Türkiye Cumhuriyeti’nde Eğitimin Aşamaları Nezihe Şirvan (20. Katkı)

GİRİŞ

Milletlerin tarihi, olaylardan ders alınmadığı sürece tekrarlar. Ders alma ise olayları doğru tespit ve eğitim ile olur. İyi yaşama yöneliş, icatlar hep eğitim ile mümkündür.

Eğitim öncelikle çocukluktan başlar, uzun yıllar isteğiniz sürece sürebilir; temel eğitim haktır. Devletlerin halkına temel eğitim verme sorumluluğu vardır.
*
Türkiye Cumhuriyeti kurulma öncesinde halk, okur yazarlığın, milli ve yaygın eğitimin büyük eksikliğini çekmiştir. Çok dilli, sınıfsal eğitim halka inememiş; halk cahil kalmıştır. Aşağıdaki yazıda Kurtuluş Savaşı sonrası Cumhuriyetin ilk işlerinden birini, eğitimi inceleyeceğiz. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün bir milletin yükselişi için acil gerekli gördüğü eğitimin safhalarını görüp, günümüzle karşılaştırarak, günümüz ve yarınımız için gelişim planları yapacağız. Türkiye’nin 2022 yılı itibariyle eğitim planlamasında aşağıda okuyacağımız kararlılık ve mucize niteliğindeki inkılaplar yol göstericimiz olmalıdır. Bir defa yapılan tekrar yapılabilir. Cumhuriyet ile birlikte, Türkiye’de yaşanan eğitim mucizesi doğru düzenlenmeler ile bu gün de gençlerimize umut verecek, hatta ülkemizin demografik yapısının düzenlenmesine dahi yardımcı olabilecektir… Gençlerimiz Türkiye’de çağdaş eğitime ulaşamadıklarından yakınıyor, maddi imkanı olanlar dış ülkelere gitme yolunu arıyor; okullarımızın eğitim kalitesinde ciddi düşüş yaşanır iken, varılan ümitsizlik döngüsünü kırmak için neler yapılabileceğini geçmişteki eğitim mucizesine dayanarak çözebileceğimizi düşünüyorum. Konu çok çeşitli yayınlarda değişik kapsamlarda işlenmiş olsa da, tekrarında fayda görüyorum. Geçmişten çıkarımlar, bu günün gelişmişlik şartlarında yarını inşa için yol gösterici olacaktır!

Not: Aşağıdaki yazı, internet üzerinden ulaşılabilecek çeşitli yayınlardaki bilgilerin (Atatürk siteleri, wikipedia, ekşi sözlük, Dr. Cemal Avcı, Nazım Peker, Oda tv.) inceleme, derlemesi ve yazarın şahsi düşüncelerinden oluşmuştur.
*
ATATÜRK ve EĞİTİM

Atatürk, toplum hayatını ilgilendiren her konuda öneminden hiçbir şey kaybetmeyen görüşler üretmiştir. Eğitim O’nun en yoğun çalıştığı alanlardan biridir.
Atatürk’e göre, bir milletin hayat mücadelesinde, maddi ve manevi bütün güçlerin arttırılabilmesi, milli eğitimde yüksek bir düzeye erişmesi ile mümkündür. Ancak milli eğitim ile geliştirilebilecek ve yükseltilecek olan genç dimağların, paslandırıcı, uyuşturucu ve hayali fazlalıklar ile doldurulmasından kaçınılmalıdır.
*
Atatürk, Kurtuluş Savaşının en zor günlerinde Yunan Ordusu Ankara’ya doğru ilerlerken dahi eğitime verdiği önemi göstermiş 16 Temmuz 1921 günü Ankara’da bir Maarif Kongresi toplamıştır. Orada toplanan öğretmenlere kısa zaman sonra, yeni nesli yetiştirirken uymaları gereken şu esasları göstermiştir.

1. Eğitim milli olmalıdır.

2. Milli terbiye programında, milletimizin gelişmesine engel olan ve o güne kadar uygulanan eski eğitim içinde yer alan hurafeler ile bize uygun olmayan yabancı etkiler ister doğudan gelsin ister batıdan, bulunmamalıdır.

3. Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara bilhassa varlığına ve birliğine saldıran yabancı güçler ve fikirlerle nasıl mücadele edecekleri öğretilmelidir. Bu bilgilere sahip olmayan fertlerden oluşan toplumlara hayat ve bağımsızlık hakkı yoktur.

4. Geleceğe hazırlanan vatan evlatlarına her türlü zorluk karşısında yılmamaları öğretilmelidir.

5. Aileler de çocuklarının geleceği için hiçbir fedakarlıktan kaçınmamalıdır.

Bu esaslar gösteriyor ki! Atatürk’ün daha Kurtuluş Savaşı sırasında tasarladığı eğitim politikasının asıl hedefi milli, laik, cumhuriyetçi ve çağdaş bir nesil yetiştirmektir. Bu şekilde hem Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri sağlamlaştırılmış olacak, hem de en kısa zamanda çağdaş medeniyet seviyesine ulaşılacaktır.
*
Atatürk’ün eğitimde gerçekleştirdiği en önemli inkılaplardan biri 3 Mart 1924 tarihli Tevhit-i Tedrisat, yani eğitimin birleştirilmesi, kanunla gerçekleşmiştir. Bu kanunla Osmanlı Devleti’n den beri süregelen eğitimdeki ikiliğe son verilmiştir. O zamana kadar ülkemizde bir yanda dini eğitim veren okullar, diğer yanda ise laik eğitim veren kurumlar vardı. Bu kurumlardan her biri kendine göre bir eğitim programı izliyor, sonuçta iki ayrı insan tipi yetiştiriyorlardı. Bu durumun sakıncaları Tevhit-i Tedrisat Kanunu’nun gerekçesinde şöyle ifade edilmiştir: “İki türlü terbiye ve öğretim bir memlekette iki türlü insan yetiştirir. Bu ise duygu birliği, fikir birliği ve dayanışma amaçlarını toptan mahveder, yok eder.”

Son cümleye dikkatinizi çekerim!
*
Atatürk Türk Halkı’nın % 90’ının okuma yazma bilmemesini bir ayıp olarak görmüştür. Bu cehaletin önüne geçmek için yaptırdığı araştırmalarda en büyük etkenin Arap harflerinde olduğunu anlamıştır. 1928’de gerçekleştirdiği Harf İnkılabıyla Türkçe sözcükleri ifade etmekte yetersiz kalan Arap harflerinin yerine Latin harflerini getirmiştir. Ardından bu büyük inkılabı hayata geçirmek için Millet Mekteplerini kurmuştur. Baş öğretmenliğini yaptığı bu okullar vasıtasıyla 1.240.000 kişinin okuma yazma öğrenmesini sağlamıştır. Öncesi %10 olan okuryazar oranı kısa sürede %20’ye çıkmıştır.
*
“Eğitimin gayesi yalnız hükümete memur yetiştirmek değil, daha ziyade memlekete ahlaklı, karakterli, cumhuriyetçi, inkılapçı, olumlu, atılgan, başladığı işleri başarıyla bitirebilecek kabiliyette, dürüst, merhametli, hayatta tesadüf edeceği engelleri yenmeye kudretli genç yetiştirmektir. Bunun için de eğitim programları ve sistemleri ona göre düzenlenmelidir” diyen Atatürk, eğitimin meslek kazandırıcı olmasına da büyük önem vermiş, tapu kadastro, maliye, ticaret, terzilik, sağlık ve bunlar gibi diğer dallarda pek çok mesleki öğretim kurumlarının açılmasını sağlamıştır.
*
O, “En mühim ve feyizli vazifelerimiz milli eğitim işleridir, milli eğitim işlerinde mutlaka muzaffer olmak lazımdır. Bir milletin kurtuluşu ancak bu suretle olur” demekte idi. Eğitimde zafer kazanabilmek için ise cinsiyet ayrımı yapmadan toplumun bütün fertlerinin aynı eğitimden geçmesini öngörmekteydi. Şöyle ifade etmiştir: Bir toplum cinsinden yalnız birinin yeni gerekleri edinmesiyle yetinirse, o toplum yarıdan fazla kuvvetsizlik içinde kalır. Bir millet ilerlemek ve medenileşmek isterse bilhassa bu noktayı esas olarak kabul etmek mecburiyetindedir.” Bu düşünce doğrultusunda uygulanan eğitim politikaları kısa zamanda meyvesini vermiş ve kadınlarda okur yazarlık oranı % 3 iken, birkaç yıl içinde % 10’ları aşmıştır.
*
Atatürk eğitimin milli olması konusunda çok duyarlıdır. O eğitimi, dini eğitim, milli eğitim ve beynelmilel eğitim olarak sınıflandırmakta ve bunların amaç ve gayelerinin farklı olduğunu, toplumu hür bağımsız ve yüksek bir toplum olarak yaşatacak olanın mili eğitim olduğunu kabul etmektedir. Diğer eğitim sistemlerinin geçersizliğini ise 1925 yılında yaptığı bir konuşmada şöyle anlatır: Yeryüzünde 300 milyonu aşan İslam vardır. Bunlar ana-baba hoca eğitimiyle terbiye ahlak almaktadırlar; fakat üzülerek söylüyorum gerçek hadise şudur ki bu milyonlara insan kütleleri şunun veya bunun esaret, hor görü zincirleri altındadır. Aldıkları manevi eğitim ve ahlak onlara bu esaret zincirlerini kırabilecek insanlık meziyetlerini verememiştir. Çünkü eğitimlerinin hedefi milli değildir.”

