Yunan Askerlerinin Bakışıyla Anadolu Harekatı İlyas Küçükcan-Ethem Arı

YUNAN ASKERLERİNİN BAKIŞIYLA ANADOLU HAREKÂTI

Üç Kaynaktan Alıntılar Yayına Hazırlayanlar: İlyas Küçükcan, Ethem Arı.

Neden böyle bir çalışma yaptığımız sorusu akla gelebilir.

Türk Kurtuluş Savaşı bugüne değin yerli ve yabancı yazarlarca, ayrıca savaşı içinde yaşayanlarca neredeyse gün gün, saat saat defalarca yazıldı. Bütün bu gerçeklere karşın ulusal bağımsızlık mücadelemizi yadsıyanlar, “çarpışmadık ki”, “keşke Yunan kalsaydı” diyenler çıkabiliyor. Bu kez savaşı Yunan askerlerinin anılarından oluşan derlemeyle ortaya koyuyoruz. Bir başka deyişle, olaya karşı cepheden bakmaya çalışıyoruz. Kütahya-Eskişehir savaşlarının odağındaki Seyitgazi yöresinin çocukları olarak bu bilgileri toplumla paylaşmanın görevimiz olduğunu düşünüyoruz. Atatürk’ün önderliğindeki ulusal bağımsızlık mücadelemize tanık ya da kanıt mı arıyoruz? Asla! O kendisini tarihin şanlı sayfalarında kanıtlamıştır. Amacımız savaş kışkırtıcılığı ya da Yunan düşmanlığı da değil, sadece bilgi paylaşımıdır. Çünkü, “Yenilmesi gereken en büyük düşman cehalettir (bilisizliktir).” M. Kemal Atatürk.

Çok dar bir çevreye ulaşmış 1932 ve 1943 tarihli kaynakların çeviri dili oldukça eskidir. Dilimizde özleşmenin yeni başladığı yıllara ait olduğundan yabancı dillerden girmiş sözcükler yoğunluktaydı. Notları sadeleştirirken anlam bütünlüğünün bozulmamasına özen gösterdik. Yeni sözcüklerin aynı anlamı vermesi için birkaç kaynaktan doğruladık. Bazılarının karşılığını da ayraç içinde verdik.

Yazıyı üç bölüm olarak hazırladık. A-II. İnönü Savaşı, B-Sakarya Savaşı, C-Büyük Taarruz.

Mustafa Kemal’in komutanlık konusundaki üstün yeteneklerini, kadrosunun yetkinliğini, askerinin inanmışlığını, ulusunun kararlılığını düşmanının tarihe yazılmış kaleminden okumak Atatürk’ün çocukları olarak bizleri onurlandırıyor. Okuma heveslerinize saygıyla.

A- II. İNÖNÜ SAVAŞI

Kaynak: (Nilüfer Erdem, Yunan Tarihçiliğinin Gözüyle Anadolu Harekâtı (1919-1923) Derlem Yayınları, 2010 İstanbul II. İnönü Savaşı’nı yaşayanlardan biri Nikos Vasilikos’dur (356).

13 Mart’ta Eskişehir’in işgali konusunda harekât buyruğu verildiğini, 27 Mart’ta herkesin tümenin Eskişehir’e varacağı konusunda iyimser olduğunu, Ancak Türklerin İnönü mevzilerindeki granitten ve eğilmez direnişinin kimse tarafından hesaba katılmadığını, 28 Mart 1921 tarihinde vahşi bir savaşın başladığını yazan Vasilikos, ilerleyen günlerde de günlüğüne savaşla ilgili izlenimlerini not etmeyi sürdürmüştür (s.357).

