erken saatlerde dağın tepesinde, şehir merkezinden uzakta bir yerleşim noktasında başlayıp gece geç vakitler de biten yaşam şekli…

Yazın toz… Kışın çamur içerisinde geçen bir yaşam mücadelesi…

 Alınan para karşılığı çekilen çile… An gelir ‘’ Benim ne işim var burada ile başlayan küfürleri sıralarsın ardı ardına…’’

Kimisi okuyamadığı okula, kimisi de okuduğu okula küfrederek keşkeler ( Çay Ocağı, Bir Büfe Çalıştırsaydım vs.) zincirlerini yaşan hayal gücü yüksek olan insanlar topluluğudur şantiye…

Her sabah o yataktan kalktığında bu şantiye son dediği yerdir içinden… Çünkü taşeronu ayrı sıkıntı, işçisi ayrı, malzemecisi, betoncusu, patronu, şefi…

Üzerinizde sürekli baskı, yetişmesi gereken imalat, iş planında oluşan ve önceden planlanması mümkün olmayan, idari ve teknik kadrodan bağımsız aksaklıklar, hak ediş, uykusuzluk ve yorgunluk yüzünden gergin bir ruh yapısı ile mücadele verip durursun…

Planlama tam saatinde olmak üzere devam etmiştir… Kalıp yetişmiştir… Beton siparişi verilir… Gece saat 21.00 beton gelecek diye ekler durursun Beton Santralinde oluşan arıza yüzünden… İnatla beklersin, her şey yolunda gitsin diye. Soğuktan gözyaşı dökerek uzaktaki bir sevgiliyi bekler gibi beton mikseri beklersin… Telefon trafiği içerisinde gece yarısı olur… Önceki sabah da 4’e kadar beton dökmüşsündür oysa uyku haramdır sana… Soğuktan gözyaşı döküp de beklenen sevgilinin gelmediği yerdir şantiye…

Sabırları zorlayan, çileli bir çalışma hayatıdır şantiyecilik…

Ve en önemlisi bir mühendisin okulda öğrendiklerinin çalışma hayatında hiçbir işe yaramadığını, hızlı düşünüp çabuk karar vermeyi… Gerçek yüzünü saklayıp her gün değişik maske ile çalışmayı, işten adam atmayı… Her türlü insanın çalıştığı iş yerinde insan psikolojisini anladıktan sonra ‘’insan sarrafı ‘’olabileceğini ve istediğini yaptırabileceğini, bu pratik bilgilerini geliştiremeyenlerin yok olacağını öğrendiği bir yerdir şantiye…

2

Hayat denen bir sözcüğün içerisinden geçiyoruz ya. Ufacık bir sözcüğün… Yaprak gibi suyun akışına kapılmışçasına, bazen bir kuş gibi özgürcesine… Bazen de tuzağa düşmüş bir hayvancasına…

İşçi isen çilen kamp bölgesinden başlar; ortak kullanılan WC, duş mahallerinde oluşan kuyruklar, yemekhanelerdeki temizlik durumu, koğuşlardaki şartlar Şantiye Koşullarının insafına kalmış… Beton dökmüş bir insanın duş alacağım diye kuyrukta beklerken sıcak suyun bittiğinin haberini alması gibi…

Emeği sömüren en baş yaratıklardan biridir bu sistem; işçiyi robot gören, bütün haklarını elinden alan, iş kalitesini ve işçi ücretlerini düşüren, işçinin yasal haklarını elinden alıp köle haline getiren bir sistemdir…

Şu anda inşaat sektöründe sigortasız işçi çalıştırmama kuralı ciddi anlamda eksiksiz işliyor… Bu konuda ciddi önlemler alınmış durumda… Öte yandan diğer büyük sorun da işçilerin kendi canını önemsememesi. Hep “bana bir şey olmaz, yıllardır bu işi yapıyorum” sözüyle karşılaşırsınız sürekli… İnsanın kendi çanını önemsemediği “ Yaşımı sorma bana. Yaşamadım ki…” diyen genç bir neslin bulunduğu bir düzendir şantiyecilik…

Özellikle iş güvenliğine yeterince önem verilmeyen şantiyelerde özellikle de kalıp kontrolü yapmak zorundaysanız, kalıba tırmanırken düşmeniz veya olmadık yerden çıkan paslı bir çivi yüzünden tetanos aşısı olmanız da olasıdır. Bu tehlikeler içinde yaşarken sürekli bu tehlikeleri hiçe saymanız ve önemsemeniz normal davranışınız haline geldiği yerdir şantiye…

İş beklemez ve ertelenmez mantığı ile sahaya inildiğinde çalışan işçinin bir insan olduğu unutulur ve robotmuş gibi imalat yapılması istenir. Bir Bayram tatili oluncaya dek aralıksız çalışma günleri, uzayıp giden mesai saatlerinin olduğu zamanın değerinin olmadığı bir yerdir şantiyecilik…

Sürekli çılgınlar gibi taş üstüne taş koyup yapılan konutlar, kurumlar, gökdelenler… Ve bunların bir an önce bitmesini isteyen patronlar, ev sahipleri, seçim yatırımı olarak gören resmi yetkililer… Sen, ben, o… Beklemeyi bilmeyen insanlar topluluğunun bir arada olduğu bir yerdir şantiye…

Nasıl mı? En basitinden evimizin önünde küçük bir kazı çalışması olduğunda bir an önce bitse de kurtulsak diyoruz… Dayanamıyoruz iş makinalarının çıkarttığı o seslere. Aynı mantıkla yetkililer de, o işçilerin insan olduğunu unutup aynı uygulamalara sürekli imalat yapıp iş çıkarmaya mahkûm bir “köle” sisteminin devam ettiği bir yerdir şantiyecilik…

3

Yaşamak mı?

