Hayat bir nefestir, aldığın kadar…
Hayat bir kafestir, kaldığın kadar…
Hayat bir hevestir, daldığın kadar…
Mevlana
YASAMAN
Odasına girdiğimde iki büklüm olmuş ağlıyordu. Belli ki çok ağrısı vardı. Rahim kanseriydi ve son evresindeydi. Kendisine yardım edip edemeyeceğimi sorduğumda, hayır dercesine başını salladı.
“İsteseniz bile edemezsiniz,” dedi.
“Neden,” dedim, “Nereden biliyorsunuz?”
“Öyle!” dedi, “Biliyorum işte! Rahat bırakın beni. Bana kimse yardım edemez. Hele siz hiç!”
Sesindeki çaresizlik isyankârlığa dönüşüverdi birden.
“Orası hiç belli olmaz,” dedim, sakince.
“Tabii ya!” dedi, “Hiç belli olmaz.” Alaylı bir tavırla. “Söyleyin bakalım, mesela bana bir dua okuyabilir misiniz? Okuyamazsınız öyle değil mi? Çünkü biz ayrı dinlere mensubuz.”
O gün hayatımda ilk kez kendimden büyük olan el çantamın içindeki eşyalarla gurur duydum. Kalabalıktır benim el çantam. İçinde her şeyi barındırır. Bazen taşırken zorlansam da ayrılamam içinde olanlardan. Gariptir belki ama mesela bir Dua kitabı da bulunur. Arkadaşım Emine’nin torun mevlidinden hatıradır çünkü o bana. Bir yerlerde belki birisi için ihtiyacım olabilir diye çantamda gezinir durur benimle.
Hiç tereddüt etmeden sordum. Hangi Duayı istiyorsunuz? “Hemen okuyayım size.”
Yasaman kömür karası gözlerinden akan yaşlarını silerken duyduklarına çok şaşırmış olacak ki, “Şaka mı yapıyorsunuz?” dedi. “Siz Alman değil misiniz?”
“Hayır,” dedim, “Ben Türkiye’denim”
“Ayetel-Kürsi,” dedi, hiç düşünmeden. “Bir de Yasin Suresi.”
“O kolay,” dedim. Annem, çocukluğumda Ayetel-Kürsi’yi öğretmişti bana. Hayat ne garip öyle değil mi? O yıllarda, bu duayı böylesi bir durumda kullanacağım aklımın ucundan bile geçmemişti.
Yasaman’ın dileğini yerine getirdim. Elimi tuttu, titriyordu.
“Ne olur?” dedi, “Bir tane daha!” Kısa bir aradan sonra iç çekti ve ekledi: “Allah’ın bana verdiği en büyük nimet bu olsa gerek. Yabancı bir ülkede, ölüm döşeğinde, ah bana dua okuyacak hiçbir kimsem yok derken, hiç tanımadığım birisiyle karşılaşmak, onunla dualara sarılabilmek ne kadar güzel bir duyguymuş. Şükürler olsun… Teşekkür ederim.”
İranlıydı Yasaman. Annesiyle yaşarken görücü usulü ile eşiyle tanışmış, sonrası biricik annesini Tahran’da bırakıp Hanover’e yerleşmişti. Bu yüzden biraz da buruktu içi Yasaman’ın.
Burada hiç kimseyi tanımayışı, dil bilmeyişi onu oldukça yıpratmıştı. Kırklı yaşlarda gelmişti gurbete. İlk işi dili öğrenmek oldu. Dinine düşkün ve modern düşünceliydi. Çevresinde çok az insan vardı. Tek tanıdığı yan komşusu Naciye adında bir Türk kadındı. Burada ne kadar zormuş insanlarla kaynaşmak deyince aklıma kendi hayatım geldi. Haklıydı Yasaman. Onda kendimi görüyordum. Değişik bir kültüre ayak uydurmak oldukça zordu, hele de dilini bilmiyorsanız.
Eşi Massoud kendinden yirmi yaş büyüktü. Seviyordu eşini. Babacan adam diyordu. Bir gün Massoud hastalandı. Doktorlar prostat kanseri teşhisi koydu. Yaklaşık iki ay sonra da hayata veda etti. Yasaman hepten yalnız kalmıştı. Ülkesine, daha doğrusu annesinin ve dostlarının yanına dönmek için hazırlıklara başladı. Evini satışa çıkardı. Bir çocuk kadar sevinçliydi.
