Sevda Ne Yana Düşer Usta İbrahim Uysal

Refik Durbaş

Yazın dalında ayvalar çok olursa, “kış çok sert geçer” der eskiler, gün görmüşler. Evet, ne kıştı bu geçen kış. Burnumuzu sokağa donmadan çıkaramadık, derken oh be güneşli günlere geldik.
Bu aralar artık yaşamadığımız şey kalmadı. Kar, kış, kovit derken en sonunda da geldik çattık “Rusya-Ukrayna Savaşına”.

Hani Murathan Mungan, bizim “Telli Telli” diye bildiğimiz şarkının dizelerinde “Biz büyüdük ve kirlendi dünya” der ya, gerçekten biz büyüyünce her şeyi ile kirlenmiş dünya.

Dünya dar geliyor artık. Savaşlar, kıtlık, açlık yetmezmiş gibi bir de uluslararası salgın. Aşılar, maske, kapanma!..

Refik Durbaş’ın dizeleri gibi olduk. “Elim sanata düşer usta/ Dilim küfre, yüreğim acıya/ Ölüm hep bana/ Bana mı düşer usta?” dediği gibi. Gel de iki kötü kelam etme!..

Anlıyorum ki bu dünyada artık hiç bir şey, sadece kişilerin istediği, dilediği, çabaladığı gibi tekil, bireysel olmuyor.
Hani mistik bir söz vardır, “Sebepsiz kuş bile uçmaz” diye.
Oysa söz mistik sayılsa da, söz tam da diyalektik. Sebep sonuç ilişkisi içinde kalıyor. Bir şeyler oluyor ve bizler de ondan etkileniyoruz. Bizim ile doğrudan bir ilişkisinin olup olmamasının da artık bir önemi yok.
Tıpkı bir yolda acele bir yere gidiyorsunuz, önünüzde metreler, metreler öncesinde dikkatsiz sürücünün yaptığı,araba kazası; yol tıkamış ve siz, aceleniz olmasına karşın, oracıkta çaresiz bir şekilde bekliyorsunuz.

Ya da bir ülkede yaşıyorsunuz, sorumlu bir yurttaşsınız, askerlik, vergi, çalışma ne gerekiyor ise bütün görev yükümlülüklerinizi sonuna kadar yerine getirmiş ve hala da getiriyor ve çabalıyorsunuz; seçimleri demokrasi sanan ve sayan bir güruhun tercihleri sonunda ülkenizde her şey tersine gidiyor.

Ülkede atalarınızın yaptığı her şey satılıyor, elden çıkarılıyor ve siz çaresiz bir şekilde bakıp, kalıyorsunuz.
En sonunda da, bir yıl öncesi üç-beş liraya yediğiniz nane, maydanoz, marul bile beş, on beş, yirmi beş liradan satılmaya başlıyor. Önceleri kızıp, karşı çıkıp almasanız bile, bir süre sonra zorunlu olarak siz de alıcılar kervanına katılıp, kalıyorsunuz.

Dolayısı ile, sorumlu yurttaş olup, tüm görevlerinizi yerine getirseniz bile, “kul olma” bilincini “yurttaşlık bilinci” sananların yüzünden, siz de sorumsuzların günahlarına ortak olup, acı çekiyor, sorunlar yaşıyorsunuz. Ne garip bir dünya.

Hoş bu dünyanın garipliği de pek yeni olmasa gerek. Taaa çağlar ötesinde Ömer Hayyam (1048-1131);
“Felek ne cömert, ne aşağılık insanlara!/ Han hamam, dolap değirmen, hep onlara./ Kendini satmayan adama ekmek yok:/ sen gel de yuh çekme böylesi dünyaya!” diye haykırıyor.
Evet ya, artık ben de “yuh çekiyorum” bu dünyaya.
“Doğru” diye bilinen bir şey kalmamış. Birlerinin “eğrisi” göz göre göre doğru diye pazarlanıp, yutturulmaya çalışılıyor ve çabalarımız çaresizlik içinde sonuçsuz kalıyor. İçin yanıyor.

Tamam çağ değişti, zaman değişme her zaman gebedir, “eyvallah”, ama neden bu zaman kötülükleri doğurur oldu. Nerede yanlış yaptık ya da kimin günahlarını çekiyoruz?

Artık televizyon haberlerini izleyemiyor, gazeteleri de eskisi gibi ciddiye almıyorum. İnanılmaz bir şey. Elbette ki, iyi tv ya da gazetelerde var ama çoğu bir cehalet dayatması içerisinde.
Hani bir öykü vardır anlatılır.

Adam lokantaya gider, yer içer sonra da hesap ödemek ister, lokantacı, “hesabı babanız/ dedeniz ödedi” der ya!..
İyi de, bizimkiler de son derece sorumlu, çalışkan, ömürlerini bizler için harcayan insanlar idi, öncesi de öyle insanlarmış.
Peki o zaman bazıları yiyip, içip hiç hak etmedikleri halde, lokantadan çıkarken “hesap ödemezlerken”, biz neden sebebinin kim olduğunu bildiğimiz bataakçıların hesaplarını ödüyoruz?
Bu işin bir vebali de yok mudur?

Sıradan sevmeyi, insan ilişkilerini, içtenliği özler olduk ya. Birine içten sarılmayı unuttuk. Yolda yürürken, karşınızdan gelen bir çocuğun içtenlikle paçamıza sarılmasından korkar olduk.
Bir dosta sarılıp, öperken mesafeler koyar olduk.
Hani bu dünya, insanlık iyiden ve güzelden yanaydı.

Ben o güzel, çocukluğumun masum dünyasını geri istiyorum.

Nevzat Çelik’in “şafak türküsü dizelerinde söz ettiği, Ahmet Kaya’nın içimize işlettiği, o “sevdiğim kızlar geliyor aklıma” dediği gibi, aklıma gelen; sevdiğim insanları ve insanlığı geri istiyorum.

7

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

2 Yorumlar

  1. Günümüzü,insanlığın geldiği noktayı anlatan yerinde dokunuşlar olan,şiirlerle bezenmiş bir yazı.Tesekkurler bu güzel yazı için.

    1
  2. Aile vardır yokluktan, kıtlıktan, savaşlardan geldiğini unutmaz. Varsıl olsa bile çocuğunu ölçüsüz yetiştirmez. Sonradan görme diye nitelenen aile ise çocuğunu şımartır. Bolluk içinde yaşayacakmış gibi yetiştirir. Doğal olarak paranın değerini, nasıl ka.anıldığını bilmeyen çocuk, ailenin varını yoğunu tüketir. Benzetme ne ölçüde uydu bilmiyorum. Türkiye Kuran Kurslarında, imam hatip okullarında kendisine, atalarına düşman kuşaklar yetiştirdi. Onlarda aldıkları eğitimin gereği olarak işgal güçleri gibi devleti her şeyi ile yağmalıyorlar. Bizlere her an, her gün akıl sağlığımızı denetlemek düşüyor.

    2

Bir cevap yazın