Bir sevdaya yetmeyecek kadar bir nefesliktir. Doymayacak kadar hep özlem ile anmaktır; anıları ve geleceğe dair ürkek düşüncelerin gezintisidir…

Yaşamak…

Bir bakışa aldanmak için bir ömür gerçeği aramaktır.

An gelir, iyi ki bu işi yapıyorum dersiniz… Bir şeyleri yoktan var etmek denemese de, kağıt üzerinde çizilmiş olan çizgilerden bir yapıyı oluşturmak, içinde belki nice zorluklarla alacak kişilerin evini, çocuklarıyla huzurla yaşayarak yuvaya dönüştürmesine neden olmak güzel bir şeydir diye düşünürsün duygusal anlarımızda kendimize moral vermenin ve mutlu olmanın yolu bu sözcükle ilişkilidir… An gelir, gün bitiminde demli bir çaydır mutluluk, hayatta kaldığına sevinmektir, yorgunluktan bitkin düşmektir… Her şeyden önemlisi ‘’Bugün de yaşıyorum, darısı yarına ‘’ deyip o günü bitirmektir şantiyecilik…

Sabah olunca bir ekmeği bölüp ekmek arası peynir yiyebilmektir, geciken beton arasında tütün sarıp içebilmektir şakalaşarak… Bu iş asla bitmez diyenlere bir anda herkesin birlik olmasıyla nasıl bitirildiğini gösterip, farklı bir mutluluk ve kıvanç duyabilmektir ekibinle birlikte… Şantiyecilik dayanışmadır aslında başarabilirseniz…

Tüm ülkenin bir Bayram Tatili yaşadığı günlerde çalışmaya devam edip sabah kahvaltısında sucuklu yumurta görünce sevinçten yiyemeyecek kıvama getiren… Biraz fazla alıp odaya götürsem de sonra yerim midem bayram eder hayalimsi düşünceye dalarsın… Ama nerede ısıtacağını düşünüp bu hayalinden vazgeçtiğin yerdir şantiye…

Şantiye de yaşam zordur hem de çok zordur… Ama alışırsın, alıştığın tek şey her gün ettiğin küfürlerdir aslında… Gelmişine geçmişine, buraya getiren otobüsün tekerleğine diyerek devam edersin…

4.

Yalnızlık veya yalnız kalma, bir insanın boşluk duygusuyla karışık kendini dünyadan kopmuş çaresiz hissetme duygusudur. Yalnızlık, arkadaş eksikliğinden veya başkalarıyla birlikte olma arzusundan daha da öteye giden bir duygudur. …

Bazen insanlar bilinçli olarak tek başına kalmayı tercih ederler ve yalnız olmaktan zevk aldıklarını düşündükleri içindir bu.  

İnsanların psikolojisini ele alıp güzel bir moral verirsin… Ama o gün akşam oluncaya dek sürecek moral düzetme olduğunun farkına vardığın döngüsel bir yerdir şantiye… Hiç bitmez verişlerin… Sana kim moral verecek diye beklentinin çıkmazına girmek kaçınılmazdır artık…

O kadar değişken insanların bir arada olmasıdır karmaşık ve ilginç bir yer yapan… O kadar insan; kimi akıllı, kimi ise gerçekten neden orada olduğunu bile bilmeyen… Bu mesleğinden başka bir mesleğinin olmadığını bilen insanlar…

Bu yüzden oradaki her şey sana bağlıdır aslında yol göstermek gibi…

Sosyal yaşamında uğraşmadığın her şey o karmaşık ve ilginç ortamda senin sorunundur artık. Parmağı kesilen yanına koşar doktor olursun, kamyoncu mal getirir yılların nakliyatçısı olursun, yol parası biter adamın, yol parası ister abisi olursun, yol göstermeye çalışmaktan saçların beyazlar öğretmen olursun… Rapor Olursun… Hak Ediş Olursun… Maliyet Analizi Olursun… Kendin Olmadığın Kadar Her Şey Olursun…

Şantiye hayatı zordur hem de çok zordur ama alışırsın, alıştığın şey her gün ettiğin küfürlerdir aslında… İnsanın psikolojisini alır bir temiz elden geçirip yerine monte eder. Her gün özendiğin o takım elbiseli, öğlen elinde kahve bardağıyla gezen, bir sürü kadın, erkek bir arada çalışmanın verdiği sosyal adam olmadığını, olamayacağını sindirmeye başlarsın yavaşça…

Zordur şantiye yaşamı bir o kadar da garip; çok fazla adam tanırsın hatta telefon rehberine bakarsın yarısını hatırlamazsın bile… Aradan zaman geçer işsiz kalmıştır seni arar tanımazsın… ‘’Ayhan Bey beni hatırladın mı? ‘’ diye sorar… İnsan Kalbini kırmamak için ‘’ Bu ses hiç yabancı gelmedi ‘’ diyerek kendini tanıtmasını sağlarsın…

Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve sert geçen bir konteynerde geçen ömrün ve yarılanma süresi en hızlı elementten daha hızlı bir değişime uğradığı yerdir şantiye…

5

 İnsanların içinde acıyan bir yer vardır, kimseye tam burası diyemezler.

