Sığır Çobanı Filmleri Niye Sevilir?

Ülkemiz erkeklerinin birçok kötü alışkanlığı var: Aşırı içki içmek, olur olmaz yerde sigara tüttürmek, ayaktopu düşkünlüğünü ulusal kan davasına çevirmek, söz dinlemiyorlar diye karılarını dövmek, olmadı öldürmek, küçük yaştaki çocukları evlendirmek gibi… Bir de sığır çobanı filmleri düşkünlüğü var.

Bu sonuncusu bende de var doğrusu. Anlaşılmaz bir çekiciliği var bu filmlerin. Filmin ortasında bile rast gelsem ya da daha önce izlemiş bile olsam yeniden seyredebiliyorum birçoğunu. Özellikle bir dönemin ya da belli oyuncuların bulunduğu sığır çobanı filmlerine takılıp kalıyorum açıkçası.

Bunun üzerinde epey düşündüm. Sığır çobanı filmlerinin çekiciliğinin birçok nedeni olabilir sanıyorum. Filmlerin sanatsal niteliğini bir yana koyarsak, benim aklıma şunlar geliyor:

1. Bu filmlerin olay örgüsü, siyah-beyaz karikatüre benzer: İyi ile kötü bellidir.  Başka filmlerdeki gibi iyi kim kötü kim diye kendinizi yormanıza gerek yoktur. Üstelik, iyiler apaktır, kötülerse kapkara. Gri görünen kişiler olsa bile, olay örgüsünün gelişmesinde hemen hiç katkıları olmaz.

2. İyilerle kötüleri ayırt edemeyecek kadar kalın kafalı olanlara başka ipuçları da sunulur: Esas oğlan ile esas kızı baş oyuncular oynar, bunların oynadığı kişiler de genellikle iyidir. Ayrıca, iyiler genellikle güzel ve yakışıklıdır, kötüler çirkin ve paspal. O yüzden, fazla kafa yormanıza gerek kalmadan onları bir bakışta ayırt edersiniz.

3. Olay örgüsünün çizgisel bir gelişmesi vardır: Yan yollara sapmaz. Karmaşık ruhsal çözümlemeler yapmaz. Toplumsal-siyasal değerlendirmeler sunmaz. Zaman çizgisi içinde kafanızı karıştıracak ileri geri zıplamalar yapmaz. Hatta çoğu kez olaydaki sorunun çözümlenmesi için yıllar bile geçmez. Her şey iyi ile kötünün arasındaki ilişkiye bağlı olarak gelişir. Bu ilişki de genellikle çok basittir: Biri kaçıyor, öteki kovalıyordur. Bu kovalamacanın gerekçesi de mağara döneminden bu yana zaten değişmemiştir: Genellikle intikam, para, sığır sürüsü, kadın konusu ya da ailesel ilişkilerdir.

4. Böyle filmler, betimleyicidir: Ender olarak bir sav ortaya atılır. Sorunları, yumruk, silah ya da para gücünün, yani kısacası şiddetin çözümlediği ilkel bir toplum betimlenir. Ama yalnızca betimlenir. Böyle bir toplumun ya da varılan çözümün değerlendirilmesi yapılmaz, şiddet örneğin sorgulanmaz. İyi yazınsal yapıtlardan beklediğimiz, toplumsal, hatta tarihsel çözümlemeler, değerlendirmeler bu filmlerde bulunmaz. Ender olarak şiddetin eleştirilir gibi göründüğü olabilir. İyinin, akıl ve sağduyu yardımıyla, kötünün şiddetinin üzerine gittiği görülebilir. Ama kötü, sağduyuya dayanan çözümü anlamayacak, iyi de sorunu şiddet kullanarak çözecektir. Bunu yapıtın iletisi saysanız bile, çarpık bir iletidir. Böyle filmlerde doğruyu aramak ya da ölçüt belirlemek gibi bir amaç olmadığı için, kişileri, olay örgüsünü ve bunun içinde geçtiği toplumu betimlemekle yetinilir, çözümlemeye girişilmez. Olayın çözümleniş biçiminin değerlendirilmesi size kalmıştır –aklınızın gücü yettiği kadar.

5. Böyle filmlerin anlattığı öykü sanayileşme öncesi bir toplumda geçtiği için, yasa ya uzaklardadır ya da yakındaysa bile etkili değildir. Ve sonunda sorunu zaten yasa değil, şiddet çözümler genellikle. Yasa bile, yasa olduğu için, ortak aklın koyduğu kurallar olduğu için ya da herkesçe benimsendiği için değil, elinde güç olduğu için etkin olur. Yani aslında yasa değildir sorunu çözen, yasanın eline verilmiş şiddettir, şiddet kullanma hakkıdır. Bunun için, sonuç yasal olabilir, ama her zaman adil olmayabilir. Öyle ki, düzen korunmuş olsa bile adalet çoğu zaman yerine gelmeyebilir.

