Sığındığım bu çatı aralığında ölümü bekliyorum. Dışarıda kar yağıyor. Uzun aramalarımdan sonra, kar yağmadan birkaç gün önce bulduğum bu kuytuya, gagamdan geldiğince yiyecek biriktirmiştim. Beni üç beş gün daha götürür. Sonra… Sonra yavaş yavaş gelecek açlık bedenimi soğuturken, dışarıdan gelen çocuk seslerini dinleyerek uykuya dalacağım.
Ben bir bahar günü doğdum. Yumurtamı çatlatmak için yumuşak gagamla ilk vuruşlarımı yaparken, annem de yumurtanın dışından yardım ediyordu. O kadar güçsüzdüm ki! Pespembe tüysüz bir et yumağı. Nerem gaga, nerem kanat belli bile değildi. Sonradan her yıl kendi çocuklarımı izlerken, kendi doğumumu da canlandırdım gözümde. Burada kaldığımız dönem içinde annem ve babam beni önce bulamaç haline getirdikleri mamaları ağzıma vererek, biraz büyüyüp kendi başıma yiyebilecek kadar geliştiğimde, doğal besinimiz olan kurt ve solucanlarla beslediler. Büyüdüm, bir gün anne ve babamın zorlamasıyla uçmayı da öğrendim. Yaşamımın ilk ayları uçma denemeleriyle ve bol bol beslenip göç için bedenimi güçlendirmekle geçti.
Sürümüz her yıl, bu yarım kürede kış başlamadan, soğuğun önünden kaçarak sıcak topraklara uçardı. İlk göçümüze başlamadan önce, o sene doğan tüm yavrular heyecan içindeydik. Acaba bu uzun uçuşa dayanabilecek, son varacağımız yere düşmeden varabilecek miydik?
Sonunda beklediğimiz, göçün ilk uçuşunun başlayacağı büyük gün geldi. Şafakla birlikte uyanmış, sıkı bir kahvaltı etmiştik. Genç kuşlar sürüdeki uçuş düzenine göre, rüzgârlardan en az etkilenecek biçimde konumlandılar. Sürü bizi koruyarak daha az yorulmamızı sağlayacaktı. Sürü önderlerinin işareti ile binlerce kuş göl kıyısından havalandık. İçimiz ve kanatlarımız pırpır ederken mavi göklere doğru yükseldik.
Bazı kuşlar yerden havalanmamıştı. Belki de sonradan peşimizden geleceklerdi. Doğrusu hiç de umursamadım. Biz ilk kez göreceğimiz dağların, ovaların, ırmakların, göllerin ve uzun yolculuğumuzun heyecanı içinde, geride bıraktıklarımıza bir kez bile dönüp bakmadan uzaklaştık.
Sonraki yıllarda geride kalanları bir daha asla göremeyeceğimizi, kalanların yolculuğa dayanamayacak kadar yaşlanan büyüklerimiz olduğunu öğrendim.
Biz kuşlar insanlar gibi değiliz. Doğa her canlıyı ayrı ayrı yontmuş. Yuvadan çıktıktan bir süre sonra kendi anne babamızı, hatta kardeşlerimizi bile tanıyamıyoruz. Yaşam boyu taşıdığımız bir hafızamız yok. Ama bazı türlerimiz yaşam boyu aynı eşle yaşarlar. Bizim türümüz de onlardan…
Bazılarımız yolda kalsa da, kalanlar uçmayı sürdürdüler. Her yıl olduğu gibi, sürünün deneyimli önderlerinin daha önceden bildiği konaklama alanlarına konarak, kalkarak aylar boyunca yaşayacağımız göl kıyısına vardık. Yolda çok zayıflamıştım. Hatta bir ara yolculuğu tamamlayamayacağımı bile düşündüm. Ama gücümün tükenmeye yüz tuttuğu, artık uçmayı bırakmayı düşündüğüm her seferinde, son anda bir konaklama yerine inmiştik. Sürü konaklama yerlerini binlerce yıldır öyle noktalarda seçmişti ki; her göçte en az kayıpla ya bir göl kenarına, ya bir sazlığa yetişebiliyorduk. Ama yine de aramızda göl kıyısına ulaşamayanlar vardı. Yaşlı olduğu halde yolculuğu göze alabilenlerle, yeterince güçlü olmayanlar. Belki de doğa bizi seçiyor. Aramızda en güçlülerin yaşamayı sürdürmesi, yavrularımızın da güçlü kuşlar olmasına yol açıyordur, kim bilir. Yasa belli; güçlü kanatları olan yaşar.
O mevsimde yıllarca birlikte olacağım eşimi de seçmiştim. Artık yavrularımızı dünyaya getirebilirdik. İlk yolculuğumu yaptığım o ilk yılımı hiç unutamadım. Dönüş zamanı gelince sürüdeki yerlerimizi alıp, yine uçtuk. Uzun ama çok uzun süreler boyunca aynı yolda uçan atalarımızın içimize bıraktığı yön bulma duygumuza güvendik. O yıl da bu tarafta, göl kıyısında bıraktığımız kuşlar oldu.