Atatürk’ün ilkelerinden milliyetçilik, insanın kendi tarihine bağlılığını da ifade eder. Atatürk, milletine ve tarihine bağlılığını, tarih alanındaki çalışmaları ile de gösterecektir.
*
Mustafa Kemal Atatürk, Atatürk olmadan önce ilk gençlik yıllarından itibaren çok okumuş biri idi. Okuduğu kitap sayısının 4 bine yakın olduğunu biliyoruz. Bu kitapların büyük bölümü Anıt Kabir kütüphanesindedir. Atatürk savaş meydanlarına dahi mutlaka kitap sandığı ile giderdi. Uzun yıllar boyunca Asya, Afrika, Avrupa tarihini, yaşam ve idare şekillerini okuyarak düşüncelerini geliştirmiş, kurmakla kendini sorumlu hissettiği yeni Türk Devleti için en iyi idare ve gelişim şartlarını tasarlamıştı. Atatürk kendini bu denli iyi eğitmese idi ne cumhuriyeti kurabilir ne de inkılapları yapabilirdi.
*
Atatürk öğretmenlerden beklediklerini şöyle ifade etmiştir: Öğretmenler! Yeni nesli Cumhuriyetin fedakar öğretmen ve eğitimcileri olarak sizler yetiştireceksiniz ve yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti sizin maharetiniz ve fedakarlığınızın derecesiyle orantılı olacaktır. Cumhuriyet fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister. Yeni nesli, bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir. “İsterim ki daima idealimi gençlere aşılayasınız ve daima korumak hususunda çalışasınız.”
*
Adım adım özgürlük, tam bağımsızlık yolunda ilerler iken eğitimdeki eksiklikler ve ihtiyaçlar tespit edilmekte idi.

ATATÜRK’ÜN EĞİTİM LİDERLİĞİ

Atatürk içinde bulunduğu toplumun eğitim sistemine, gençliğinden beri eleştirel bir gözle bakmış, gözlemleri ve teşhisleri, gelecekte eğitim alanında yapmayı düşündüğü köklü değişiklikler için ışık olmuştur.

Tespitleri:

Toplumumuzda yaygın bir bilgisizlik vardır:

“Milletimizi yüzyıllarca başkalarının hırs ve faydalanma aracı kılan en büyük düşmanı bilgisizliktir. Milletleri yüzyıllarca kendi benliğine sahip yapmayan, milleti ihtiyatsız bulunduran hep bu bilgisizliktir. Hükümdarların, şunun-bunun, milleti esir gibi, köle gibi kullanmaları, bütün arazileri kendi özel arazileri gibi saymaları hep milletin bu bilgisizliğinden istifade edebilmek sayesindedir. Gerçek kurtuluşu arıyorsak, her şeyden önce, bütün kuvvetimiz, bütün suretimizle bu bilgisizliği yok etmeye mecburuz. Burada bilgisizliği sadece okuma yazma manasında almıyoruz.

Eğitim-Öğretim yöntemlerimiz uygun değildir:

Atatürk öğrencilik hayatında baskıya-kısmen serbestiye dayanan, pasif etken, ezberci, deneyci eğitim öğretim yöntemlerini bizzat yaşamış; Türk çocuklarının, gençlerinin nasıl yetiştiklerini ve bunun ne gibi sonuçlar verdiğini incelemiş, gözlemlemiştir. Temmuz 1921’de savaş sürerken Ankara’da Maarif Kongresini toplaması bu yüzdendir. biliyordu ki savaş bittiği anda en önemli savaş, onun deyişi ile “Eğitim Seferberliği” başlayacaktır ve bu seferberlik için eğitim kadrosuna ihtiyacı vardır, çalışmalara bir an önce başlanmalı, yön yöntem belirlenmelidir. Kongrede tespitlerini şöyle özetlemiş ve açıklamıştır:

“Şimdiye kadarki eğitim usullerinde görülen yanlışlar
1. Çocuklarımız Üzerinde Aile Baskısı Vardır: Çoğu ailelerde öteden beri kötü bir alışkanlık var. Çocuklarını söyletmez ve dinlemezler; lafa karışınca “sen büyüklerin konuşmasına karışma” der sustururlar. Küçüğün büyük yanında konuşması saygısızlık olarak kabul edilir. Ne kadar yanlış hatta zararlı bir hareket.
2. Eğitim sistemimiz milli değildir. Atatürk’ün sözleri ile: “Terbiyedir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı yüksek bir toplum olarak yaşatır veya milleti kölelik ve yoksulluğa terk eder.” Yüzyıllardır milletimizin üzerinden eksik olmayan felaketlerin temel sebeplerinden biri de eğitimimizin milli olmayışıdır, der.
3. Eğitimde istikrarlı bir politikamız yoktur: Atatürk Osmanlı eğitiminin son dönemleri için 1923’de şu teşhis ve tespitte bulunmuştur. ” Her Maarif Nazırının, Vekilinin birer programı vardı. Memleketin maarifinde çeşitli programların uygulanması yüzünden öğretim berbat bir hale gelmiştir.
4. Atatürk, her Nazırın başka bir program uygulattığını söyledikten sonra eğitimimizin amacının kendini ve hayatı bilmeyen, her konuda yüzeysel bilgi sahibi tüketici insan yetiştirmek olduğunu tespit ettiğini de eklemiştir.

“Bütün bu uygulama ve programlar ne veriyordu? Çok bilmiş, çok öğrenmiş bir takım insanlar… Ama neyi bilmiş? Bir takım nazariyatı bilmiş! Fakat neyi bilmemiş? Kendini bilememiş, hayatın ihtiyacını bilememiş ve aç kalmış, sefalete fakirliğe mahkum olmuş! “

Sorunlara Eğitim İlkeleri’nin Işığında Çözüm Getirmesi:

Atatürk’ün mevcut eğitim sorunlarını çözmede ve gelecekteki eğitim uygulamalarını şekillendirmede ortaya koyduğu eğitim ilkeleri şunlardır:

1. Eğitim milli olmalıdır. Bu milli eğitim gelecek nesillere kuvvetli milli his aşılamalı, milli birlik ve beraberlik duygusunu kuvvetlendirmeli ve toplum ihtiyaçlarına uygun olmalıdır.
2. Eğitim bilime dayalı olmalıdır.
3. Öğretim tek olmalıdır. Bir ülkede farklı farklı temel eğitim verilmesi o ülke içinde birbirine zıt görünümlü insanlar yetiştireceğinden toplumsal huzurun bozulmasına neden olur.
4. Eğitim işlevsel olmalıdır, öğretilenlerin toplum hayatında kullanılması önemlidir.
5. Eğitim meslek kazandırmalıdır.
6. Eğitimde cinsiyet farkı gözetmeden her iki cins de eşit hak ve imkanlardan faydalanmalıdır.
7. Eğitimde fırsat eşitliği sağlanmalıdır.

Atatürk bu ilkeleri belirlerken gelecekte nasıl bir Türk insanı istediği de kendiliğinden ortaya çıkıyordu. O ümmetçi bir toplum anlayışından Türk milliyetçiliğine, tebaa anlayışından halkın egemenliğini temel alan bir düzene geçilmesinde en başta gelen öğenin eğitim olduğunu biliyordu.

Atatürk’ün eğitim sorununa getirdiği çözüm önerileri çağdaş, akılcı, milli, bilime dayalı ve uygulanabilirdi. Bu da Atatürk’ün bir lider olarak Türk Milleti’ni ne kadar iyi tanıdığını da göstermektedir. Atatürk’ün eğitim sorunlarına çözüm önerileri uygulamalar için temel, gelecek için de örnek olmuştur…

Eğitim Milli-Ulusal Olmalıdır

Atatürk Mart 1923′ de Konya gençlerine yaptığı bir konuşmada milli terbiyenin ne olduğunu anlatmaya çalışır:

“Aydınlarımız milletimizi en mesut millet yapayım der, başka milletler nasıl olmuşsa onu da aynen öyle yapalım der; lakin düşünmeliyiz ki böyle bir nazariye hiç bir devirde muvaffak olmuş değildir. Bir miller için saadet olan bir şey diğer millet için felaket olabilir. Aynı sebep ve şartlar birini mesut ettiği halde diğerini bedbaht edebilir. Onun için bu millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, buluşlarından ilerlemelerinden yararlanalım. Lakin unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkartmak zorundayız.

Eğitim Bilimsel Olmalıdır

Atatürk bilimin her alanda olduğu gibi eğitimde de bize tek rehber olması gerektiğini söylemiş, eğitim tarihimizde yepyeni bir çığır açmıştır.

Eğitim Karma Olmalıdır

1 Mart 1923’de TBMM’ni açarken yaptığı konuşmada eğitim birliği konusunda açık direktifler verdi. “Memleket çocuklarının eşit şekilde ve ortak olarak elde etmeye mecbur oldukları ilim ve fenler vardır. Yüksek meslek ve ihtisas erbabının ayrılabileceği öğretim derecelerine ulaşıncaya kadar, cinsiyet farkı gözetmeden eğitim ve öğretimde birlik, toplumumuzun ilerlemesi ve yükselmesi açısından çok önemlidir.”