Ama…

Birbirlerine verebilecekleri en büyük acıyı, konuşmaları gereken vakitlerde susmayı tercih ederek verirler…

Yaşamla aralarında ince bir pamuk ipliği var. Her şeyi görmelerine ve anlamalarına rağmen kopar diye korktuklarından susuyorlar…

Büyümek istemiyor insanlar… Büyüdükçe insanlar az gülüyor, yaşam şartlarının altında eziliyor ve gülmeyi unutuyorlar…

Çocuk olmanın en güzel yanı istediğiniz zaman ağlayabilmektir…  

İş bitiminde eve gitmediğiniz için güzel bir ev yemeğinin özlemini çektiğiniz… Üste başa bir giysi almayı düşünmediğiniz. İşçi iseniz bir koğuşu 8 kişiyle paylaştığınız… Ayak kokusu ve ter kokusundan eziyet çekildiği ve zamanla burnunuzun kanıksadığı…

“Şef kaçak çay yaptık gel” ile başlayan akşam davetleri gitmezsen ertesi gün surat asılacağını bilmen gerçeği ile sonlanır… Bütün gün doğru iş yapmanın, yorulmanın ve acıkmanın verdiği hislerle değişir o akşamki sempatik davete gitmen…

Yaşamayanın bilmediği yıpratıcı bir ortamda yaşamaktır şantiye…

Düzen, plan, program varmış gibi görünür.  Çizme ile betonun içerisine girdiğini gördüğün gün sistemin olmadığını anladığın yerdir şantiye…

Güneşten rengi solmuş giysiler, çamurlu botlar, çamurları kurumuş, tozdan renkleri solmuş botlar, ıslak ayakkabılar ve soğuktan çatlamış ve yara dökmüş dudaklardır bir bardak çayın yanında gündüzleri…

‘’İşçi tuvaletlerinin çok kötü olduğu, piyasanın altında bir ederle yemek ihalesini alan taşeronun yemeklerinin kötü olduğu…  ‘’Biz de aynı yemeği yiyiyoruz’’ deseniz de üstüne alınan olmadığı. Kimsenin rahatını bozmadığı… Bir zaman sonra da senin çıldırdığın ve dönen çarkın seni öğüttüğünü gördüğün yerdir şantiye…

Şantiye hayatının güzel yanları hiç mi yok? Bir kaç tane var. Sevdiklerinizden uzakta asosyal bir hayat sürmek zorunda kaldığınız, elinizdeki tek sosyalleşme olanağının sosyal medya olduğu…

Belki de en güzeli, ortaya çıkan kocaman bir yapıya bakarak bir şeyler yaratabildiğinizi, ortaya çıkarabildiğinizi… Özgüven kazandığınız hem de vücudunuzun her yöresinde…

Bilginin ve pratik çözümün sonu olmadığını, “amele” deyip geçilen insanların aslında ne çok şey bilebileceğini deneyimleyerek öğrendiğiniz…

Zor şartlarda, tepede güneş varken ve fırtına ile birlikte tipiye çeviren kar yağışı olduğunda çalışmanın ne demek olduğunu öğrendiğin yerdir şantiye…

Adam olmayı da, insan ilişkisini de… Egolarında kurtulmayı da… Kurtulamazsa şantiyenin orta yerinde yalnız kalacağını da…

Bir başka yönüyle yeni yeni şehirlerin kırsallarını geziyor olmak, doğayla bol bol birlikte olma şansınız olması, köylülerden hormonsuz gıdalar elde edebiliyor olmanız… Bu güne kadar uygun ortam bulamayıp besleyemediğiniz kedi köpek gibi hayvanları besleme şansınız olduğu, kendinize kaldığınız konteynerin yan tarafında ufak bir bahçe bile yapabildiğiniz güzellikleri olan bir yerdir şantiye…

Hiç dışarıdan göründüğü gibi olmayan, sektörün en zor çalışma şekillerinden birine sahip olan yaşamdır şantiye…

6

İnsanın başkalarına söyledikleri kendi duymak istedikleridir. Yazdıkları, okumak istedikleridir. Sevmesi, sevilmeyi istediği biçimdedir…

Öğrenmek için direnin inatla, dirençle…

Hayat öğretmekten hiç vaz geçmiyor…  

 

Şantiye de her sabah uyandığımızda bir şeyler eksiktir o gün, yüreğimizdeki sıkıntıları dağıtacak, içimize doğacak güneşin üzerinde dolanan bulutları dağıtacak bir bekleyişe dururuz. Güneşe baktıkça gözleriniz görmez olur. Gözlerimi güneşten ayırarak, bir ağacın dallarına odaklanıp, soğuktan tünemiş kuşları seyrederiz, Ankara’da kışı yaşamak benim için bir alışkanlık oldu galiba” deyip zor olanı kolaylaştırıp soğukta yaşamayı koşul haline getiririz…

Ve siz kışın ortasında baharı yaşayarak yüreğinizi sıcak tutmaya çalıştığınız… Yüreğinizi bu duyguyla besleyerek kendinizi ısıtmaya çalıştığınız yerdir şantiye…

Şantiye de bir yerlerde durdukça güneşinizin önünde beliren bulutlar daha da çoğalır, çoğaldıkça beklersiniz, bekledikçe sabrı öğrenmeye devam edersiniz…

Ömrünüzün sonu dek böyle olacak bir edinim kazanırsınız  ‘’Yerimde Sabır Taşı Olsa Çatlar ‘’ diyerek yaşamayı öğrendiğiniz yerdir şantiye…