6. Sığır çobanı filmlerinde, soyutlanmış bir toplum resmi çizilir. Bir ya da birkaç kasabanın dışında olup bitenlerden hiç haberimiz olmaz. Siyasal-toplumsal yapı nedir, o sırada ülkenin başka yerlerinde, örneğin başkentte ya da başka ülkelerde neler olmaktadır, bunların sığır çobanı filmlerinde çok çok adı geçer. Ama soyutlanmış toplumun iç ilişkilerini etkilemez. Ender olarak uygar çevreden birileri gelir. Bunlar da genellikle kötüdürler –para, toprak ya da mal peşindedirler. Ama sığır çobanı filmlerinin temel aracı olan şiddet onların hesabını çabucak görür. Onların belirleyici olduğu, örneğin esas oğlan ya da esas kızın olay örgüsünü belirleyip sonuca bağladığı durumlar da olabilir. Ama onlar da bunu beklendiği gibi şiddet yoluyla yaparlar. Onların uygar kimlikleri ya da temsil ettikleri uygarca değerler, ender olarak olay örgüsünü etkilese bile sonuca bir katkısı olmaz.

Bugün Kan Davasının Sonu (Last Train from Gun Hill / Gun Hill Kasabasından Son Tren, 1959) adlı sığır çobanı filmini izledim. Başlarda daha önce izlemiş olduğumun ayrımına bile varmadım. Film beklendik kalıplarla başladı, aynı kalıplarla sürdü. Ne zaman iki baş oyuncu ortaya çıktı, filmin tanıdık olduğunu anladım: Kirk Douglas ile Anthony Quinn. Her şey o kadar kalıplara uygundu ki, bu beklendik kalıplar yüzünden film izlenmese de olurdu. Belli ki filmin öyküsünü yazan (kim olduğunun ne önemi var), olay örgüsünü beklendiği gibi çizecek, beklenen sonuca da varacaktı. Nitekim, öyle de oldu. Douglas ile Quinn’in dışında, olay örgüsünün ve olup bitenlerin hiçbir ilginçliği yok. Neyse ki, hemen her sahnede bu iki iyi oyuncu var da film izlenebiliyor. Onların ağırlıklı oyunculukları sayesinde, başka bakımdan pek sıradan olan filmi çekebiliyorsunuz. Ama bu oyunculukları izliyorsunuz, çevrede olup biteni değil. Bu sığır çobanı filminde olup bitenler olsa olsa sığır çobanlarına ilginç gelebilir bana sorarsanız.

Anlayacağınız, sığır çobanı filmleri genellikle derinliği olmayan yapıtlar. Oysa beklersiniz ki, nasıl banka soygunu filmleri banka soyguncuları için, uzay filmleri de uzaylılar için yapılmıyorsa, sığır çobanı filmleri de öyle herkes için yapılsın: Öyküleri, kat kat pastalar gibi, ruhsal, toplumsal, siyasal katmanlardan oluşsun ve öykü anlatmanın yanında, bir de iletileri olsun. Çözümlemeler yapsın, eleştiriler ya da en azından sağduyulu bir olay betimlemesi sunsun. Ama ne yazık böyle filmler büyüklere masallar niteliğinde olduğu için, gövdesi olgunlaşmış olsa da, kafası masal dinleyecek yaşta kalmış olanların ilgisini çekiyor –benim gibi.

Hüseyin İçen

Hüseyin İçen
Hüseyin İçen son yazıları (Hepsini Gör)
19

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

Bir yorum var

  1. Kovboy filmi derdik. Her pazar kahvaltı ederken seyrederdik. Tek kanallı, siyah beyaz zamanlardı. Ne güzel analiz etmişsiniz. Ben o ateş üstüne dört dal bağlayıp oradan sarkıtılan kirli kapta kaynatılarak pişirilen ve yine aynı estetikten uzak kupalarla kahve içip konuşmalarına bayılır ve o kaynatılan kahvenin tadını merak ederdim. Bir de kadınlar o toz toprağı içinde kat kat fırfırlı etekleri ve her daim düzgün bakımlı saçlarıyla nasıl durabiliyorlar, diye merak ederdim.

    2

Bir cevap yazın