Eğitim Uygulamalı Olmalıdır

Eğitim işe yarar, üretici ve hayatta başarılı olacak insanlar yetiştirmelidir. Atatürk Osmanlı’nın Duraklama ve Gerileme dönemlerinde rağbet edilen mesleklerin memuriyet olduğunu ve bu nedenle ticaret ve sanayinin Rum, Ermeni, Yahudilere kaldığını görmüş; gerilememizin en önemli sebeplerinden bir olan memur olmaya aşırı düşkünlüğü kaldırmaya çalışmış ve eğitimimize yeni ve aktif insan tipi yerleştirmeyi hedef göstermiştir. 1931’de aynen şöyle der:
“İlk ve orta öğretim mutlaka insanlığın ve medeniyetin gerektirdiği ilmi ve tekniği versin, fakat o kadar pratik bir tarzda versin ki, çocuk okuldan çıktığı zaman aç kalmaya mahkum olmayacağından emin olsun.”

Eğitimde Köklü Değişiklikler Yapması

Lider kişi yeni yapı ve davranışlar gösterebilendir. Atatürk eğitim alanındaki inkılaplarıyla yeni bir yapı ve davranış oluşturmuş, o güne kadar ki uygulamalar tamamen değişmiştir. Dini eğitim yerine laik eğitim yapılmaya, Arap harfleri yerine Latin Türk harfleri kullanılmaya, metafizik yerine müspet ilim gösterilmeye, Türk dili Arapça, Farsça’ dan arınmaya, Türk tarihi gerçek yönleriyle ortaya çıkarılmaya başlanmıştır.

Eğitimin Laikleşmesi

Atatürk daha Kurtuluş Savaşı yıllarında 1 Mart 1922’de TBMM’de yaptığı konuşmasında milli eğitimin bugünkü haliyle, içtimai ve hayati ihtiyaçlarıyla, çevrenin ihtiyaçlarıyla, içinde yaşadığımız asrın icaplarıyla uyumlu hale getirilmesini istedi.

3 Mart 1924’de Halifeliğin Kaldırılması kanunu ile birlikte, Tevhit-i Tedrisat (eğitimin birleştirilmesi) kanunu da kabul edildi ve bu konuda medreseler önce MEB’e (Milli Eğitim Bakanlığı) devredildi, sonra da kapatıldı. Atatürk Tevhit-i Tedrisat kanununun kabulünden sonra bir yurt gezisinde, eğitim ve öğretim birliğine verdiği önemi yaptığı şu konuşma ile vurguladı:

Eğitim ve öğretimi birleştirmedikçe aynı fikirde, aynı zihniyette fertlerden kurulu bir millet yaratmaya imkan aramak abesle uğraşmak olmaz mı idi? Dünya medeniyet ailesinde saygı toplayan bir yerin sahibi olmaya layık Türk Milleti evlatlarına vereceği eğitimi mektep ve medrese adında birbirine büsbütün başka iki çeşit kuruluşa bölmeye katlanabilir mi idi?”

Arap Harfleri Yerine Latin Türk Harfleri Getirilmesi

Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda nüfusun %90’ı okuma yazma bilmiyordu; bunun nedenini bir dilbilimcimiz şöyle açıklıyor: “Eski yazı ile okuyup yazma güçtü, çünkü Arapça’nın yazılışı Türkçeyi yazmaya elverişli değildi. Biz Arap abc’sini almış, buna sadece Arapça’ da bulunmayan harfleri eklemiş olmakla Türk abc’ sini oluşturmuş olmuyorduk.”

Atatürk’e göre Arap harfleri şu nedenlerle bırakılmalıydı:
1- Türkçe’ ye uygun değildi.
2- Öğrenilmesi zordur, bu toplumda eğitim düzeyinin düşüklüğünün bir nedenidir.

Atatürk Ağustos 1928’de şöyle der: Bir toplumun % 10’u, %20’si okuma yazma bilir, %80-90’ı okuma yazma bilmez ise bu ayıptır. Bundan insan olarak utanmak gerekir. Halbuki bu millet utanmak için gelmemiştir.

1 Kasım 1928’de kanunla yeni Latin Türk Alfabesi kabul edilmiştir. Harf devrimi geniş halk kitlelerinin hızla okur-yazar olmalarını sağlamasının yanı sıra, Türk dili ve kültürünün Arap ve doğu kültürünün etkisinden kurtulmasını da amaçlıyordu.

Yeni Bir Tarih Anlayışının Getirilmesi

Osmanlı tarih anlayışına karşı çıkarak, Türklerin binlerce yıllık bir tarih ve uygarlığı bulunduğunu savunmuş, özellikle İslamiyet’e geçişten önceki dönemler üzerinde çok daha fazla durmuştur. Tüm bu çabalardan amaç, her batılıların tarih, ırk, uygarlık bakımından haksız saldırılarda bulunduğu Türk insanına köklü bir güven duygusu aşılamak, hem de bilim adamlarını yeni araştırmalara teşvik etmek olmuştur.

ATATÜRKCÜ DÜŞÜNCE IŞIĞINDA ÇAĞDAŞ EĞİTİM

Toplum ve birey açısından eğitim, her bakımdan zorunlu bir öğedir. Eğitilmek ve öğrenmek gereksinimi insanın doğasında mevcut olan en temel özelliktir. Milletler için eğitim, varlıklarını sürdürülebilmeleri ve gelişimin sağlayabilmesi için vazgeçilmezdir. Atatürk’ün yaşamı boyunca üzerinde titizlikle durduğu amaç, her bakımdan tam bağımsızlığı yakalamış bir devlet yaratmaktır. O böylece çağdaşlaşmanın ilk şartı olan tam bağımsızlığı gerçekleştirdikten sonra, kurtardığı vatanın ve yeniden kurduğu devletin ilelebet yaşayabilmesi, başka bir ifade ile milli mevcudiyetin muhafaza edilebilmesi için gerekli tedbirleri de almıştır. Atatürk inkılapları adını verdiğimiz bu tedbirlerin gayesi Türk Milletini çağdaş medeniyete bir an önce ortak etmektir.

CUMHURİYET DÖNEMİ EĞİTİM KÜLTÜR İNKILAPLARI

Sistematik tarzda sıralar isek:

A) (3 MART 1924) TEVHİT-İ TEDRİSAT KANUNUNUN KABULÜ

1. Bütün eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır.
2. Devlet eğitimin her çeşidiyle uğraşmaya başlamış, Milli Eğitim Bakanlığı bütün eğitim ve öğretim işlerinin tek sorumlusu haline gelmiştir.
3. Azınlık ve yabancı okulların dini ve siyasi amaçla öğretim yapmaları önlenmiştir.
4. Medreseler kapanmıştır
5. Eğitimde birlik sağlanmıştır. II. Mahmut döneminden beri devam eden eğitim ve öğretim ikiliği bu kanunla sona erdirilmiştir.
6. Eğitimin laikleşmesi adına önemli bir adım atılmıştır.

B) (2 MART 1926) MAARİF TEŞKİLATI HAKKINDA KANUNUN KABULÜ

1. Ülkede ilkokul lise ve yüksek öğrenimin belli esaslara göre düzenlenmesi için 2 Mart 1926’da Maarif Teşkilatı Kanunu (eğitim sistemi yasası) kabul edilmiştir.
2. Devletin izni olmadan okul açılamayacağı belirtilerek, okullarda hangi derslerin okutulacağı belirlenmiştir. Bu esaslara göre yeni Türk Devleti, yeni okullar açmıştır. Öğretmen okullarının sayısı artmıştır. Böylece, günümüzdeki mevcut eğitim ve öğretim sistemimizin temeli bu kanunla atılmıştır.
C) (1 KASIM 1928) YENİ TÜRK HARFLERİNİN KABULÜ

Türk Milleti bu güne değin Göktürk, Uygur, Arap alfabelerini kullanmıştı. 1 Kasım 1928 Latin Alfabesi kabul edildi. Bu tarihten itibaren, yeni alfabeyi öğretme, eğitimi geliştirme, okuma yazmayı yaygınlaştırma seferberliği başladı. Yeni harflere imkansız denilecek kadar kısa bir sürede, büyük gayret ile geçildi. Millet Mektepleri açıldı.

24 Kasım 1928 “Millet Mektepleri Talimatnamesine” ile Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Millet Mekteplerince Başöğretmen unvanını aldı. (24 Kasım 1981’den itibaren Öğretmenler Günü olarak kutlanmaktadır.)
1. Arap alfabesi kaldırıldı.
2. Okuma yazma oranının artmasına ortam hazırlandı.
3. Bu inkılapla, bilim ve teknolojideki ilerlemeler ve kültürel alış verişler daha hızlı ve etkili bir gelişme göstermeye başlamıştır.
4. Batı dünyası ile yakınlaşma yolunda önemli bir adım atılmıştır.
5. Bu inkılabın yerleşmesi ve güçlenmesi için Millet Mektepleri açılmıştır. Bu okullarda yaş sınırına bakılmadan, her yaştan vatandaşın katıldığı okuma yazma seferberliği başlatılmıştır.
6. Bu duruma öncülük etmesi nedeni ile Atatürk’e Başöğretmen denilmiştir. Bu durum Atatürk’ün güçlü inkılapçı bir kişiliğe sahip olduğunu gösterir.