Geri döndüğümüzde aylar önce geride bıraktığımız kuşlar yoktu. Bu yarım kürede güzel bir yaz başlıyordu. Bizim ise yapılacak çok işimiz vardı. Eşimle birlikte yavrularımızı büyüteceğimiz bir yuva yapmaya koyulduk. Yuva yapmayı bilmiyorduk. İçimizden geldiği gibi yuvamızı yaptık. Yuvaların yapımı bittiğinde, nedense tüm yuvalar birbirine benziyordu. Her çiftin içlerinden gelen sesi dinleyerek yaptıkları yuvalar, sanki tek bir kuşun gagasından çıkmış gibiydi. Birbirimizi görmeden aynı yuvaları yapmışız meğer.
O yıl eşimle üç tane yavru yaptık. Eşim yuvada yumurtaların üstünde yatarken, ona yiyecekler taşıdım. Onu besledim. O yuvadayken yakın dallara konup, ona aşk şarkıları söyledim. Bizim en mutlu günlerimizdi, nasıl unuturum?
O tıkırtı nereden geliyor? Bu çatı arasında yalnız olduğumu düşünüyordum. Tıpır tıpır ayak sesleri… Kanatsız bir hayvan bu. Sanırım o ve ailesi, tümüyle güçten düşmemi ya da ölmemi bekliyorlar. Doğanın düzeni bu. Dünyada yaşayan tüm canlılar başka canlıların besini. Yaşam böyle sürüyor.
Evlendiğimizin ilk yılı, kışın geldiğini duyumsamaya başlayınca göç hazırlıklarına başladık. Eşimle yavrumuzun birini yuvamıza saldıran bir yılan yüzünden yitirmiş olsak da, kalan ikisini uçurmuştuk. İkimiz de, sağlıklı güçlü kuşlar olarak, doğanın bize verdiği, canlılığın sürdürülmesi görevini yerine getirdiğimiz için gururluyduk.
Göç zamanı geldiğinde, uzun yolculuğumuza çıkmak üzere hazırdık. İlk o yıl ayrımına vardım, geride bıraktığımız kuşların… Yolun sonuna varamayacağını anlayarak, yola çıkmayan yaşlı kuşlar arkamızdan yaşlı gözlerle baktılar. Umarsız bir kabullenişti bu. Doğa onlara fısıldıyordu.
– Artık uçmamalısın, yola çıksan da varamayacaksın. Senin görevin bitti. Burada kalmalısın.
Neyse ki, biz gençtik. Sağlıklıydık. O günlere gelmemize çok vardı. Önümüzde kuş yaşamıyla, uzun bir yaşam vardı. Sorumluluklarımız vardı bizim… Her ne kadar biraz hüzünlensek de, arkamızdan boynunu bükerek bakakalan kuşları unutmamız uzun sürmüyordu. Kanatlarımızı ilk hava akımına vererek süzülmeye başlayınca, aklımızdan çıkıyordu kalanlar…
O yılki yolculuğumuz öngördüğümüzden uzun sürdü. Bu göç sırasında çok kuş yitirdik. Daha sonraki hiçbir göçümüzde, o yılki kadar kuş öldüğünü görmedim. Felaket yılıydı, bizim için.
Konak yerlerimizden bir gölü insanlar kurutmuşlar. Bu kadar kısa sürede koca bir göl nasıl kuruyabilirdi ki? Her yıl olduğu gibi aynı göle, daha doğrusu eskiden göl olan yere indik. Göl kuruyunca doğal besinlerimiz azalmıştı. Sağda solda kalan küçük birikintilerde yiyecek bulmak için birbirimizle itiştik. Güçlüler daha çok beslenebildi. Doğa her zamanki gibi güçlülerin yaşamda kalmasına izin vermişti. Son konağımızda yaralarımızı sarmaya çalıştık ama azalmıştık.
Yıllar içinde konak yerimizi değiştirmeye çalıştık ama binlerce, on binlerce yıllık göç yolumuzu değiştirmek çok zordu. Ama bizim dünyaya gelişimizin amacı yaşamak ve üremekti. Yine de, elimizden geleni yapmayı sürdürdük.
Eşimle birlikte, o yolu yıllar boyunca, birçok kez kat ettik. Eşim her yıl yeni yumurtalar yaptı, her yıl yeni yavrularımızı uçurduk. Bizim için anayurt yoktu. İki konak yerimiz de ana yurdumuzdu. Gitmek ve dönmek; dönmek ve gitmek… İkisi de aynıydı, bizim için. Farklı olan yalnızca, gidememek yani kalmaktı.
Son bir kaç yolculuğumuzda daha çok yorulduğumuzu duyumsuyorduk, artık. Oysa yol aynı, uzaklık aynı… Ama her göçümüzde sanki yol uzuyor, zaman artıyor gibi geliyordu bize. Son yolculuklarımızdan birinde, konak yerimizde eşimi avcılar vurdu. Eşimin ölüsüne bile ulaşamadım. Kocaman bir av köpeği, vurulan eşimi ağzına alarak koşa koşa avcıya götürdü. Avcı eşimi köpeğin ağzından alırken, ödül olarak köpeğinin başını okşuyordu. Göklerin en yüksek yerine çıkarak ağladım, ağladım. Sesimi bulutlardan başka duyan olmadı.