Beyninizi ve yüreğinizi bir takım güzel düşüncelerle kuşatarak, kendinizi soğuk bir havanın içerisinden çekip çıkaracağınıza sabırla inandığınız… Bu sabrın yüreğinizden hiç gitmemesini umduğunuz… Ummanın bir zaman kaybı olduğu bilseniz de yaşam şartlarına dayanmayı öğrendiğiniz yerdir şantiye…

Doğada evrimini yaşayarak, yazdan sonbahara, sonbahardan kışa geçiş yapar durur… Şantiye yaşayanları da bu evrimi dışarı da soğuk varken içerisinde baharın renklerine bürünerek ve yaşayarak tamamlar bu evrimi… Çaresizlikten çare üretmeye çalışır… Çıkış yollarının çaresizlikten doğacağına inandırmış kişiler olarak, güneşe bakarak ısınmaya çalışırlar… Bu defa gözleriniz ışığa alışır, kara bulutlar bir bir çekilmeye başlar. Üşüyen vücutlarını ısıtan düşünceler ile, donmak üzere olan kanlarının yeniden hareketlenmesini sağlarlar böylece…

Çünkü…

Bahar mevsimleri yaşatanlara geliyor mantığını oluşturarak… Gözleriniz güneşi yüreğinize içirir, kana kana aydınlanır ve ısınır yüreğiniz…

Gözleriniz doğan güneşi de kabullenir, ısınan yüreğiniz de hisseder, bir kıpırtıyla yaşamaya devam eder, bir güneş yüreğinize doğarken, yaşam her gün olduğu gibi yeniden başlar…

Sıkıntıların ıslattığı yüreğinizi güneşle ısıtıp yüreğinizi yaşanılır kılıp, baharı yüreğinizde yaşatarak, kışın ortasında baharı zorunlu yaşadığınız yerdir şantiye…

7

Bazen hayat yüreğimizde taşıdığımız dost sesine, bakışına göre şekillenir. Bir bakarsınız her şey mavi, bir bakarsınız gökyüzünü çalmışlar…

Bazen bir hayalimiz gerçekleşmez tüm hayallerimize küseriz… Yaşamakla ilgili her şeyi hayallere bağlarsanız,

Gerçekler yaşarken ölüm sebebiniz olur. 

Bulunduğunuz ortam, sizi kendinizle barışık olmanız için sürekli uyarır… Eleştirmek ve eleştiriyi yaparken itici kelimeler kullanıp kalp kırmak olağan hale dönüştüğü ve her şey görsel hizmetin himayesindeyken dışı süslü içi boş olan insanlar çoğaldığı günümüzde tek geçer akçenin kendimle barışık olmamın daha içine iter durur…

Sohbetler birbirine üstünlük sağlama araçlarına dönüşürken… İyilik yapmanın karşılık görürse yapıldığı bir şantiye ortamında… En çok insanlar birbirine saygıyı yitirdiğinde fütursuz davranışlar bir fitneye dönüşür olmasından korkarsın… Yıllardır aynı işi yapıyor olmasından bilgi fazlalığın içinden taşan ukalalıklar etrafı sarmaya başlar… Oysaki insanı insan yapan sahip olduklarıdır ama bu sahip olunan bilginin kişiyi olgunlaştırması gerekirken şantiye ortamında üstünlük sağlama egosu her zaman engeldir olgun insan olmaya… Çünkü insanların bilgi kirliliği içerisinde konuşmalar benliğe hizmet etmekte, kibrin çengelinde dönmektedir…

Boyacıya göre sıvacı kötü iş yapmıştır, sıvacıya göre duvarcı duvarı yanlış örmüştür, duvarcıya göre beton kötü dökülmüştür, betoncuya göre kalıpçı kalıpları kötü çakmıştır, kalıpçıya göre şantiye şefi öyle talimat vermiştir, şantiye şefine göre proje kötü çizilmiştir, projeciye göre işveren az para vermiştir, işverene göre de kriz vardır… Değişmeyen anayasa gibi sürüp gider bu kısır döngü…

Herkes doğup büyüdüğü çevrenin izlerini taşır. Kuşandığı karakter bu çevrede şekillenir. Bu sebeple herkesin bakış açısı ve yaşam tarzı birbirinden farklıdır. Farklılıklar yaşamı renklendiren unsurlardır. Farklılıkları birbirine kenetleyen ise saygıdır. Saygının yolu ise adaptan geçer… Bu yapıda insan bulmak zordur şantiye de…

Çünkü…

Ayrıştırılmış küçük bir Cumhuriyet gibidir şantiye de yaşam… Sürekli kendinizden, zamanınızdan yeri gelir kişiliğinizden verirsiniz…

8

Önce kendini sevmeli insan ve asla değersiz hissetmemeli, her yaşananın mutlaka öğrettiği bir şeyler vardır. Yaşama inat, düşülüp kalkılsa da devam etmektir amaç… Yaşam her şeye rağmen güzeldir, direnmektir yaşamak…

İnsan için en zor olan şey, her gün insan kalmaktır… 

Sabah olur derin ıslak bir griliğe açarsınız gözlerinizi… Her kış gibi ”Kış kışlığını, puşt puştluğunu yapar.”  sözcüğü aklınıza geliverir. Şantiyede öğrendiğiniz küfür edebiyatının eseridir bu…

Kışın sertliğini görüp yılgınlığa düşüp soğuğa kimse teslim olmaz çalışmaya devam edilir… Yağmurum sesine bak, aşka davet ediyor diyerek yaşamdan zevk almaya ve ekmek mücadelesini devam ettirirsin çaresiz…

