1962 yaz tatilinde köyüme döndüm. Eşim Nariye ile tanıştık; kısa sürede evlendik. Okulların açılmasına yakın bir zamanda, eşimle birlikte Mollabaki Köyü‟ne döndüm. Köy, merkeze beş kilometre uzakta, güzel bir köydü. Ortasından, Murat Nehri’nin bir kolu olan Badişan Çayı geçiyordu.

Köyün sahibi ve yıllarca değişmeyen muhtarı Kamil Bey’di. Kamil Bey’in benim yaşımda oğulları olduğu gibi, üç tane de okula kayıtlı çocuğu vardı. Kültürlü ve bilge biriydi. Köydeki en ufak sorunla ilgilenir, kimseyi kırmadan herkese yardım etmek için adeta yarışırdı. Bana da güvence veriyordu.

Okulun bütün ihtiyaçlarını kısa sürede gidererek derse başladım. Okul binası tek dershaneliydi, öğretmen lojmanı da okula bitişikti. Öğrenciler, birinci sınıftan dördüncü sınıfa kadar bir arada ders görüyordu.

Bu köydeki birinci yılımda, tek öğretmen olarak çalıştım. İlk  oğlumuz  Ertan,  27  Mayıs  1963’te    burada dünyaya  geldi.  İkinci  yıl,  yanıma  ortaokul  mezunu  bir vekil öğretmen verildi. Vekil öğretmen, benden daha genç ve çok tecrübesizdi. Buna rağmen yüküm biraz olsun hafiflemişti.

Gündüz okuldaki derslere ek olarak akşamları yetişkinlere okuma yazma kursları veriyordum. Öğrencilerle tiyatro ve koro çalışmaları yapıyordum. 23 Nisan Ulusal Egemenlik Çocuk Bayramı’nı kutlamak için aylar önceden hazırlıklara başlamıştık. Bayram kutlamalarına, velilerin dışında, kasabadan Kaymakam, Belediye Başkanı, İlköğretim Müdürü ve pek çok öğretmen davet edilmişti.

Gün gelip çatmıştı. Bütün davetliler okulda toplanmıştı. Çevre Şartlarının elverdiği şekilde hazırlanan sahnede kutlama programı başladı.

Davetliler arasında bulunan ve aynı zamanda yerel bir gazetenin muhabiri olan öğretmen, o günü şöyle anlatmıştı:

Bir Köy Okulu

(Bu yazı, Nisan 1964’te Malazgirt ve Bulanık’ta yerel bir gazetede yayımlandı.)

24 Nisan 1964 Cuma günü idi. Kaymakam ve davetlilerle birlikte Malazgirt kazasına 5 km. uzakta bulunan Mollabaki Köyü’ne gittik. Öğretmen ve öğrenciler güler yüzle karşıladılar bizi. Beyaz yakalıklı önlükler tertemizdi. Duruşları bir heykeli andırıyordu. Körpe vücutlarıyla ellerimizi tek tek sıktılar. “Biz köylü çocuklarıyız…” Şarkısını söylüyorlardı. İçim sızladı. Köylü olmak, köyde okumak kabahatti sanki? Kendilerini apayrı sanıyorlardı. Bakışları manalı idi. Piyes yapacaklardı davetlilere. “Acaba muvaffak olabilecek miyiz?” Endişesi vardı yüzlerinde.

Köylüler ve köyün gençleri koşuştular yanımıza. Onlarla hoş sohbet ettik. Okul bahçesinde güzel bir voleybol sahası vardı. Oyun teklif ettiler bize. Çaresiz oynadık. Gençler çok güzel oynuyorlardı. Maşallah dedim içimden. Ne de güzel öğrenmişlerdi voleybol oynamayı. Sportmen olmuşlardı.