D) (15 NİSAN 1931) TÜRK TARİH KURUMUNUN KURULMASI

Atatürk, birleştirici bir tarih anlayışına sahipti. İnsanın kendi tarihini bilmesi, çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkabilmek için zorunludur; çünkü tarih bilinci milli birliği oluşturur. Atatürk Türk tarihi ile övünmesinin yanı sıra, sebepsiz yapılan savaşların bir cinayet olduğunu kabul ederdi. Bu da insan sevgisini, gösterir. Türk tarihinin İslamiyet’in kabulünden sonraki dönemle sınırlandırılamayacağını ve daha önceki dönemlerde de Türklerin binlerce yıllık bir geçmişi olduğunu ortaya koyarak, Türk Tarihinin dini motiflere bağlı kalmaksızın bir bütün olarak incelenmesi gerektiğini belirtmiştir. Türk tarihinin gerçekçi biçimde araştırılıp yazılmasını böylece gelecek kuşakların doğru bilgilenip bundan gerekli dersler çıkartmalarını savunuyordu… Bu sebeple Türk Tarih Tetkik Cemiyeti’ni kurmuştur. Bu gün bu kuruluş Türk Tarih Kurumu adını taşır. Türk Tarihi’nin Ana Hatları isimli eser yayımlandı.
Bu kurumun oluşturulması ile:

1. Ümmetçi Tarih anlayışına son verilmiştir.
2. Genel Türk Tarihi araştırmayan başlanmıştır.
3. Türk kültürünün dünya medeniyetlerine katkıları belirleme araştırmaları başlatılmıştır.
4. Türkiye’nin en eski halkını oluşturanların araştırılması sağlanmıştır.
E) (12 TEMMUZ 1932) TÜRK DİL KURUMUNUN KURULMASI
Atatürk, milli birlik ve beraberliği sağlayan en önemli unsurlardan biri olan dil konusuna da önem vermiş ve Türkçenin geliştirilmesi için Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ni, bu günkü adı ile Türk Dil Kurumu’nu kurmuştur.

Türk Dil Kurumu’nun kurulma amaçları:

1. Selçuklu ve Osmanlı Devletleri’nde ihmale uğrayan Türk Dilinin öz güzelliği ve zenginliğini ortaya çıkartmak.
2. Türk Dilini yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak.
3. Türkçe kökenli sözcüklerin araştırılması ve bulunmasını sağlamak.
4. Türkçenin bilim dili haline gelmesini sağlamak.
5. Yazı ile konuşma dilini aynı olmasını sağlamak.

Yazarın notu:

Atatürk, Türklerin gerçek anavatanlarını, göçlerini, dünya halklarının dillerinde görünen işaret ve kelime benzerliklerini araştırıyordu. Maya dili ile Türkçenin arasındaki ilinti ilgisini çekmişti. Hasan Tahsin Beyi bu konuda araştırma yapması için Meksika Büyükelçisi olarak atadı. Hasan Tahsin beyi, Güneş-Dil teorisini desteklemeye yönelik şekilde, bir vakitler Pasifik Okyanusunda büyük bir medeniyet merkezi olarak yer alan, sonradan büyük depremlerle sular altında kalarak batmış, kaybolmuş bulunan Mu Kıt’ ası ve bunun üzerinde çok yüksek seviyeye ulaşmış Mu Medeniyeti hakkında bilgi toplamasını, o arada Türklerin Mu kökenli olup olmadıklarını araştırmasını ve ayrıca Türkçe ile Maya dili arasındaki ortak noktaları, birliktelikleri ve varsa örnek ifadeleri sözleri tespit etmesini ister. Meksika’ya giden Hasan Tahsin bey M.Ö. 200.000 ve M.Ö.70.000 yıllarını anlatan bilgi kaynaklarına ulaşır; günümüzden 12.000 yıl önce yok olan yüksek medeniyet merkezi Mu Kıtası ile ilgili bilgiler toplar; O arada İngiliz Albay James Churcward’ın Hindistan’da bulduğu Naakal tabletlerinde yer alan Mu kıtası hakkındaki bilgilere yer verdiği 3 kitabını inceler, fasiküller halinde tercüme yaparak Atatürk’e yollar. Bir süre sonra tercümelerdeki ifadenin yoruma açık oluşu dolayısıyla, yeterli görmeyen Atatürk sonunda kitapları Türkiye’ye istetir. Hasan Tahsin beye Mayatepek soyadı verilir. Maya dilinde tepek, tepe anlamına gelmektedir. Tahsin Mayatepek, Teksas’dan İspanya’ya uzanan coğrafi çizgide bizzat tespit ettiği Türkçe merkezli sözlü örnekler de bulmuştur. Örnekler ayrı bir yazı konusu olabilecek ölçüde geniş olduğu için buraya alamıyoruz. (Tarihçi Sinan Meydan, kitaplarında konuyu işlemiştir).

Atatürk’ün yaptırdığı bu araştırmalar Türklüğün gerçek tarihinin hangi coğrafyalara sahip olduğu ve dünya dillerindeki etkisinin bilinmesi açısından çok önemlidir.

F) MODERN ÜNİVERSİTELERİN AÇILMASI

• Ankara Hukuk Fakültesi 1925
• Yüksek Ziraat Enstitüsü, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, Mülkiye Mektebi (Siyasal Bilgiler Fakültesi)
• 31 Mayıs 1933’de, Darülfünun yerine İstanbul Üniversitesi ve daha sonra İktisat Fakültesi açılmıştır.

G) GÜZEL SANATLAR ALANINDA ÇALIŞMALAR

Milli kültür, manevi özellikler, yaşayış ve davranış şekilleri ile düşünce birliğinden oluşur; yani tüm değerlerimizden oluşur. Atatürk’e göre milli kültür mutlaka yükseltilmelidir. Zira geri kalan ulusların kültürü, güçlü ulusların kültürüne yenik düşmektedir. Çağdaş kültüre sahip olmak bilim, sanat ve teknoloji düzeyine kültürünü yükseltmekle mümkündür. Güzel sanatlar, uygar olmanın belirtisi ve kültürlü insan yetiştirmede bir eğitim aracıdır. Güzel sanatlardan Atatürkçülüğün beklentisi, insanlar arasında sevgiyi geliştirmesi, gelecek kuşaklar için çalışılması ve kalıcı eserler verilmesidir. Sanatçı bunu başardığı oranda ulusuna ve insanlığı hizmette bulunmuş olur. Zira sanatkar insanlığın ortak değeridir. Atatürk gerçek anlamda halkı için çalışan sanatçıya büyük değer vermiştir. Bunu da “Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz, hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz, fakat sanatkar olamazsınız” sözü ile tarihe yazmıştır.

Sanatın toplumun ana damarlarından biri olduğunu da söyleyen Atatürk zamanında işlerlik kazanan kurumlar:
1. Yeni Türk Devleti’nde resim, müzik ve sahne sanatlarıyla ilgili öğretim yapan okul ve enstitüler açmıştır.
2. 1928′ de Mektep-i Sanayi-i Nefise-i Şahane geliştirilerek Güzel Sanatlar Akademisi haline getirilmiştir.
3. 1936′ da Ankara Devlet Konservatuarı açılmıştır.
4. Dolma Bahçe Sarayı’ndaki Veliaht Dairesi, Resim ve Heykel Müzesi’ne dönüştürülmüştür.
1920/1923 Maarif Vekillikleri
1. 04 Mayıs 1920/13 Aralık 1920—Rıza Nur
2. 14 Aralık 1920/20 Kasım 1921—Hamdullah Suphi Tanrıöver
3. 20 Kasım 1921/05 Kasım 1922– Mehmet Vehbi Bolak
4. 05 Kasım 1922/27 Ekim 1923— İsmail Safa Özler
1923/1938 Milli Eğitim Bakanları
1. 30 Ekim 1923/06 Mart 1924 —–İsmail Safa Özler
2. 06 Mart 1924/22 Kasım1925—– Hüseyin Vasfi Çınar
3. 22 Kasım 1925/03 Mart 1925—–Şükrü Saraçoğlu
4. 03 Mart 1925/19 Aralık 1925 —–Hamdullah Suphi Tanrıöver
5. 20 Aralık 1925/01 Ocak 1929 —–Mustafa Necati Uğural
6. 01 Ocak 1929/08 Ocak 1929—– -İsmet İnönü (Vekil)
7. 09 Ocak 1929/27Şubat 1929——-İsmet İnönü
8. 28 Şubat 1929/07 Nisan 1929—–Hüseyin Vasfi Çınar
9. 07 Nisan 1929/10 Nisan 1929—–Recep Peker (vekil)
10. 10 Nisan 1929/15 Eylül 1930——Cemal Hüsnü Taray
11. 17 Eylül1930/27 Eylül 1930——–Refik Saydam (vekil)
12. 27 Eylül 1930/18 Eylül 1932 ——-Esat Sagay
13. 19 Eylül 1932/13 Ağustos 1933—Reşit Galip
14. 13 Ağustos 1933/26 Ekim 1933—Refik Saydam (vekil)
15. 27 Ekim 1933/08 Temmuz 1934–Yusuf Hikmet Bayur
16. 09 Temmuz 1934/09 Haziran 1935-Zeynel Abidin Özmen
17. 09 Haziran 1935/28 Aralık 1938—Saffet Arıkan
*
TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ NDE EĞİTİM MUCİZESİNİN 2 BÜYÜK İSMİ
İSMAİL HAKKI TONGUÇ (Tonguç baba)

İsmail Hakkı Tonguç (1893-24 Haziran 1960) Türk eğitim bilimci, Köy Enstitüleri’nin mimarı ve dönemin İlköğretim Genel Müdürü.

İsmail Hakkı Tonguç, bu günkü Bulgaristan’ın Silistre iline bağlı Totrakan ilçesinin bu günkü adı Sokol olan Tatar Atmaca köyünde 1893 yılında dünyaya geldi. Babası Kırım göçmenlerinden Hacı Velioğlu İdris, annesi Dobrucalı bir Türk olan Vesile Hanımdır. Biri kız 8 kardeşin en büyüğü olan İsmail Hakkı eğitim hayatına kendi köyünde başladı ve 4 yıllık ilkokulu bitirdikten sonra Silistre’de Rüştüyeye devam etti. Oradaki öğrenimi sırasında aynı zamanda köyün değişik işlerinde çalıştı ve tarımla uğraştı.