Bu duygulanım içerisinde kendi kendilerinle söyleşirsin konteynerdeki yalnızlığınla… Biraz yüreğimizdeki sıkıntıları yok edebilmek içindir bu söyleşi… Tüyleriniz diken diken olur… Ama havanın soğukluğundan değildir… Boğazlar düğüm düğüm ama çekilen acılardan değil çalışmalar anında oluşabilecek olumsuzlukları düşündüğünüzdendir. Gözlerim ıslak mı ıslak ama üzüntüden değil, yaşanılan duygusallıktan ve özleminizin kabarmasındandır olsa gerek der geçiştirirsiniz…

Var olan sorunların çözümsüzlüğü gelir aklınıza, o düşüncelerin içerisinde boğulup kalırsınız… Çözerim özgüveni ile boğulmaktan geçici olarak kurtulursunuz… Bu gibi durumlarda sarılırım kendi kendilerime… Kendimi dinlerim… Yüreğimi dinlerim… Derdimi dinlerim… Dertleşirim kendi içimdeki diğer kendilerimle… Pişmanlık yaşamamak için sonuna kadar dilimdeki keşkeleleri temizlerim… İçimi dökerim kendi kendilerime…

Çalışanlarla, ekiplerle konuşmaya başladığınızda kırılmak, incinmek, üzülmek gibi binlerce ”keşke” diye bileceğimiz gerekçeler getirirler önünüze…

Gezinip durursunuz binalar içinde… Çalışanların morallerini yükseltip o günün daha verimli geçmesini sağlamak için… Gökyüzünü beton binalardan bakabildiğim ölçüde görebiliyordum.  Ama hep ağlıyordu içini boşaltırcasına ben gibi…

Çalışan insanlarla konuştukça sevgi gelir aklıma ‘’Sevgi Dilini ‘’ kullanarak ulaşmaya çalışırım gönüllerine…

Sevgi tek yoldur benim için, umut ise yüreğimizde eksik etmediğimiz aşımızın katığıdır… Hala paylaşa biliyorsak sevgiyi, insan sevgisini taşıyor olabilmemizdendir. Bugün iç sesim bana bunları söyletmekte…

Devam ediyorum iç sesimin söylemlerine insanlara hitap ederek…

Sabah uyandık, nefes alıyoruz ne güzel değil mi?

Bunun adı yaşamak… Bugün de yaşama devam ediyoruz ne güzel değil mi?

İnsan her şeye alışır diyoruz ya, öyle değil aslında. Başka çaren olmadığı için katlanıyorsun… Ama alışmıyorsun. Kimse kimsenin taşıdığı yükü bilmez. Kimi kalbinde tüm insanları sevecek kadar sevgi taşır. Kimi kin, nefret ve kibriyle kendi cehennemine odun taşır.

Hayatımızı, yaşıyor olduğumuz şantiye ortamının zor şartları yüzünden yargılamamak gerekiyor. Unutmayalım ki; ileri de şu an ki zamanı araya biliriz veya daha güzel günler de yaşaya biliriz. Kulağınızdaki kahkaha, unutulmaz bir melodinin tınısı, kayalara vuran dalganın sesi, salladığınız çekicin çiviye değdiği andaki sesi de de olabilir…

İnsana;

Bu zor şartlarda başarılı olabilmek ve mutlu olmak için şu algılar gereklidir:

Tutunabilmek hayata bir yetenektir. Siz ustalardan ustalığı öğrenmek, kendimi sizin sayesinde sürekli güncellemek, dışa kapanmamak ve ruhsal farkındalık yaratmak benim amacım… Bu farkındalığı sizlerin de yakalama şansı var… Aydınlığı beklemek yerine kendi yüreğinizin mumunu siz yakın ki karanlıkta kalmasın güzel yüreğiniz diyerek çalışma ritmi yakalamaya çalışıyorum…

Çünkü İnsan;

Dünün, bugünün ve yarının kavgasını ayırmaya çalışırken, hayatını yitirip giden bir yolcudur… İş güvenliğini ön plana çıkararak insanların canına önem verdiğimi bu söylemle anlamaya çalışıyorum…

9

Adınız anılmadığı gün gerçek anlamda bu dünyayı terk etmiş oluyorsunuz yaşarken…

Hissederdik, anlardık aklımızdan geçenleri… Bakışır gülüşürdük sadece… Sustukça konuştuk sanki… Sevgiymiş meğer bu içimizde yıllardır uyuyan duygu… Bir karıncanın ayak sesinden daha sessiz çığlıklar yükseliyor yüreğimden avaz avaz…  

Öğretmek zordur ama uğraşmaya değer bence…

Çünkü yürek değişmez… Yüreğin sevgi dolu olması ile güzelleşmesi için gerekli olan insanın insan olduğunu hissettirmek… Sadece güzel insan olma anlayışı o ülkenin şehirlerine ve ırklarına göre değer gördüğü için o ortam da bulunan insanları inandırmaktır zor olan… Yaşam damarlarına işlemek gerekecektir sevgiden yoksun, ama saygılı, dobra dobra ve yöresel karakterleri ile sert yapılı insanlara değerli birer insan olduklarını…

