Geçenlerde yolda karşılaştığım bir arkadaşıma, yüzünde beliren telaşın ve huzursuzluğun nedenini sorunca, bana: “Yasadan kaçıyorum, dedi ve “Hayatımda köşe bucak saklanacağım alkımımdan geçmezdi,” diye devem etti.
Anlatımına göre suç: İktidar sahibi kudretli birine hakaret etmek… Suçun oluşma aracı ise, mavi renkli bir butondan karşıt beğenisini dile getirmekmiş… İstenen ceza ise, bilmem kaç aydan kaç yıla kadar özgürlükten men…
Yukarıda sözünü ettiğim olay ve sonucunda oluşan suç ve ceza üzerine, uzun uzun düşündüm. Hala da düşünüyorum.
Böyle bir şeye ne demeli?
Sanırım söylenebilecek ilk söz şudur: Adaletin temeli sağlam değildir. Güven vermeyen bir yapısı vardır. Doğru ile yanlış arasında gidip gelen, oradan oraya kayabilen, daha vahimi gücün emrine amade bir örgütlenme sistemine sahiptir.
-Seni beğenmedim diye, beni cezalandırmak neyin nesi?
Yazılı sözleşmelerde, “Herkese eşittim, herkese hakkını teslim ederim,” diyen bir adalet metni görüyoruz, ama anlaşılıyor ki bu sadece görünürde böyledir. Esas özüyle sahibine hizmet ediyor… Ne yazık ki ilahi adalet de bu çıkmazdan kurtulmuş değil. İnsanlık tarihinin sunduğu örneklerden çıkarabildiğimiz kadarıyla, Tanrı da bütün kullarına eşit ölçüde adalet dağıtmamıştır. Kimine bela, kimine ödül; kimine az, kimine çok; kendi tarafında saf tutanlara refah, ötekilerine acı ve gözyaşı vermiştir.
-Oysa adil olmanın birinci şartı, kendi yaşam hakkımız ile diğerinin yaşam hakkını eş görmek değil midir? Ya da başka şekilde sorarsak: Adalet, hak sahibine hakkını vermek değil midir?
Bugün hemen her yerde, her coğrafyada adaleti tesis etmek için yasalar konulmuştur. Adalet yasalar yoluyla sağlanmaya çalışılıyor. Canımızı, malımızı yasalara teslim ediyoruz. Alışverişte, ticarette, birlikte yaşamada, hırsızlıkta, cinayette, kavga ve tartışmalarda dahi yasalara koşarız. Farklı düşündüğümüzde de onlara başvururuz. Başvuruyoruz ama büyük oranda aradığımızı bulamıyoruz… Genel kabul görmüş haliyle ya da bize öğretilen şekliyle, yasalara yasa oldukları için, eşitlik ve hak dağıttıklarını umarak gidiyoruz, ama böyle bir şey yok… Canı çekip bir dilim baklavayı yiyen çocuğa hırsızlık suçundan ceza verilirken, diğer taraftan tomar tomar çalıp götürene yasanın hükümleri uygulanmadığı gibi, bir de terfi veya ödül veriliyor; vergisi, borcu siliniyor… Sadece bu örnek bile, yasayı uygulama şeklinin eşit olmadığını gösterir ve üstüne üstlük hırsızın iştahını kabartmaktan başka işleve de hizmet etmiyor.
-Ya da uygun olmayan yere park ettiğim için bana ceza yazıp, öte yandan muktedirin aynı yere park etmesine serbestlik tanınırken, yasanın eşitliğinden söz edilebilir mi? Beni en olmadık yöntemlerle engelleyip ötekini koruyorsan, hangi hukuku çıkış yolu görerek üzerinde güvenle yürüyebileceğiz?
Görülüyor ki, yasalar amacına hizmet etmiyor. Yaşamı düzenleme, kurallar belirleme ve adalet için konulmuştur ama esasta kendilerini yapanlara hizmet ederler. Halkın büyük çoğunluğu ile aralarında uçurum vardır.
Çünkü:
-Yasa yapıcı kendi hakkını önceller, yaşam alanının gücünü korur. Satır aralarına gizlenerek yönetimini, hükümetini kollar ve gözetir. Sonra sırası gelirse, halk adına bir şeyler dağıtır.