1914 yılında öğrenimine devam etmek üzere tek başına İstanbul’a gitti, sıkıntı çekti, ardından Maarif Nazırı (Eğitim Bakanı) Şükrü bey tarafından leyli meccani (parasız yatılı) öğrenci olarak Kastamonu Muallim Mektebi’ne gönderildi. 1916’da naklen İstanbul Muallim Mektebi’ne gelerek öğrenciliğine orada devam etti. Muallim Mektebi’nde öğrenciliği, 1. Dünya Savaşı’nın güç yaşam koşullarında geçti. okulu bitirdikten sonra 1918’de Almanya’ya daha üst öğrenim için gönderildi. 1918-1919 yıllarında Almanya’nın Karlsruhe kentindeki Ettlingeb Öğretmen okulunda sekiz aylık bir programa devam etti. 1919 da Anadolu’ya dönerek Eskişehir Muallim Mektebi’nde Resim ve Elişi ile Beden Eğitimi öğretmeni olarak göreve başladı. 1921’de Yunan işgalinden hemen önce Ankara’ya atandı, 1922’de yeniden öğrenim görmek üzere Almanya’ya gönderildi.
*
KARİYERİ

1922 yılından başlayarak 1924 Nisan’ına değin Konya Muallim Mektebi’nde, aynı yılın sonbaharına değin ise Ankara Muallim Mektebi’nde öğretmenlik ve yöneticilik yaptı. Daha sonra kısa bir süre Adana Muallim Mektebi’nde öğretmenlik yaptıktan sonra 1925’de beş yıllığına mesleki eğitim kurumlarında incelemeler yapmak üzere yeniden Almanya’ya gitti. 1925’te Ankara Muallim Mektebi’nde öğretmenlik yaptı, 11 Mart 1926’da Maarif Vekaleti Levazım ve Alatı Dersiye Müzesi Müdürlüğü’ne atanarak merkezdeki yöneticilerden biri oldu. 10 Temmuz 1926 ile 26 Ağustos 1926 tarihleri arasında ilköğretim müfettişleri ve ilkokul öğretmenleri için Ankara’da açılan, İş ilkesine dayalı öğretim kursunda yabancı öğretim üyeleri ile birlikte çalışarak, daha sonra Köy Enstitüleri’nin temel ilkesi, sloganı durumuna gelecek “İŞ İÇİN İŞ İÇİNDE İŞLE EĞİTİM” anlayışını geliştirdi.
• 26 Ocak 1927’de ilkokul öğretmeni Nafia Kamil ile evlendi; aynı yıl Sivas’ta ve Ankara’da ilköğretim müfettişleri için açılan kurslarda öğretmenlik yaptı ve Ankara’da uluslararası ders araç-gereçleri sergisini açtı.
• 1929-1933 yıllarında, diğer görevlerinin yanı sıra Gazi Eğitim Enstitüsü’nde de etkin görevlerde bulundu. Orada hem öğretmenlik hem de Resim-İş Bölümünü kurdu, 1934’te Soyadı Kanunu’yla Tonguç soyadını aldı. 1934-1935 yıllarında Gazi Eğitim Enstitüsü’nde vekil olarak müdürlük yaptı.
• 3 ağustos 1935’te Köy Enstitülerini kurmasına yarayacak İlköğretim Genel Müdürlüğü görevine vekaleten getirildi. Dönemin Kültür Bakanı Saffet Arıkan’a Köy Enstitüleri’nin temelini oluşturacak bir proje sundu.
• 1936’da Kayseri, Çorum ve Yozgat illerini kapsayan bir geziyle, buralarda eğitmen kurslarının açılabilme olanaklarını araştırdı. Temmuz 1936’da da Köy Enstitüleri’nin önceli sayılan ilk Eğitmen Kursu’nu Eskişehir iline bağlı Mahmudiye’de açtı.
• Türkiye’de o dönem okuryazar oranı %10’dan az olduğundan, Atatürk’ün desteği ile okuryazar sayısını arttırmak için eğitmen kurslarında altı aylık bir eğitimle, askerliğini okuma yazma bilen çavuş olarak yapmış gençler eğitmen olarak yetiştirildi ve köylerine eğitmen olarak gönderildi.
• 1937’de Köy Eğitmenleri Yasası çıktıktan sonra, İzmir’de Kızılçullu’da (bugünkü Şirinyer), Eskişehir Çifteler’de ilk köy öğretmen okulları açıldı. 1938’de İlköğretim kurumlarını incelemek üzere Bulgaristan’da, Macaristan’da ve Almanya’da bulundu.
• 28 Aralık 1938’de Hasan Ali Yücel Milli Eğitim Bakanı olduktan sonra, vekaleten yürüttüğü İlköğretim Genel Müdürlüğü görevine asaleten atandı. 17 Nisan 1940 Köy Enstitüleri Kanunu çıktıktan sonra açılmaya başlayan enstitülerle çok yakından ilgilendi. 1946’da görevinden alınışına değin enstitüler için ailesini ihmal eder derecede canla başla çalıştı.
• Kendisini ve bölgelerinde inançla görev yapmakta olan ekibini karanlıkları aydınlığa çevirme yolunda büyük engeller beklemekte idi. Tonguç özellikle kız çocuklarının eğitime alınması ve öğretmenliğe kazandırılması için büyük çaba içinde idi ama bunlar yerine getirilemiyordu.
• İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Tonguç’u 25 Eylül 1946’da görevinden alarak, Talim Terbiye Kurulu üyeliğine getirdi. 1954 yılında da kendi isteği ile emekli oldu.
• Eserleri: Muallim Almanağı, Köyde Eğitim, İlköğretim Kavramı, Canlandırılacak Köy, Mektuplarla Köy enstitüsü Yılları (Ölümünden sonra derleme)

HASAN ÂLİ YÜCEL

Hasan Âli Yücel 17 Aralık 1897 İstanbul doğumlu olup 26 Şubat 1961 tarihleri arasında yaşamıştır. Türk felsefe öğretmeni, eski milli eğitim bakanı, köy enstitülerinin kurucusu olarak tanınır. Baba tarafından Göreleli, anne tarafından ise Japon sularında batan Ertuğrul Fırkateyni süvarisi deniz albay Ali Bey’in torunudur.

Eğitim yaşamını sırasıyla Mekteb-i Osmani, Vefa İdadisi, Cağaloğlu Darülmuallimin-i Âli (yüksek öğretmen okulu) okullarında sürdürdü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi bölümünü bitirdi ve 19 Aralık 1922’de öğretmenliğe başladı. 12 Temmuz 1932 tarihinde Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin (Türk Dil Kurumu) kurulmasıyla Hasan Âli Yücel Etimoloji Kolu Başkanlığı’na getirildi. 1935 yılında Cumhuriyet Halk Partisi’nden İzmir milletvekili olarak meclise girdi ve art arda 4 dönem milletvekilliği yaptı. 28 Aralık 1938’de Celal Bayar hükümetinde 41 yaşında Milli Eğitim Bakanı oldu.
17 Nisan 1940’ta 3803 sayılı Köy Enstitüleri Yasası’nın hazırlık, görüşme ve kabulünde büyük emeği vardır. Üniversite reformu, Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi’nin kurulması; Yüksek mühendis Okulu’nun İTÜ, İstanbul Teknik Üniversitesi’ne dönüştürülmesi ve Ankara Tıp Fakültesi’nin kurulması, Köy Enstitülerinin kurulması, dünya klasiklerinin Türkçe’ ye çevrilmesi ve ilk resmi ve telifli Türkçe ansiklopedi olan İnönü Ansiklopedisi’nin ön çalışmaları hep onun bakanlığı döneminde gerçekleşmiştir.
20 Mayıs 1940’da Devlet Konservatuarının kurulması, Türkiye’nin UNESCO’ya girişi onun çabaları ile olmuştur. Dört yıllık çabaları sonucunda 25 Haziran 1946’da Üniversiteler Yasası çıkartılır. Bu yasayla yüksek öğretim kurumlarının Bakanlıkla olan sıkı bağı önemli ölçüde gevşetilmiş, mevcut kuruluşlar yapısal bütünlüğe kavuşturulmuş; böylece üniversiteye organik bir karakter kazandırılmıştır. Bu yasanın getirdiği bir başka sonuç da, dışarıdan gerilim yerine, içeriden denetimin getirilmiş olmasıdır. Ankara Üniversitesi de bu yasanın sonucu olarak kurulmuştur.
*
Yazarın notu:

Liseyi birlikte okuyan iki can arkadaş, eğitimleri boyunca harçlıklarını biriktirdiler, Liseden mezun olduktan sonra Milli Eğitim Bakanlığı’na gidip, yurtdışında okumaya gönderilmelerini istediler. Parlak notlarla okullarını bitiren gençleri dinleyen Bakan, sözüne başlamadan önce birini dışarı çıkarttı. Odasında kalan gence “Seni gönderebilirim ama arkadaşını gönderirsem dedikodu olur, oğluna torpil yaptı derler, bu yüzden onu gönderemem” dedi… Bakanın oğlu boynunu büktü, “Madem ki öyle benim biriktirdiğim parayı da sen al; hiç olmazsa amacımı kısmen gerçekleştireyim” diyerek yıllardır biriktirdiği tüm parasını arkadaşına verdi… Bakan Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, dedikodu olur endişesi ile yurtdışına göndermediği kişi oğlu sonradan şair olacak Can Yücel; yurtdışına giden öğrenci ise daha sonra dünyanın en ünlü beyin cerrahı olacak olan Prof. Dr. Gazi Yaşargil idi… İbretlik bir anı olması sebebi ile öğrenmek ve/veya hatırlamak yerinde olur.
*
KÖY ENSTİTÜLERİ KURULUŞ VE İŞLEYİŞİ