Her iki haftaymda yenildik. Bazen gülüyor, bazen şakalaşıyorduk. Oyundan  sonra  salona  girdik.  İlk  göze çarpan, Atatürk büstü ve zevkle tertiplenmiş bir Atatürk köşesi oldu Gülüyordu Atatürk sanki… O da bizim kadar sevinçliydi yapılanlara… Dershaneyi dolaşıyoruz. Her taraf tertemiz. Şahsi gayretlerle yapılmış ders levhaları, bölge haritaları, programlar, tarih ve zaman şeritleri çok güzel, hepsi yerli yerinde. Yaparak, yaşayarak işlemişlerdi derslerini çocuklar…

Saat 15.00’e gelmişti. Piyes İstiklal Marşı ile başladı. Öğretmen Celalettin Ağırbaş, etkili bir konuşma yaparak, mahrumiyetler içerisinde bir şeyler yapmanın insana verdiği kıvancı belirtti ve devamla “Yerimiz darsa gönlümüz geniştir,” dedi. Piyesin, Atatürk tablosuyla başlaması çok hoşuma gitmişti.

Çocuklar, göğüslerinde, SUBAY, TRABLUSGARP,  ÇANAKKALE,  23  NİSAN  1920  gibi  kartona yazılmış levhalar olduğu halde, sırayla Ata’nın hayat hikayesini anlatıyorlardı. En modern okullarda verilen piyeslerden hiç de farklı değildi. Henüz yeni öğrendikleri Türkçeleriyle ne de güzel ifade ediyorlardı meramlarını. Tablonun mahiyeti çok güzel canlandırıldı. Rondlar, oyunlar ve şarkılardan sonra “KORE KAHRAMANI ALİ” piyesi başladı.

Piyes çok canlı ve çekiciydi. Öğrenciler aldıkları rolleri başarı ile oynuyorlardı. Hepsi çok iyi çalışmışlardı. Utangaç değillerdi. Film sahnesindeki gibi hareket ediyorlardı. Sözleri tok ve tesirliydi. Her şeyleri düz- gündü. Köy çocuğundan istenenden kat kat üstündü.

Bin bir yokluk ve mahrumiyete katlanarak, sahnesini dahi kalas, battaniyelerden, yatak çarşaflarından yapan ve imkansızlıklar içinde imkanlar yaratan bir öğretmenin başarısıydı bu. Gece-gündüz demeden çalışmış, didinmişti.

Bütün çabası belliydi. Cehaleti yok etmek. Köylü vatandaşlarına, hayatı ve yaşamayı sevdirmekti. Onları aydın kişiler yapmaktı. Bir lokma ekmeğini  kazanmak, alın terini silmenin yollarını öğretmekti. Genç neslin yetiştirilmesinde büyük çaba gösteren, ülkü eri öğretmenlerden bir tanesiydi bu.

Bütün meziyetleriyle köylülere tesir etmiş, onlardan istifade etme yollarını öğrenmişti. Öğretmenin bir dediğini iki etmiyorlardı köylüler. Vızır vızır dönüyorlardı öğretmenin etrafında. Örnek öğretmen Celalettin Ağırbaş, nefesini tüketircesine çaba gösteren bir meslektaş. Köyü ve köylüyü sevmiş bir arkadaş. Bu köye ilk sporu, ilk piyesi sokan bir insan. Böyle kıymetleri takdirle anmak, onlara maddi ve manevi hizmetleri esirgememek lazım gelmez mi? Her hususta arkadaşımın başarısına hayranım. Kendisine içten teşekkür eder, bundan böyle daha çok başarılara ulaşmasını dilerim.

Ey bir köy okulunun azimkar öğretmeni Celalettin Ağırbaş, Bu vatan, senin ve senin gibilerin omuzlarında yükselecek bu yurdun temel taşlarına koyacağınız harç sayesinde, aziz vatanın atisi parlak olacaktır.

Sizi hararetle tebrik eder, örnek köy halkınıza saygılarımı sunarım.

Rahim Saltuk-Öğretmen Malaz

 

DEVAM EDECEK