Yaşadıkları yaşamın en kötü darbesi; içerilerindeki tüm iyiye yönelik çabalarını yok eden bitkinliği tüm benliklerine yaymasıdır insanların… Bu bitkinlik sinsice yayılır ve en sonunda farkına bile varmazlar yapmak istediklerinden oldukça uzaklaşmış olduklarından… Birilerinin telaş etmeden yakalama şanslarının olduğunu yapmak istediklerinin, aslında geç kalınan hiçbir şey olmadığının farkına vardırmak gerek… Bu boşa geçen zamanın ve becerilerinin olmasına rağmen yapamamış olduklarını… Kaçırdıkları fırsatların geriye dönebileceği anlatmak gerekiyor usanmadan…

Kendisine dönüp bir kere bakmayan insanlar gözlerini başkalarının üzerinde gezdirerek eleştirecek malzeme ararlar… Bunu da yaşam felsefesi sanırlar… İnsanlara karşı sevgi dolu olmanın kendinizi sevmekten geçtiğini unutmamamız gerek… Sevgi dilinin doğru kullanılması belirsizliğin ufkunda güneş açtırır… Bunun tersi durum insanları eşyaya, kıyafete, var olan duygudaşlığın tavan yapmasına neden olur… Duygudaşlığa hizmet eden, sürekli haklı çıkma kaygusu taşırlar… Doyumsuz olurlar bu da sürekli çatışma olan bir şantiye ortamı oluşturur… Ruhunu tanımak istemeyen insanların talanına uğrar güzel olabilecek bu yürekler…

10

Bilin ki ben…

Kalemi sevgiye koşan,

Bir düz yazıyım öylesine.

Biliyorsun değil mi?

Bunca acıya, bunca tutunmak hayata

Sevginin ve Umudun Hatırına… 

Şantiyede Gün Batımındaki Düşüncelerim…

Siz kendinizi kendinizden yalnız bırakırsanız, nasıl beklersiniz yanınıza gelecek insanları, zamanları, olayları ve duymak istediğiniz çok sevdiğiniz, özlediğiniz sözcükleri…

Önce kendi limanınızı bulmalı sonra yol alabilmelisiniz, gittiğiniz yoldan emin limanlara… Pusulanız sizi götürür duymak istediğiniz sözcükleri buldurur yitirdiğiniz yerlerinden…

Gün batımında yitirdiğiniz çevrenizi kuşanmaya ve akşamın dinginliğini hissederek bulmaya başlarsınız… Huzuru hissedersiniz, gözlerinizle görmek ve ruhunuza dokunmasını istiyorsanız uzun uzun seyre dalarsınız güneşin karanlığa yavaş yavaş süzülmesini. Işık yoğunluğunun tüm şehri tatlı tatlı terk edişini izlersiniz. Yeni kıpırdanmaya başlayan bir doğa olayı gibi üstelik gözlerimizi kendi görselliğimizin şölenine davet ederiz…

Kendimizi bulmak, kendimiz olabilmek ve çevremize sevgimizi vererek yalnızlığımızdan kurtulmak, gün batımı huzurunun görüntüsü, cennetin ta kendisidir… Bir renk bin anlam ile süslenmiştir artık bizim için. Hem güzel, hem nazlı bir sevgilinin hayali gibidir bu görüntüler. Seveni çok, gönlü zengin, yüreği sevgi dolu güzel insanların görüntüsüdür şu an seyrettiğimiz manzara… Ne şiirlere, ne aşklara ilham olmuştur. Ne hayatlara ne hayallere mekan olmuştur…

Her zaman ki gibi sözünü sakınmamıştı, batan güneşin umutlu ve kendinden emin sesi. Her sabaha inadına doğan, gecelerin karanlığını bıkmadan kovalayan güneş, gitmeden bana sanki bir göz kırpıyordu…

Her sözcüğümüz inanarak nakış işler gibi yazılmalı kağıda, pusulamız olmalı sözcükler, uğramamız gerek dost limanlarına…

11

Duygu çöküyor içime…

Uzadıkça, uzuyor gece…

Mevsimlerin biri gidiyor biri geliyor…

Kurşun rengi ağaçlar,

Beyaz gelinliklerini giymiş bir genç kız gibi…

Bir ormanmışçasına özgür…

Bir bütünlüktür birliğimiz,

Çokluktur yokluk değil…

Az değiliz biz iken;

Fazlayız ve yoğunuz…

Çoğuluz ve zenginiz…

Biziz birken… 

Şantiyede Gece Olunca…

Güneşin batımıyla düşünceler demlenir sözcüklerde. Koyu karanlıklarda dağılır düşünceler birbirinin peşi sıra, birbirlerine bağlanır düşünceler, ardından bir anda çözülüverir tüm düğümler. Gece kapladığında tüm benliği bir ay belirir, incecik ışığı ile. Bin düşünce bir noktaya varır, günün yorgunluğunu bu ışığın huzmesinde yenmeye çabalar. Gece oldu mu sessizliğin yorucu varlığı kaplar yüreği, gözler arar bu yüzden yıldızların ışıltısını. Karanlıkta dağılan inci parçaları, gecenin hüznüne konmuş gamzeler gibidir, gece gülümsedikçe çehresini sarar güzelliği. Gece konakladı mı vakitlerden, yalnızlık çalar her şeyden biraz biraz…

Yalnızlığın bir anlık düşüncesi kilitler sessizliği.

Uzadıkça sessizlik doğanın sesi uyandırır gecenin bekçilerini. Hüzünleri ve günün telaşlarını kilitler gecenin siyahına. Uykunun dinlendirici ezgisine usulca yaklaşır gözler. Tatlı bir edayla yaklaşır ve yerleşir yorgun göz kapaklarına. Uzaklaştırır düşüncelerin kıyısından, yalnızlığın uğultusundan ve kalabalıkların karmaşasından. Kendini dinler gecenin siyah örtüsü nazarında. Yıldızlar rüyalara ilham verir. Koyulukların içinde beliren her şeye nazire yaparcasına direnir. Uyku rüyanın diyarlarına gezinir, bir gün daha biterken.