Köy Enstitüleri, Türkiye’de ilkokul öğretmeni yetiştirmek üzere 17 Nisan 1940 tarihli ve 3903 sayılı yasa ile açılan okul türüdür. ABD’li Eğitim Profesörü John Dewey (1859-1952) 1924 yılında Mustafa Kemal Atatürk tarafından Türkiye’ye davet edildi. Kendisinden “Türkiye de eğitim nasıl olmalıdır” niteliğinde bir rapor hazırlaması istendi. Hazırladığı raporlar Maarif Vekaleti Mecmuasının Mart 1925 No.1 sayısında yayınlandı… Raporlarında, Dewey özellikle kırsal bölgelerdeki okulların toplum yaşam merkezi haline getirilmesi gerektiğini vurguluyordu. Türkiye’de okulun yerel koşullara uyarlanması sorunu eğitim felsefesinin özünü oluşturuyordu. Mezunların aynı anda hem okul öğretmenleri hem de toplumun eğitmenleri olması bekleniyordu. Türkçe çevirisi birkaç kez, 1939’da Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel tarafından yayınlandı. Tamamen Türkiye’ye özgü olan bu eğitim projesini 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü himayesinde, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel bizzat yönetti. İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un çabalarıyla köylerden ilkokul mezunu zeki çocukların bu okullarda yetiştirildikten sonra yeniden köylere giderek öğretmen olarak çalışmaları sağlandı. Öğrenciler kendi okullarını, evlerini kışlalarını, iş yerlerini vs. inşa ettiler ve birlikte yaparak ve yaşayarak üretim ile eğitimi kaynaştırdılar.
*
Köy Enstitüsü Yasası

Madde 1 : Köy enstitülerinin amacı: Köy öğretmeni ve köye yarayan diğer meslek erbabını yetiştirmektir.
Madde 6 : Köy Enstitüleri’nden mezun öğretmenler, tayin edildikleri köylerin, her türlü eğitim ve öğretim işlerini görürler. Ziraat işlerinin fenni şekilde yapılması için bizzat meydana getirecekleri örnek tarla, bağ, bahçe, atölye gibi tesislerde köylülere rehberlik ederler.
Madde 11: Öğretmenlere istihsale yardımcı aletler, ıslah edilmiş tohum, çift ve irad hayvanları, cins fidan gibi istihsal vasıtaları devletçe parasız verilir.
Madde 12: Öğretmenin ve ailesinin geçimine, okul talebesinin ders tatbikatına yetecek miktarda arazi tahsis edilir; der.
• Programa göre ilkokulu bitiren çocuklar sınavla Köy Enstitülerine alınır ve karma eğitim uygulanırdı. Toplam 5 yıl süren öğretim zamanının yarısı kültür derslerine, dörtte biri tarım derslerine ve çalışmalarına, dörtte biri de sanat ya da teknik derslere ve çalışmalara ayrılmıştı. Öğretim süresi en az 5 yıldı ve bu okulu bitirip öğretmen olarak tayin edilenler, Milli Eğitim Bakanlığının göstereceği yerlerde 20 yıl çalışmaya mecbur olacaklardı. Mecburi hizmetlerini tamamlamadan ayrılanlar, devlete tazminat ödeyeceklerdi.
• Okullar tarıma elverişli arazisi olan köylerin yakınında kuruldu. Amaçlarından biri de köylülere alternatif tarım tekniklerini öğretmekti. Arıcılık bilmeyen köylerde arıcılık, bağcılık bilinmeyen köyde bağcılık öğretiliyordu. Enstitüye atanan öğretmen gittiği köyde okul binasını köylülerin yardımıyla yapabilecek kadar inşaat bilgisi de öğreniyordu. Köy enstitüsünü bitiren bir öğretmen sadece bir ilkokul öğretmeni olmuyor, aynı zamanda ziraatçilik, sağlıkçılık, duvarcılık, demircilik, terzilik, balıkçılık, arıcılık, bağcılık ve marangozluk konularını da uygulamalı olarak öğreniyordu.
• Enstitülerin hepsinin kendisine ait tarım arazileri, atölyeleri vardı. Bu sayede öğretmenler kendi okullarını gittiği köyde köylülerin işbirliği ile inşa ediyor ve devletin okul yapmasına gerek kalmıyordu. Köy enstitülerinden mezun olan öğretmenlere yetiştirildikleri branşa ve gönderilecekleri köye göre 150 parçaya varan alet ve edevat veriliyordu. Öğretmenler bu alet edevat ile köylülerin de yardımıyla köy okulunu inşa ediyor ve köylülere hem modern tarım tekniklerini hem de okuma yazmayı hatta müzik aletleri çalmayı öğretiyordu.
• Hasan Âli Yücel Milli Eğitim Bakanlığı döneminde dünya klasiklerini Türkçeye tercüme ettirmişti. Köy enstitüleri öğrencileri her yıl 25 tane klasik romanı okumakla yükümlüydü. Bu sayede zeki köy çocuklarından engin entelektüel birikimleri olan aydınlar oluşuyordu. Bu aydın köy öğretmenleri en az bir tane müzik aletini çalmasını da öğreniyordu. Aşık Veysel köy enstitülerinde müzik derslerinde öğrencilere bağlama çalmasını öğretiyordu.
• Sabahın erken saatlerinde uyanan öğrenciler kızlı erkekli zeybek ve halk oyunları oynayarak sabah sporlarını yapmış oluyorlardı. Daha sonra kahvaltı, ardından zorunlu okuma saati vardı. Kahvaltıyı kendilerinden önce kalkıp fırında ekmek pişiren öğrenci arkadaşları hazırlıyordu.
• Köy enstitülerindeki yaşam eğitim dünyada benzeri görülmemiş bir akıllı projenin ürünü idi; dünya milletleri çapında bir çok akademik incelemeye ve araştırmaya konu oldu.
• Köylerde büyümüş öğrencilere klasik müzik enstrümanları ve geleneksel sazları çalması öğretiliyordu. Hasanoğlan Köy Enstitüsü bu konuda en zengin enstrüman envanterine sahipti. Daha sonra açılan Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’ndeki derslere Ankara Konservatuarı öğretmenleri geliyordu. Köy kökenli öğrencilerden kurulu orkestralar müzik eserlerini seslendiriyordu. Tiyatro kolunda Cüneyt Gökçer yönetiminde klasik eserler sergileniyordu.
• Köy enstitüleri vatanın her köşesine atılmış bereketli, yaşam eğitim, çağdaşlık, gelişim tohumları idiler. Çok kısa sürede Türkiye’de sıçrama yarattılar. Öğrencilerin, öğretmenlerin kendilerine güvenleri, başarılarından gurur duymaları, gelecekteki önlenemez başarıları da müjdeliyordu. Cephelerdeki yaşam savaşını kazanıp cumhuriyete kavuşan halk şimdi de eğitim, refah, çağdaşlık yolunda emin adımlarla ilerliyordu.
• İsmet İnönü 9 Mayıs 1941 yılında “Köy enstitülerini cumhuriyetin eserleri içinde en kıymetlisi en sevgilisi sayıyorum; köy enstitülerinden yetişen evlatlarımızın muvaffakiyetlerini ömrüm boyunca yakından ve candan takip edeceğim” demiştir.

Köy Enstitüleri ad ve kuruluş tarihleri:

Çifteler/Eskişehir……..1939

Gölköy/Kastamonu……….1939
Kepirtepe/Kırklareli……1939
Kızılçullu/İzmir……….1939
Akçadağ/Malatya ……….1940
Akpınar/Ladik/Samsun……1940
Aksu/Antalya…………..1940
Arifiye/Sakarya………..1940
Beşikdüzü/Trabzon………1940
Cılavuz/Kars…………..1940
Gönen/Isparta………….1940
Pazarören/Kayseri………1940
Savaştepe/Balıkesir…….1940
Hasanoğlan/Ankara………1941
İvriz/Konya……………1941
Pamukpınar/Sıvas……….1941
Pulur/Erzurum………….1942
Ortaklar/Aydın…………1944
Dicle/Diyarbakır……….1944
Düziçi/Adana…………..1948 

1940-1946 yıları arasında köy enstitülerinde 15.000 dönüm tarla tarıma elverişli hale getirilmiş ve üretim yapılmıştır. Aynı dönemde 750.000 yeni fidan dikilmiştir. Oluşturulan bağların miktarı ise 1.200 dönümdü. Ayrıca 150 büyük inşaat, 60 işlik, 210 öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santrali, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 3 balıkhane, 100 km. yol yapılmıştı. Sulama kanalları oluşturularak enstitü öğrencilerinin uygulamalı eğitim gördükleri çiftliklere sulama suyu öğrenciler tarafından getirilmişti.

Köy Enstitüsü uygulaması Hasan Âli Yücel’in 1946’da Milli Eğitim Bakanlığından ayrılmasına değin devam etmiştir. Hasan Âli Yücel’den sonra Milli Eğitim Bakanı olan Reşat Şemsettin Sirer zamanında Köy Öğretmen Okullarına dönüştürülmüş sonrasında Demokrat Parti döneminde 27 Ocak 1954’te hepten kapatılmıştır. Kapatıldığı 1954 yılına kadar köy enstitülerinde 1.308 kadın ve 15.943 erkek, toplam 17.251 köy öğretmeni yetişmişti.