Bir sabah karnında bir ağrı ile uyandı. Yatak kan içindeydi. Kısa bir süre sonra da rahim kanseri olduğunu öğrendi. Hayalleri başına yıkılsa da umudunu hiç yitirmedi.
Ona, bu son yolculuğunda uzun bir süre refakat ettim. Ve bir gün işe geldiğimde Yasaman’ın vefat ettiğini öğrendim. Yatağı toplanmış eşyaları bir kenara koyulmuştu.
Aradan haftalar geçti. Bir gün kapım çaldı. Geleni tanımıyordum.
“Merhaba!” dedi, “İsmim Naciye.”
“Merhaba!” dedim, “Tanışıyor muyuz?”
“Hayır,” dedi, “Ben Yasaman’ın komşusuyum. Size ondan bir hatıra getirdim. Elindeki paketi bana uzatırken, “Yasaman, ölmeden önce bu fideleri size vermemi rica etmişti. Bahçesinin en değerlisi. Karalahana fidesi. Yaklaşık altı fide karalahana. Onları bahçenize ekmek için bu zamanı bekledim.” Ucuna iliştirilmiş bir de ufak bir not vardı. Yasaman’ın kendi el yazısıyla yazılmış muhteşem bir not! Not demeyelim de, bir mesaj!
“Dost! Adresini Naciye’ye ben verdim. Telefon numaranı da! Karalahana fidelerime iyi bak!
Onlar benden sana hatıra! Her baktığında beni hatırla olur mu? Dualarına beni de eklemeyi sakın unutma! Yasaman.”
Hıçkırıklarıma hakim olamadım. Kapımda bir yabancının olması umurumda bile değildi. Ağlamak istiyordum. Hıçkıra hıçkıra ağlamak! Öylesine doluydum ki!
“Ağlamayın ne olur Sevda Hanım,” dedi, omzuma dokunarak. O an kafamın içinde olup bitenleri değerlendirirken, kapımdaki misafiri içeri davet etmediğimi fark ettim. Kendimi toparladım.
“Buyurun,” dedim, “Lütfen içeri girin. Bir çay içelim.”
Naciye teklifimi kabul etti, içeri girdik. Bugüne kadar bahçeme birçok karalahana fidesi dikmiş, lakin bir türlü tutturamamıştım. Naciye, bahçemin en güzel yerine, fideleri kendi elleriyle ekti. Günler geçti, fideler tuttu. Ve Yasaman’dan bana o günden sonra, Naciye adında bir dost, bir de fideleri miras kaldı. Gözüm gibi baktığım karalahanalardan her dolma yapışımda, onlara her bakışımda Yasaman’ı anarım.
Yasaman’ı o günden sonra dualarıma aldım her daim… Hayattan şunu anladım ki kimlerin duasında ne zaman ve nerede olacağımız hep meçhul. Ummadığımız bir anda, ummadığımız kişiler tarafından dileğimiz gerçekleşiyorsa eğer, vardır elbet bir sebebi. Ne mutlu dileği gerçekleşenlere.
Bana hep sorarlar, nasıl bir duygudur yaşanmışlıkların diye? Cevabım hep aynıdır.
“Ah” derim, “Ah bir bilseniz!”
Eminim ki bu dünyada ne çok şeylerden vazgeçerdiniz.
Yasaman’ın anısına sevgi ve saygıyla.
- Sekiz Mart Sevda Akyol Baştımar - 7 Mart 2023
- Gelincik Düşlerim Sevda Akyol Baştımar - 3 Şubat 2023
- Başım Duman Sevda Akyol Baştımar - 23 Ocak 2023
Fevziye Hanım, yaşam aslına bakılırsa o kadar kısa ki…
Acısıla tatlısıyla…
Mühim olan şu kısacık zamana güzel şeyler sıkıştırabilmek, ardımızda güzellikler bırakabilmek. Sevgiyle kucaklıyorum sizi.
Sevda Hanım çok güçlüsünüz. İnanın şu anda ben de ağlıyorum. Güzel yüreğiniz hep sevdikleriyle olsun.
Hüseyin Hocam yaşam böyle bir şey. Bir varız bir yokuz.
Selam gönderiyorum yurduma ve size.
Kaleminize emeğinize yüreğinize sağlık . Sevda hanım her yazınız ile ağlatmak zorunda mısınız?