Ama…

Böyle bir gece de düşündüklerimle beraber gerçeklerim var…

Yaşadıklarım var, öğrendiklerim var, dostlarım var, birbirimize ‘’Can Dost’’ deyip de bana küsenlerim var, okuduklarım var, anladıklarım var, gördüklerim var, göremediklerim var, var olan sayısız şey var, yok olan onca şey. Bir de bunların hepsini anlamamı sağlayacak bir ben var ki, kendimi anladıktan sonra anlayamayacağım şey yok, kendimi tanıdıktan sonra yokluğa ilave edemeyeceğim şeyler çok.

Güneşle birlikte doğan umutlarımız, geceye saklanan hüzünlerimiz var. Gülümsemek için doyasıya ağlayacak nedenlerimiz var. Ansızın eşsiz olduğumuzu hatırlatan anlar var.

Varım sonra yokum, ama varlığımı silinmez kılan doğruları içime sindiren inancımı kıtasız, yersiz zamansız sonsuzluğa götüren umutlarım var.

Bir de sevgi dolu yüreğim…

12

Gönül telaşımız dünya telaşımızı geçmedikçe, gönül güzelliği bizlere yetmedikçe, insanları yalnızca bir kalbi olduğu için sevmedikçe, anlamına inmedikçe, incinsek dahi incitmedikçe, acıya da olsa tebessüm etmedikçe, beklentisiz “sevmedikçe” güzel bir insan olamayacağız.

Anlamak için…

Belki de Sevgi dolu bir yüreği olmalı İNSANIN…

Kim bilir…’

Bu insanlara sevgiyi vermenin yolu çoktur. Bu yolda kazanılacak kişiler sevgi dilinin sürekliliğidir… Diline hakim olamayan insan kıskançlığın ve kibrin kölesidir. Ve unutmamalı ki insan kınadığı şeyi yaşamadan ölmez…

Şantiyede ki başarı insanların mutlu olabilmelerini sağlamak gerekir… Eziklik kokan yalnızlıkları vardır. Güneşle birlikte doğan umutları, geceye saklanan hüzünleri vardır. Gülümsemek için doyasıya ağlayacak nedenleri de… Ansızın eşsiz olduklarını hatırlatan anları da olmalı… İyi ki varsını yaşamaya değecek hisler uyandırmak gerektiği anlarda…

Var olmayı yoklukta aratacak gizemli bir şey var; onun adı ‘’HAYAT‘’… Bir dokunuş var, ruhu uyandıracak bir söz. Bir sözü işitmeye değecek kadar acılar da. Bir yapay yokluk bir de içten içe yok oluş var. Elimizde olsa olsa bir hayat var, gücü yetene dek mutlu olmaya yetecek birkaç neden… Bir kaç nedenden dolayı olgunlaşacak kişiliğimiz var. İnsanları sevmenin bize kazandırdığı güzel şeyler de var uğraş verirsen…

Liman gibi sığındığınız birkaç sözcükleriniz var. Yazılarınıza bulaşmış, araya karışan anlamsız sözcükleriniz de var. Gözlerinizi keskin ışıkları ile söndüren sayfalarınız var, en derin sessizliği özetleyen tek bir tümce arayışında olduğunuz…

Sığındığınız kendinizden kendinizce aradıklarınız var. Artık duymak istediklerinizi, görmek istediklerinizi belirleyen bir dayanabilme sınırınız. Sınırlarınızı belirleyen derin bir anlayışın eğildikçe sınanan sabrıyla inceldiğiniz gerçeği var. Varsınız sonra yoksunuz ama varlığınızı silinmez kılan doğruları içinize sindiren sevginiz var, bu sevginizle zamanlı zamansız sonsuzluğa götüren derin bağlarınız var.

13

Sevgiye inanan bir insanın, sevginin yüceliğine bedenini tüm çıplaklığı ile sınırsız sunar… Birilerini sevdiğinde bu sınırsız duygunun önüne geçmek için içerisinde engel olabilecek olumsuz bir duygunun oluşması olası değildir… Çünkü sevginin en yüce bir duygu olduğuna inanmıştır… Zaman da su gibi akıp gider farkında bile olmadan tutmak istemez… Hep yaşamak ister hızla çarpan yüreğine rağmen… Tüm kötü düşüncelerden arınmıştır…

Yaşadıklarımız var, öğrendiklerimiz var, dostluklarımız var, birbirimize ‘’Can Dost’’ deyip de küsenlerimiz var, okuduklarımız var, anladıklarımız var, gördüklerimiz var, göremediklerimiz var, var olan sayısız çok şey var, yok olan onca şey olduğu gibi… Bir de bunların hepsini anlamanızı sağlayacak bir ben var içerinizde, kendinizi anladıktan sonra anlayamayacağınız şey yok, kendinizi tanıdıktan sonra yokluğa ilave edemeyeceğimiz şeyler çok…

