Sıladan Gurbete Gönül Köprüsü 3. Bölüm Celalettin Ağırbaş

Ortaokul Yılları

1955 Sonbahar aylarıydı. Okulların açılma zamanı gelmişti. Mahallemizde ortaokula kayıtlı tek kişi vardı. Bu öğrenci, okula dönme hazırlığı yapıyordu. Onu gördükçe içim kan ağlıyordu. Neden ben de onun gibi biri olamıyordum?

İçimden isyan etmek geliyordu.  Okuyup,  bir  meslek sahibi olmalıydım. Babamın, amcalarımın köyde yaşadıklarını yaşamak istemiyordum.

Babam okumama hiç taraftar değildi. Daha doğrusu Ortaokulu başaracağıma inanmıyordu. Annem yalvarmalarıma dayanamadı ve ortaokula kayıt olmam için izin verdi. Cebime bir miktar da para koydu. Artık yola çıkmaya hazırdım. Bu yolculuk, benim için uzun sürecek bir eğitim sürecinin başlangıcı olacaktı.

Mahalleden Beni Okula Yolcu Eden Akrabalarım  

Mahallemizden arkadaşım Süleyman’la babamın haberi olmadan, okula kayıt için yola çıktık. Süleyman (Güvercin) kasabaya birkaç kez gidip geldiği için okulun yerini, okula nasıl kayıt olunacağını biliyordu.

Yanımızda ilkokul diplomamız, nüfus cüzdanımızla okulun kayıt odasına girdik. Kâtip, önündeki büyük deftere adımızı, köyümüzü yazdı. Bizden dörder adet fotoğraf getirmemizi, ayrıca kasabadan birisini de veli göstermemizi istedi.

Fotoğraf işi kolaydı da veli olarak kimi bulacak, kimi gösterecektik. Kasabadan kimseyi tanımıyorduk ki… Fotoğraflarımızı çektirdikten sonra, dükkanların önünde bir aşağı bir yukarı geziniyorduk. Süleyman, aniden bir dükkânın önünde durdu.  İçerideki adama dikkatle bakmaya başladı:

“Ben bu amcayı tanıyorum,” dedi.

Bir hafta önce Arsiyan yaylasındaki Pancarcı şenliklerinde güreşler yapılmıştı. Süleyman bu güreşlerde yaşıtları arasında birinci olmuştu. Oradaki büyükler, onu tebrik edip gözlerinden öpmüşlerdi. İçeride gördüğümüz dükkân sahibi de meğer onu tebrik edenlerden biriymiş.

Çekine çekine içeri girdik. Yaşını başını almış, köylü kıyafetli; ancak hali vakti yerinde olan, sonradan adının Behçet olduğunu öğrendiğimiz amca, bize bakarak; “Ne istiyorsunuz çocuklar?” diye sordu.

Süleyman: “Sizi rahatsız ettiğimiz için kusura bakmayın amca, ben sizi bu yaz Arsiyan yaylasında yapılan Pancarcı’da görmüştüm.” dedi.

Behçet amca Süleyman’ın yüzüne dikkatlice baktı. “Yoksa sen yaşıtların arasında güreşte birinci olan çocuk musun?” dedi. Süleyman sıkıla sıkıla “evet” diye cevapladı.

Behçet amca ayağa kalktı, arkadan iki sandalye çıkardı “hele şöyle oturun bakalım çocuklar. Hangi köyden geldiniz? Kimin çocuklarısınız? Neden benim yanıma geldiniz? Derdiniz ne?”

Arka arkaya sorular sıraladı.  İkimiz de  kendimizi tanıttık. Behçet amca, babalarımızı tanıdığını söyleyince biraz daha rahatladık. “Ortaokula kayıt olmak istiyoruz” dedik.

Behçet amca bilgin bir tavırla “Anladım, benden veliniz olmamı istiyorsunuz.” dedi. Hemen ayağa kalktı; “Gidelim,” diye işaret etti. Dükkanını kapattı. Behçet Amca önde, biz arkada okula doğru yürüdük. Sevincimizden ayaklarımız yere basmıyor, âdeta uçuyorduk.

