Sıladan Gurbete Gönül Köprüsü 14. Bölüm Celalettin Ağırbaş

Cennet’in Hikayesi

Yıl 1999, emekli olmama bir yıl kalmıştı. O yıl da birinci sınıfları okutuyordum. Sabah okula gittiğimde okul müdürü; “Sizinle genç bir bayan görüşmek istiyor,” dedi. Ertesi günü, bu genç bayan, yanında küçük bir kız çocuğuyla sınıfın kapısında beni bekliyordu. Selamlaştık: Kadın anlatmaya başladı:

“Adım Yasemin, bu da kızım Cennet.”

Almanca konuşuyordu. Merak ettim, sordum: “İsminiz Türk ismi, benimle neden Türkçe konuşmuyorsunuz?”

Genç bayan; “Evet ben Türk’üm; ama Türkçe bilmiyorum, bunun için de eziklik hissediyorum. Kızımın benim yaşadıklarımı yaşamasını istemiyorum. Bu nedenle Türkçe öğrenmesini istiyorum.” diyerek anlatmaya devam etti.

“Peki siz neden Türkçe öğrenmediniz?” diye sormaktan kendimi alamadım.

Yasemin, derin bir nefes aldı: “Çok uzun bir hikaye bu, size bunu yarın anlatırım.” dedi.

Ertesi gün okula gelen Yasemin, şunları anlattı:

 “Yıllar önce okulumuza bir Türk öğretmen gelmişti. Diğer Türk çocukları gibi ben de sevinerek Türk sınıfına gittim. Babam bunu duymuş, okula geldi; beni Türk sınıfından zorla çekip aldı. O günden sonra, Türk çocuklarıyla arkadaşlık etmemi de yasakladı. Büyüdüm, doğal olarak da bir Alman’la evlendim. Bir kızımız oldu. Anlaşamadık, ayrıldık. Türk komşularım ve arkadaşlarım var. Ancak, Türkçe bilmediğim için onların yanında eziklik hissediyorum. Kızım Cennet’in benim yaşadıklarımı yaşamasını istemiyorum. Bu nedenle onun Türkçe öğrenmesini istiyorum.”

Yasemin’in anlattığı bu hikaye bana yabancı gelmemişti. Çünkü, o Türk öğretmeni bendim. Ama o bunu  bilmiyordu.

Babası hakkında o günlerde bilgi topladım. Adı Mehmet’miş. Türkler ona “baba” diye hitap ederlermiş. Türkiye’de bir resmi kurumda çalışırken işine son vermişler. O da Altmışlı yılların başında, ilk kafile ile Almanya’ya gelmiş. Yaşı geçkin olduğu için kendine göre bir iş bulamamış; bir süre işsiz kalmış. Daha sonra küçük bir lokanta açmış; burada Türk yemekleri yapma ya başlamış. Müşterilerinin çoğu da Türkler olmuş.

Geçimini bu şekilde sağlamış; ama Türklere ve Türkiye’ye karşı hep önyargılı davranmış. Yaşadığı kırgınlıkla, gemileri yakarak Almanya’ya yerleşmeye karar  vermiş. Bu nedenle çocuklarının da Türk kültürü almalarına karı çıkmış.

Cennet, Türkçe derslerine aralıksız devam etmiş; Türk çocuklarından arkadaşlar edinmiş.

Onlarla oynamış; onlarla ders çalışmış. Ben emekli olduktan sonra da aynı şekilde yaşamaya devam etmiş. Bazen karşılaştığımızla benimle Türkçe konuşur; okulda yaşadıklarını yeniden yaşarcasına anlatırdı.

Emeklilik

On yıl Türkiye’de, otuz yıl Almanya’da olmak üzere kırk yıl çalışmanın sonunda 2000 yılının başında emekliye ayrıldım. Emekli olduktan sonra, çevrede bulunan TSM korolarına ud ve kemanımla katıldım. Bu çalışmalar sonunda, sevilen yüz seksen şarkıdan oluşan notalı bir derleme kitap hazırladım. Bu kitap bugün de korolarda kaynak kitap olarak kullanılmaktadır. Amatör müzik çalışmalarım halen devam etmektedir.

Maşukiye

Her ne kadar İstanbul’da kalacak  yerimiz  olsa  da, kalabalık bizi sıkmıştı. Bu nedenle, yazları daha rahat bir yerde geçirmek için arayış içindeydik. 1992 yaz tatilinde, yolumuz bir şekilde Maşukiye’ye düştü.

Maşukiye,  İzmit’e  bağlı,  Sapanca  gölü  kenarında Kartepe eteklerinde şirin bir yerleşim yeridir. Alabalık tesisleri ve dağ turizmiyle dikkat çeker. Özellikle hafta sonlarında,  İstanbul  ve  diğer  çevre  illerden  gelen  ziyaretçilerin uğrak yeridir. Yerli ziyaretçiler kadar; yabancı turistlerin de ilgisini çeker. Çok sayıda lokanta ve konaklama yeri bulunmaktadır.

Köy, yeşilliği, gölüyle, dağıyla çok hoşuma gitmişti. Nedeni; belki de manzarasının, havasının vilayetim Artvin’i andırmasıydı. “Aradığımız yer burası olabilir,” diye sesli düşünmeye başladım. Birkaç emlakçıya uğradık, bize köy içinde arsalar, site içinde daireler, müstakil evler gösterildi. Fakat hiçbiri canımıza ısınmadı.

Tam köyden ayrılacağımız sırada, emlakçımız; “Köyün üstünde bir yer var, ayrılmadan bir de oraya bakın,” dedi.

Kartepe yolundan, toprak bir yola saptık. Bir yerden sonra arabadan indik. Yoku yukarı bir süre  yürüyerek mahsulü kaldırılmış bir mısır tarlasına ulaştık. “İşte burası,”  dedi  emlakçı.  Gösterdiği  yer  bir  dönüm kadardı. Yüzölçümü olarak kafamdaki projeye uygundu. Çevreyi incelemeye başladım.

Arsa Sapanca Gölü’nün tamamına hakimdi. Arka taraf çam ormanı ve Kartepe.

“Aradığım yer burası olmalı,” diye içimden geçirdim.  Arsayı  o  dönemde  İstanbul  Havayolları’nda personel şefi olan bacanağım Özcan Öztürk’le ortak aldık. 1994’te başlayan bina inşaatı, 1996‟da tamamlandı. O gün bugün, yaz tatillerimizi büyük bir zevkle burada geçiriyoruz.

DEVAM EDECEK

0

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

Bir cevap yazın