Hiç bir şey olamamıştır insan, çocukken öğrendiği tek meslek şu an yaptığı meslek… ‘’Okul vardı biz mi okumadık ‘’ ya da ekonomik sıkıntılardan dolayı zamanı olmamış gibi bahaneler üretir insanlar. Çocukluğumuza özlem ile çocukluk hatalarını karmaşası bir savunma mekanizması değil midir? İsteyerek öğrendiklerin de var, istemeyerek de olsa tesadüfen öğrendiklerimiz de var… Ve bu öğrendiklerimizi kendi bilinç süzgecimizden geçirirken, hayatı öğrenmek adına hatalar da yaparız. Buna deneyim adını koyarız…

Ve bu duygular arasında bir ben var şantiye yaşamında…

Sevgi dolu bulutlar içimde… Bakışlarımı gülücükler kaplamış. Görebiliyorum kendi ufuklarımı. Kendi sınırlarımın kıyısında, yapmak istiyorum yapabileceklerimi. Yeni bilgiler kazandırıyorum bildiğim her şeye. İçimde bir mutluluk, bildiğim ne varsa insanlara aktarmak istiyorum. Sevgiyi, insan olmayı hissettirmek istiyorum yanı başımdakilere…

Pamuk sıcağına direnen…

Terden sırılsıklam olmuş insanlar…

Sabahın çiğ tanesi

Karga çığlığı…

Telaşla iş sahasına taşanlar…

Sabahın bayat ekmeği…

Sabah çayı…

Kaldığım odanın tavanı…

Şantiyenin tozdan denizi…

İşçilerin nasırlı elleri

Tuğlanın bel ağrısı…

İlk balyoz darbesi…

İş makinalarının ağırdan tınısı…

Patlatılan kayaların dağılışı…

Sıcaktan işçilerin kararmış yüzleri…

Yanmış da öpülmemiş yürekleri…

Memleketten haberler…

Yitip gidenler…

Yazılan yazıların tümceleri…

Kırıcının betonu kırış sesi…

Sıvası vurulmuş duvar, mazgal demiri…

Gökyüzüne başını çeviremeyenler…

Çalışırken hasret bileyenler…

Onlar, bunlar karmaşasına aldanmayanlar…

Sevgi ile bakanlar…

Her canı candan bilenler…

Düşünden düşüp de güne tutunmuşlar…

Geceden güne gelenler…

Umut ezgileri…

Mutlu mutsuz dizeler…

Günaydın aymayan günün sabahı…

Toplanmayı gözleyen meyve ağaçları…

Ve sabırsızlığında tümcelerin arda kalanları…

14

Öyle bir ülkede yaşarsın ki; kimi zaman düşlerin çıkmaz sokağında, kimi zaman karanlık denizlerinde çırpınmadan kulaç atmadan boğulan, payına susmaktan konuşmayı, ölmekten yaşamayı unutmuş insanlar topluluğu arasında kalırsın…

Yazılar yazarsın, uyarırsın…

”Şimdi kaldır kafanı da bir bak, ne görüyorsun etrafında?” diye..

İşte okumuş olduğunuz yazı var ya… Bizlerin gerçek dünyası… Sen konuştukça, direndiğince yaşamın mutlu, sustukça” bana dokunmayan yılan, bin yaşasın” dedikçe mutsuz olacaksın…

Tercih sizin…

………….

Gündelik sıkıntılarla yorulan gözlerimin maviliğin üstünde dinlenir gibi olduğunu duyumsuyorum. Odamın penceresinden izlediğim, dalıp gittiğim gökyüzü, deniz çağrışımlı düşsel…

Şantiyenin çaycısı boş bardakları topluyor. Birileri yemekhanenin önünde kuyrukta açlığını bastırmak için sıra beklerken, birileri de düşlerinde köfte ekmek ile doyuruyor karnını…

Kar yağmaya başladı yeniden. Dışarıda zemheri bir soğuk… Pamuk hafifliğinde yağan kar. Şantiye koğuşlarının bacalarından çıkan kömür dumanı kokusu buram buram… Biraz sonra şantiye tam bir sessizliğe bürünecek…

Yemek kuyruğunda bekleyen insanları gözlemliyorum…

Biz davranışlarımızı değiştirdiğimizde insanlar da davranışlarını değiştirmek zorunda kalırlar. Kendini değiştirmek enerjini ziyan edip karşındakini değiştirmeye çalışmaktan çok daha iyi sonuç verir.

Öfkeyle hareket eden ya da sevgisiz davranan bir insanın bunun hemen öncesinde bir acı yaşadığını göz ardı etmemek, onunla duygudaşlık kurmak kendini onun yerine koymak anlamına gelir. Öfke sergileyen insanların bunu yapmalarının nedeni incinmiş olmalarıdır…

Koşulsuz sevgi, incinmiş insanlara daha çok sevgi ve merhamet duymayı, şefkatimizi onlardan esirgememeyi gerektirmez mi? diye düşünüyorum…

‘’Çocukluğumuzu özler dururuz ya… Düştüğümüzde dizimizin yarasını, en büyük acı olduğunu sanmamızdandır…’’

Son 

Ayhan Çakmak
4

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

Bir yorum var

  1. Sevgili can dostum şu an saat 01.09 bu saatte sakin kafayla okudum. Seni anlıyorum desem riyakarlık olur.14. maddelik yazını okurken aklımdan çok şeyler geçti.En kutsal değer emek ama belirttiğin üzre şantiyede de emek hırsızlığı her daim var. Kızım İnş. Müh olarak şantiyede başladı. daha önce 3200. tl maaş alırken, asgari ücret 4.250 tl olduğunda maaşı 50 tl. eksik yatmış ! İşte en somut örnek. Kalemine yüreğine sağlık.

    2

Bir cevap yazın