Fakir Baykurt, Ümit Kaftancıoğlu, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Mehmet Başaran, Pakize Türkoğlu, Hatun Birsen Başaran, Ali Dündar, Mehmet Uslu ve Dursun Akçam gibi önde gelen yazarlar ve düşünürler bu okullarda yetişmişlerdi.

KÖY ENSTİTÜLERİNİN KAPATILMASI

Köy enstitüleri dış, iç politik, ekonomik sebepler yüzünden kapatılmıştır.
*Dış sebepler: II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru 1945 yılında Sovyetler Birliği lideri Stalin’in Türkiye’den Kars, Artvin ve Ardahan’ı, ayrıca Boğazlarda üs istemesi sonucu Milli Şef İsmet İnönü de ABD’den askeri destek istemiştir. Bu desteği vermeye hazır olduğunu belirten ABD, Truman Doktrini ile finansal yardıma başlamıştı ama karşılığında Türkiye’de serbest seçimlere dayanan demokrasi düzeninin yerleştirilmesini ve Milli Şeflik, 5 yıllık kalkınma planları ve Köy Enstitüleri gibi uygulamaların kaldırılmasını talep etti.
(Truman Doktrini; 1947 yılında ABD Başkanı Harry Truman tarafından Sovyet tehdidine karşı hazırlanmış plandır. Bu doktrin ile ABD komünizm tehdidi altındaki devletlere mali ve askeri yardım yapacağını açıklamıştır.)
*İç sebepler: 1940’larda tek partili sistemden çok partili sisteme geçiş tekrar denenmek istenmiştir, ancak halk çok partili sisteme geçişe henüz hazır değildir. Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel bunu görür ve İsmet paşaya konuyu açar, toplumun çağdaş kültürel değerlerinin yükseltilmesine devam edilmesini, köy enstitüleri çalışmasının daha da yaygınlaştırılması gereğini anlatır. Yakın yıllarda CHP içinden kopacak ve siyasete DP çatısı altında devam edecek, o farklı düşüncede milletvekillerinin aydınlanmacı harekete destek veremeyeceklerini, tam aksine gericiliğin hortlayabileceğini gördüğünü anlatır. II. Dünya Savaşı yıllarında gelişen olumsuz ekonomik ve politik süreç CHP’nin kendi içinde bölünmesini getirmiştir. CHP içinden, Köylüyü Topraklandırma Yasasına da karşı çıkan bir kesim milletvekili gruplaşarak 7 Ocak 1946’da Demokrat Partiyi kurarlar. Bu milletvekilleri içinde Atatürk Devrimlerine karşı olup tek parti yönetiminde bu düşüncelerini açıklayamayanların, siyasi ve toplumsal bir yapı oluşturup, karşı devrim atağı başlatarak köy enstitülerinin kapatılmasını sağladığı iddia edilmektedir. Bu düşünce bizzat Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün eski müdürü Rauf İnan ve Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, tarafından açıklanmıştır. 1945 yılında köy enstitüleri hakkında, komünistlerin, dinsizlerin yetiştiği, fuhuş yuvaları olduğu söylenerek saldırı kampanyaları başlatılmıştı. Parlamentoda bütçe görüşmeleri sırasında milletvekili Emin Sazak’ın “Köylere giden enstitü mezunları kendilerini birer Atatürk zannediyorlar” demesi üzerine Hasan Âli Yücel, “Bu çocukların birer Atatürk olması temenni edilir” şeklinde cevap vermişti.
*Ağalık sistemi. Toprak ağaları arasında adı sivrilen Kinyas Kartal’ın söylediği belirtilen bir cümle de; Kinyas Kartal “Ben toprak ağasıyım, 200′ ye yakın köyüm var. Bu köylerdeki halk bana tapar. Ne işi varsa bana sorar, evlenecek, boşanacak, askere gidecek, mahkemesi nesi varsa gelir bana danışırdı. Ama köy enstitüleri açıldıktan sonra 5 köyüme köy enstitüsü mezunu geldi ve artık kimse bana gelip danışmamaya başladı. Düşündüm ki 200 köyümün hepsine köy enstitüsü mezunu gelirse benim ağalığım ne olur, sıfıra düşer! Böyleyse benim harekete geçmem gerekir dedim ve doğudaki ağalara telefon ettim, onları topladım; bir de batıdan buldum; Eskişehir’den Emin Sazak. Sonra Menderes’e pazarlığa gittik”.

Kinyas Kartal (1900-24 Mayıs 1991) Kürt asıllı Türk siyasetçi
Bugünkü Gürcistan ve Ermenistan sınırları içinde bulunan Buruki Kürt aşireti liderlerindendir. Kinyas adı Rusca da prens anlamındadır. Tiflis Askeri Lisesi ve Bakü Askeri Akademisinde eğitim görmüş, Troçki komutasında Kızıl Orduda görev yapmıştır. 1921 yılını izleyen tarihlerde Bruki aşireti topluca Türkiye’ye göçünce Rus kökenli eşi ile birlikte Türkiye’ye gelmiştir. 1965-80 arası Adalet Partisinden milletvekilliği yapmıştır.
Yazarın notu: Kinyas Kartal’ın farklı konuşmalarında etnik ayrımcılık yapmadığını ifade eden, birleştirici barışcı konuşmalarını okudumsa da burada konu ağalık sisteminin köy enstitüleri üzerine etkisini vurgulamak olduğundan diğerlerinin yazılmasını gerekli bulmuyorum.

*Karşı devrim başlıyor

Köy enstitülerinin gelişimini gören ve bundan rahatsızlık duyan kesimler, köy enstitülerini karalamaya başlarlar… Yücel yenilenen seçimlerin ardından 5 Ağustos 1946’da Milli Eğitim Bakanlığı’ndan istifa eder; yerine Reşat Şemsettin Sirer getirilir. CHP’li vekiller, köy enstitülerine getirilen karalamalar yüzünden Yücel’i partisine oy kaybettirmekle suçlarlar. Kendi partisinden gördüğü tavra DP’liler de büyük katkı koyar. Yücel’in şu sözü çok anlamlıdır: “Köy enstitülerinin bütün günahlarını omuzluyorum; sevabı başkalarının olsun, o kurumların günahı bile benim için onurdur ve o da bana yeter”

Köy enstitüleri DP Milli Eğitim Bakanı Sirer zamanında Köy Öğretmen Okullarına dönüştürülmüş, sonrasında da, yine DP döneminde 27 Ocak 1954′ de hepten kapatılmıştır.
Eğitimin göz bebeği Köy Enstitüleri Truman Doktrini’ ne, toprak reformu istemeyen ağalık sistemine ve oy kaygısı içinde kıvranan siyasilerin emellerine feda edilmiştir.
*
KÖY ENSTİTÜLERİ KAPATILMASA VE TOPRAK REFORMU YAPILSA İDİ

• Köylerde yaşayan halkın eğitim sorunu çözülmüş olacaktı.
• Fırsat ve olanak eşitliği sağlanacaktı.

• Daha nitelikli öğretmenler yetişecekti.
• Ezberleyen öğrenci değil de okuyan üreten düşünen öğrenciler yetişecekti.