Göç yolumuzu, üç kez de yalnız olarak uçtum. Artık deneyimli önder kuşlardan biriydim. Deneyimlerime dayanarak, bizi en uzağa taşıyacak hava akımlarını tanıyor, sürüyü en elverişli gökyollarından uçuruyordum. Sürü içinde saygı gören, sözüne güvenilir yaşlı bir kuştum ben. Bir kaç zaman da, bu mutluluğu yaşatmıştı doğa bana. Yolun sonuna gelmeden, yaşamın verdiği küçük bir ödül.
Sonunda yıllarca arkamızda bıraktığımız, dönüşte bulamadığımız kuşların başına gelenler benim de başıma geliyor. Bu yıl kendimi hiç güçlü hissetmiyorum. Doğa benim de kulağıma fısıldamaya başladı. Ben bu yıl, onca yolu kaldıramam. Yorgun kanatlarım beni taşıyamayacak kadar güçsüzleşti. Benim sonum da geldi artık.
Bu yazı yuvada cıvıldaşan yavru kuşları, onların heyecan içindeki uçma denemelerini izleyerek geçirdim. Bu kuşağı gördükçe içim gururla doluyordu. Onlar bilmese de, bizim sayemizde yaşamdalar. Onlar yaşamı sürdürmek için üstlerine düşen görevi yaparken, bizi anımsamayacaklar bile. Ama her biri bizden izler taşıyorlar. Aslında kimse bir yere gitmiyor. Bizim sürümüz tek bir canlı. Biz o canlının parçalarıyız. Sürümüz yaşadıkça biz de yaşayacağız. Her bir kuş biziz. Her kuşun içinde bizden bir parça var.
Sürünün kalkma zamanı yaklaşıyor. Güneş yaşlı bedenimi ısıtırken mutlu ve huzurluyum artık. Eşim ve ben görevimizi yaptık. O avcı vurmasaydı, belki de bu yıl ölümü birlikte bekler, birbirimize sokularak ölürdük. Ama yüzlerce kuşa sıkılan bir tüfekten çıkan o saçma, eşimi seçti. Ölümü yalnız bekleyeceğim.
Sürünün kalkış günü geldi. Genç kuşlar her zamanki gibi en büyük yaygarayı çıkaranlar… Disipline alışmaları bir kaç yolculuk sürecek. Sürüdeki heyecan bulaşıcı gibi. İnenler, kalkanlar, birbiriyle itişenler… Daha önce dışarıdan izlememiştim hiç. Oldukça eğlenceliymiş.
Sürü gökyüzünde giderek uzaklaşıyor. Geriye bakan olmadı ama geriye baksalar gidemezlerdi ki… Geriye bakan ileriye gidemez.
Sürüden kalan yaşlı arkadaşlarımla birlikte olacağımız, bir ay kadar zamanımız var. Havalar iyice soğuyana kadar, bu gölün kıyısında kalacağız. Eski günlerden, anılardan konuşuruz biraz. Oram ağrıyor, buram sızlıyor, diye dert yanarız birbirimize. Gençleri çekiştiririz. Sonra kar yağmadan her birimiz yakındaki kasabada, ölmeye yatmak için bir çatı arası bulacağız. Kasabaya doğru uçuşumuzun, son uçuşumuz olduğunu bilerek…
Ben ilk kez kar gördüm, biliyor musunuz?
- Değişik Bir Staj Öyküsü Serdar Hakyemezoğlu - 20 Mart 2023
- Nasrettin Hoca İncelemesi Serdar Hakyemezoğlu - 18 Mart 2023
- Çorak Köyünün Öğretmeni Serdar Hakyemezoğlu - 23 Kasım 2021
Başlangıçta uzun olduğu için okumaktan vazgeçecektim.Ama kuşun akıcı anlatımı ile yaşamları ve göç durumları ilginç hale geldi.Keyif aldım. Kaleminize ve yüreğinize sağlık.
Çok güzel yazmışsın, biran için o kuşun yerine kendimi koyarak okudum. Her birimiz o kuş gibi değil miyiz? Harika bir öykü tebrik ediyorum,,,
Ne güzel anlatım.Kuslar içselleştirmiş doğanın dengesini.Kurallari var doğanın.En önemlisi de güçlüler yaşar,güçsüzler ölür.Bu arada tüm canlılar doğanın kendisine verdiği görevleri yerine getirirler.Yasamak için beslenir,ürer,güçlü yeni nesiller yetiştirmeye çalışırlar.Bu arada dikkatimi çekti.Hastaligı,ölümü,yaşlılığı ne kadar doğal kabul ediyor ve doğanın isleyısine karşı durmaya çalışmıyorlar.Insanoglu gibi yaşlandıysa genleşmeye,kilolaysa zayıflamaya,gidemeyeceğini bildiği yerlere gitmeye uğraşmıyorlar.Herseyi olağan akışına bırakıyorlar.Eline,emeğine sağlık Serdar kardeşim.
Harika. Çok güzel bir izlenim