-Ve vahim olanı ticari bir mal gibi görülmeye başlanıldılar. Kime hizmet edecekleri, kimler tarafından satın alınacakları baştan bellidir.
-Deneyimlerimiz göstermiştir ki, hem duygularımızı hem yargılarımızı dile getirme konusunda bağımlıyız. Yasa yapıcılar dışında hepimiz bu durumdayız. Böyle olunca da yükün altında çöken ve kuşatılan birey, ne gücünü ne de bilincini anlayabiliyor. Bize sadece boyun eğmek kalıyor.
*********
Adaletin bir ucunda da yasa uygulayıcılar yer alır. Bunlardan hak ve hukukun dağıtılmasında önemli role sahip olmaları beklenirken, ne yazık ki bu çabayı göremiyoruz.
-Çünkü yasa uygulayıcı, iyi ve kötüyü, doğru ve yanlışı seçebilme becerisini gösteremiyor. Katilin ne kadar ceza alabileceği yazılıp önüne konulmuştur, ama suçun kaynağıyla, nedeniyle ilgilenmez. Adam adamı öldürmüştür ve öldürmenin cezası bellidir. Hepsi bu… Ya da beni öldürmek isteyene karşı savunma hakkımı kullanıp onu öldürdüğümde, bu eylemimin nedenleri üzerinde düşünme, yanlış ya da doğru olup olmadığı konusunda yargıda bulunma hakkına sahip olamıyor. Çünkü böyle bir misyonu yoktur.
Böyle olunca da:
-Yorum ve bilgi eksikliğine sahip bir yasa uygulayıcısının elinde, hangi yasa olursa olsun anlamını ve değerini kaybeder. Göz, görme yeteneğini ışıkta kazanır. Beyin de, kendi gerçeğine bilgi kaynaklı özgür düşüncenin buyruğuyla sahip olur. Bireyin hakkını geri plana iterek, hükmedenleri (yöneticileri) önceleyerek, devlet ve “büyüklerimizin!” bekası denilerek önyargılı ve taraflı bakış açısıyla, “beni niye beğenmedin?” deyip suç üretiliyorsa, burada adalet yoktur. Yurttaşının hakkını gasp eden, onu dilsiz izansız bırakan bir devletten eşitlik çıkmaz.
-Karşısındakini kolay şekilde ihanetle, karşı gelmekle, hakaretle suçlayan bir hukuk sisteminden, yasaların doğru uygulanışını beklemek saflıktır.
-Yasalar kaynağını doğal yaşamdan almalıdır. Masallar, Tanrıların buyrukları, peygamberlerin sözleri, kurumlar, politikalar yasalara kaynaklık edemezler. Soyut kavramlardan yasalar çıkarmak ve bunları korumak üzere kanun yapmak, doğal hayatın kapsamına girmez.
-Yararsız ve zorlama yasalar, bireyi ya köleleştirerek biat ettirir, ya da canından bezdirdiğinde başkaldırısına neden olur. Y a da bir süre sonra hem kendilerine hem çevrelerine zarar verir hale gelirler.
İşte size bireyi başkaldırıya yönelten yasalardan birkaç örnek:
-Ben düşündüğümü dile getirmeyi seviyorum, ama tehlikeli diye beni engelliyorlar.
-Biat etmek istemiyorum, ama zorluyorlar.
-İnanmıyorum, ama buyruk veriyorlar.
-Ispanaklı börek yemeye bayılıyorum, ama bulandırıyorlar.
-Gözlerimdeki ışıkla, hayatı gerçek anlamıyla yaşamak istiyorum, ama beni boş ve yararsız işlerle oyalıyorlar…
Böyle olunca da, yasaklanan her şey bende yasaklı olana ulaşma arzusunu kamçılıyor…
- Eğitimin Geleceği (2) Haydar Uzunyayla (4. Katkı) - 12 Nisan 2022
- Ahmet Hamdi Bey Haydar Uzunyayla - 26 Mart 2022
- Eğitimin Geleceği 1 Haydar Uzunyayla (2. Katkı) - 16 Mart 2022