• Demokrasi sadece kitaplarda değil hayatın içinde olacaktı.
• Yerinde eğitim öğretim, yörede ekonomik özgürlük sağlayacak, bölge halkı zenginleşecekti.
• Bireysel başarılar değil, grupsal başarılar elde edilecekti.
• Toplumda suç işleme oranı yükselmeyecekti; çünkü çalışan, üreten, kazanan, okuyan sanatla uğraşan insanlar suça gitmezler.
• Cemaatler yeniden açılamayacaktı.
• Devlet denetimsiz cemaat yurtlarında çocuklarımız, sözde dini eğitim adı altında, yoğun baskı altında ezilip, taciz tecavüzlere uğramayacaktı.
• Türk halkı dinini kendi dilinde okuyup anlayarak yaşayacaktı; dini birlik korunacak, tarikatlar kurulamayacaktı.
• Türk dili ülke genelinde kırsal kesimde de düzgün yazılıp konuşulabilecekti.
• Kırsaldaki halkımız sanata daha yakın olacak ve sanat eğitimi de alabilecekti.
• Laik, bilimsel, sanatla yoğrulmuş, yaşam becerisi kazandıran eğitim sonucu gençler bağımsız akıl ile her yönden gelişeceklerdi.
• Gençler doğdukları coğrafyada uygun iş şartları yaratacaklar, hayatlarını ait oldukları topraklarda kazanacaklardı;.
• Köyden kente iş arayışı, göçler olmayacaktı.
• Çocuklarımız bu günkü gibi sadece matematik problemlerini hızla çözen robotlara dönmeyeceklerdi.
• Gençlerimiz milli birlik, vatanseverlik kardeşlik duyguları ile bilim ışığında çağdaş uygarlığa yetişebileceklerdi.
• Doğduğu yerde istediği derecede okuyan öğrenciler yurt dışında yaşama hevesine kapılmayacaktı; beyin göçleri olmayacaktı.
• Toprak ağalarının köylü üzerindeki baskısı son bulacak köylü kendi toprağını ekip biçecekti.
• Ağalık sistemi yerine devletin hukuku, esirgeyici eli egemen olacaktı.
• Ziraat bilinçli yapılacak, çiftçi ekim dikim ve alımlarda desteklenecekti.
• Halk cumhuriyetin kazanımlarını bizzat yaşayabilecek, cumhuriyeti sevecek , korumaya özen gösterecekti.
• Ülkede genel huzur ve barış ortamı yerleşecekti.
• Tarikatların yerine bilimsel eğitimin işlerliği aydın beyinlerin gelişmesine imkan verecekti.
• Çalışan ve kazanan coğrafyada yaşayan insanlar geleceğinden endişe etmez, eşit haklar ile devlet desteği gören halk ayrımcılık hissetmeyecekti.
• Ülkenin hiç bir yerinde ayrımcılık olmayacaktı, Kürt sorunu yaşanmayacaktı; dağa çıkmalar, terör örgütlenmeleri yaşanmayacaktı;
• Terör eylemlerine bağlı olarak binlerce insanımız ölmeyecek, askeri harcamalarımız olmayacaktı.
• Ülkemiz kendine yeten ülkeler arasında ilk 5’e yükselmiş iken yıl 2022’de dışarıdan et, ot, canlı hayvan, saman, tahıl, vs. temel gıda ürünlerini dahi ithal eden ülke olmayacaktı.
• Not: Toprak reformu ve ağalık sistemi, eğitimin dışında gibi görünse de, köy enstitüleri ile doğrudan ilintili olduğu için konuya dahil oldu.
*Köy enstitülerinin kapatılması Türkiye’nin laik akılcı eğitim hayatına, milli birlik duygularının daha pekişeceği sosyal hayatına, gerçek demokrasiye geçişin dibine konan dinamit olmuştur. İnkılaplardan fiziken uzaklaşılmış, adları kitap sayfalarında kalmıştır.
*
Eğitimde yakın geçmiş: 1960’lı yıllarda okullarımızda sınıf seviyesine göre belirlenen, kontrolden geçen tek tip kitaplar okutulurdu, müfredat tekti; çocuklar köyde de şehirde de eşit seviyede eğitim görürlerdi. Köylerde fedakarca eğitim veren öğretmenler çocukları şehirli seviyesinde yetiştirmeye özen gösterirdi; öğretmenler köylerde sevilir sayılırdı. Öğretmen bilgili insan kabul edilip danışılırdı. Yıllar içinde eğitim kalitesi bozuldu, kitaplar kontrolden çıktı, aynı yaş gruplarında farklı konular işlenmeye başlandı; değişen milli eğitim bakanları, kendi müfredatını uygulamaya başladı, eğitimde birlik de dirlik de bozuldu. 1970′ li yıllara geldiğimizde, devlet elinde ve bedava olması gereken eğitim kısmen özel sektöre bırakıldı, önce özel üniversiteler açılmaya başlandı, sonra liseler ve ilkokullara kadar indi. Parası olan aileler, çocuklarını özel okullara göndermeye başladı. Bu topraklarda doğmuş çocukların en temel hakkı olan bedava eğitimde fırsat eşitliği yok oldu. Eğitimde hem öğretmenler hem de öğrenciler sınıfsal farklılıklara sahip oldular. Zenginlik fakirlik, bölge farklılıkları çocukları dahi böldü. Eğitim öğretim süreci gün günden kötüye gitmekte. Mecburi eğitim önceleri 5 yıl iken, sonraları 8 yıla çıktığında sevindik. Gelişmiş ülkelerde temel eğitimin 8-12 yıl olduğunu biliyoruz. Türkiye’de yakın yıllarda 4+4+4 e indi. Çocuk ilk 4 yıldan sonra okulu bırakabilir oldu… Her yıl yeni bir uygulama geliyor. Ortaokul, lise, üniversite sınavları eşitliksiz ve daima değişen kurallar ile uygulanmaya devam ediyor. Hatta sorular çalınıyor, okullara haksız kayıtlar yapılabiliyor. Parası olan çocuğuna bir miktar iyi eğitim aldırabiliyor. Çok sayıda üniversite açıldı, ama üniversitelere kaliteli öğretmen bulunamamakta. Özellikle doğudaki üniversitelerde pek çok dersler boş geçmekte, öğretmenleri yok. Üniversitelerimizin başarı grafiği devamlı düşüş halinde. 2000 yılında doğan gençler bugün içine doğduğu ülkeyi sevmiyor, ilgisiz, gitmeyi kolluyor. Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan beri en zor yıllarını yaşıyor. İnsanların ümitleri kayboldu. Eğitimli gençlerimiz dahil büyük bir işsiz ve yoksul ordusuna sahibiz. Köklü çareler arıyoruz.
*
1982 T.C ANAYASASI’NDA EĞİTİM
Kanun numarası : 2709
Kabul tarihi : 18/10/1982
Resmi gazete yayım : 09/11/1982
Yayımlandığı düstur : Tertip 5, cilt 22
Eğitim ve Öğretim Hakkı ve Ödevi
Madde 42 Kimse eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılamaz.
Öğretim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir.
Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetin ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.
İlköğretim kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve Devlet okullarında parasızdır.
Özel ilk ve orta dereceli okulların bağlı olduğu esaslar, Devlet okulları ile erişilmek istenen seviyeye uygun olarak kanunla düzenlenir.
Devlet maddi imkanlardan yoksun başarılı öğrencilerin, öğrenimlerini sürdürebilmeleri amacı ile burslar ve başka yollarla gerekli yardımları yapar. Devlet, durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları topluma yararlı kılacak tedbirleri alır.
Eğitim ve öğretim kurumlarında sadece eğitim, öğretim, araştırma ve inceleme ile ilgili faaliyetler yürütülür. Bu faaliyetler her ne surette olursa olsun engellenemez.
Türkçeden başka hiç bir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dil olarak okutulamaz ve öğretilemez.
Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tabi olacağı esaslar kanunla düzenlenir. Milletlerarası anlaşma hükümleri saklıdır.
Madde 58: Devlet, istiklal ve cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müspet ilim ışığında, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetişme ve gelişmeleri sağlayıcı tedbirleri alır.
Devlet gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır.
1982 T.C Anayasası eğitim hakkında bunları yazıyor…
*
Türkiye Cumhuriyeti’nin bebeklik yıllarındaki gelişim ataklarını özetle ama yeterli olabilecek detayda gördük; 1946 sonrasında eğitimin gittikçe çöküşünü yaşı yetenler izleyerek, yetmeyenler okuyarak öğreniyor. Giderek artan zorluklara aradığımız çare Türkiye’nin acilen kuruluş ayarlarına dönmesindedir. Gelişmiş dünya milletlerinin medeniyet seviyesi esas alınarak eğitimde ve tüm branşlarda yeni atılımları yapabilecek şartlar oluşturulmalıdır.

Eğitim öğretim okumak isteyen her bireye bedelsiz olmalı. Mecburi eğitim seviyesi yükseltilmeli. Devlet öğrenci yurtları yeterli sayıda ve mutlaka açılmalı, hiç bir genç devlet denetimsiz yurtlarda veya evlerde kalmamalı. Maddi durumu uygun olmadığı tespit edilen başarılı öğrenciler için geri ödemesiz devlet bursu verilmeli. Öğrencilerin sağlık hakları düzenlenmeli. Öğretmen ve öğrencilerin milli birlik şuuru içinde, anayasada da gösterildiği şekilde Atatürk ilke ve inkılaplarına uygunluğu gözlenmeli.
Geleceğin meslekleri tespit edilip hangi mesleğe ihtiyaç var ise ona göre öğrenci yetiştirilmeli.
Meslek liseleri, teknik liseler açılmalı. Daha az üniversite daha çok meslek okulu olmalıdır ki, gençler lise dengi bir okuldan meslek erbabı, teknik eleman olarak hayata atılabilsin.
Tüm gençlerin imam olamayacağı kabul edilerek, imam hatip lise sayısı ve alacağı öğrenci, ülkenin ihtiyacını, karşılayacak düzeye indirilmeli.
Ana sınıfı öğrencilerine kadar inen kıyafette kapanma ve din ağırlıklı eğitim öğretim terkedilmeli. Bilim insanları 11 yaş altı çocukların dini konuları, cennet cehennem, kavramlarını anlayamıyacağını söylemekteler. Küçük çocuklar duydukları kavramlardan korkmaktadırlar. Çok erken yaşta dini terbiyeye tabi tutulmaları onların tüm hayatını olumsuz etkileyecektir, bundan uzak durulması yine devlet eliyle olmalıdır. Laiklik ilkesi mutlaka acilen uygulamaya konmalıdır. Laiklik asla dinsizlik olmayıp, farklı dini inanışta olan veya olmayan, her düşünüşteki kişinin haklarını korur. Devlet de halkının tüm haklarını korumakla sorumludur.
Türkiye’nin kuruluş ayarlarına dönmesi kurtuluşu anlamındadır. Yapılacaklar bu bilinç eşliğinde belirlenmelidir.

Bu coğrafyada yaşayan hiç kimse umudunu kaybetmesin; çok daha zor şartlarda, ölüm kalım mücadelesinden çıkmış küllerinden doğan bir milletin o yıllarda başardığı mucize bugün tekrarlanabilir. İlgili duyarlı her kesime başarı diliyorum.

Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Nezihe Şirvan

3

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

“Fortuna Zakłady Bukmacherskie ️ Informacje O Bukmacherz

“Fortuna Zakłady Bukmacherskie ️ Informacje O Bukmacherze Oferta Powitalna Fortuna Content Czy Zakłady Bukmacherskie Fortuna …

Bir cevap yazın