Kayıt İşlemlerimiz tamamlanmıştı. Behçet Amca bize döndü: “Artık ben sizin veliniz oldum. İnşallah beni üzmesiniz, çalışkan ve iyi öğrenciler olursunuz,” dedi.

Biz de kafamızı sallayarak onu onayladık. Zafer kazanmış bir komutan edasıyla okuldan ayrıldık.

Ertesi gün kalacağımız bir oda aramaya başladık. Bizim gibi ev arayan başka öğrenci çocuklarla karşılaştık. Hiç tanımadığımız halde bu çocuklarla kaynaştık, birlikte ev aramaya başladık. Bulacağımız yer, her şeyden önce çok ucuz olmalıydı. Tanıştığımız arkadaşlar da bizim gibi köylerden gelmişti. Giysilerinden onların da bizim gibi yoksul oldukları belliydi.

İkinci günü çarşının girişinde, yol kenarında, odunluktan bozma, camları olmayan tek göz bir bodrum odası bulduk. Kirası bize uygundu. Sahibi çarşı esnafından biriydi. Kendi de bu odanın üstünde oturuyordu. Anlaştık. Bir hafta sonra bu odada buluşmak üzere kasabadan ayrıldık.

Bir hafta sonra köyden bir kat yatak, birkaç kap kaşık alarak on metrekare yere dört kişi yerleştik. Köy den getirdiğimiz ekmek ve katıklarımız birkaç gün içinde bitmişti. Ekmeğimizi, yemeğimizi çevreden topladığımız çalı çırpıyı yakarak teneke sobada pişirmek zorunda kaldık.

Okula uyum sağlamamız, günler hatta haftalar aldı. Okul müdürünün haricinde bütün öğretmenler yabancıydı. Çoğu bekardı. Bizim gibi birer odalı bekar evlerinde kalıyorlardı. Onların bizim kılık kıyafetimize ve konuşma tarzımıza alışmaları da epey bir zaman aldı.

Ilık sonbahar günlerinden sonra, yağmurlu, karlı, soğuk kış günleri başlamıştı. Gecelediğimiz odayı ısıtmak kolay olmuyordu. Zaten yakacak odun bulmakta zorlanıyorduk. Akşamları yorganımızın altına sokuluyor, beş numara petrol lambası ışığında derslerimize çalışıyorduk. Bu zorluklar yetmiyormuş gibi, yağmurlu ve çamurlu günlerde, yoldan geçen kamyonlardan sıçrayan çamurlar camsız pencereden yatağımıza ulaşıyordu.

Sabahları kalktığımızda birbirimize bakarak gülüyorduk. Çamurlardan yalnız odanın içini değil, üstümüzü başımızı da kurtaramıyorduk. Üstte oturan evin hanımı ve kızları, iki günde bir kaldıkları evin tabanını yıkarlardı. Yukarıdan dökülen kirli sular, aşağıya yani bizim üstümüze akardı. Evde olduğumuz zaman yataklarımızı, eşyalarımızı kurtarmak için oradan oraya taşırdık. Evde olmadığımız zamanlarda, döndüğümüzde bir felaket bizi bekliyor olurdu.

Köyümüz, kasabaya otuz beş kilometre uzaktaydı. Yani normal yürüyüşle yedi saat sürüyordu. Kış günlerinde on saat sürdüğü oluyordu. Yaz-kış, ayda iki defa cumartesi günü öğleden sonra yola çıkar; gece yarısı köye varırdık. Annemiz çamaşırımızı yıkar, ekmeğimizi  pişirirdi. Pazar öğleden sonra, hiç dinlenmeden kasabaya dönüş yolculuğu başlardı.

Birinci sınıfı, bu olumsuz Şartlara rağmen zayıfsız ve ikmalsiz geçtim. Karnemi alarak sevinç ve gururla köye döndüm.

DEVAM EDECEK

2

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

Bir yorum var

  1. Harika ilerliyoruz

    0

Bir cevap yazın