30 Mart 1921

Merkezi oluşturan 22. Alay büyük kayıplar vermiştir. Ne yazık ki 3. ve 10. tümenler Poyraz ve Avgın’da korkunç bir mücadele (savaşım) veriyorlar. 28. Alay paniklemiş bir biçimde dağıldı. Kaçaklar ve yaralılar kümeler durumunda gerilere giderek, alayların tutsak düşmesiyle ilgili söylentiler getiriyor ve bu biçimde paniğin ve umutsuzluğun yayılmasına neden oluyorlardı (s.357).

31 Mart 1921

Eskişehir’in alınması ümidi Türklerin direnişi karşısında yavaş yavaş yok olmaktadır. Öğleden sonra saat 17.00’de gerideki birliklerin Pazarcık’a doğru hareketi başladı. Kolordu merkezi de Pazarcık’tadır… Büyük bir çaba ile gece Pazarcık’a varabildik (s.357)

1 Nisan 1921

Tümen yerini koruyor. Ancak 10. ve 3. tümenler büyük bir baskıyla karşılaşıp, büyük kayıplar veriyorlar. Artık harekât (eylemler) herkes tarafından başarısız olarak nitelendirilmeye başlandı. Geriye çekilmeyi işaret eden hazırlık çalışmaları başladı. Her yerde motivasyonsuzluk (ruhsal çöküntü), cesaretini yitirmişlik görülüyor… ve sinirlilik egemen. Birbiri peşine hayal (düş) kırıklıkları getiren haberler dolaşıyor. Pazarcık yaralılarla dolu (s.357)

2 Nisan 1921

Sabah sabah olağanüstü hareket. Geriye çekiliş başlamadan bölükler büyük bir düzensizlik ve gürültüyle toplanıyorlar. Herkes önce kendi kollarının çekilmesi için acele ediyor. Taşıma araçları koşarcasına hareket ediyorlar. Kurmaylar atlarıyla koşturarak kolların acele etmesini tavsiye ediyor ve kurtuluşumuzun hızlı çekilmemize bağlı olduğunu söylüyorlar. Herkesi gizlenmesi olanaksız bir panik sarıyor. İçinde bulunduğumuz ruhsal durumdan ötürü, pek çok kötü söylenti şimşek hızıyla yayılıyor (s.357).

3 Nisan 1921

General Vlahopulos, Türk evinin balkonunda sinirli ve düşünceli bir biçimde gezinirken, gerileyen askerlerin durumuna da göz atıyordu. Gerileyen askerler, O’nu yuhalamaya başlamışlardı… Geridekiler sürekli Türk atlılarıyla savaşıyorlar ve gerileme hızlandırılmalı. Sonunda ayakkabılarımı elime almak zorunda kalıyorum ve çoraplarla yürüyorum. Bir kez daha Yunanların gerileyişte rakipsiz oldukları görüşü ve söylentisini doğrulamış olduk. Yorgun ve acınacak durumda Ay Su hattına çadır kuruyoruz. Mart 1921 harekâtı bu biçimde talihsizlikle son buldu (s.358)
*
Yunan Askeri Pliziyotis’in Günlüğünden II. İnönü Savaşı Aşamaları. Yunan Tarihçiliğinin Gözüyle Anadolu Harekâtı, Derlem Yayınları, Nilüfer Erdem, Ekim 2010 Pliziyotis’in 16 Mart 1921 tarihli günlüğünden Yunan askerlerin savaş istemediği anlaşıldığı gibi , II. İnönü Savaşı’nın aşamaları izlenebilmektedir (s.358).
 
21 Mart 1921

Yarın gidiyoruz, saldırı hazırlığı var. Köyde okul çocuklarını gördüm. Okulu tatil etmişler. Dediklerine göre Patrik ölmüş. Saldırıyı buyuran ölseydi daha iyi değil miydi? (s.358)

23 Mart 1921

Köylerden geçiyoruz. Bayırköy, sonra Kapıcılar ki yanıyor, sonra Yuğurdere, bu da yanıyor. Aşağıda bir başka köy, o da yanıyor. Önümüzde tüfek sesleri, zaman zaman da top sesleri duyuluyor (s.358)
 
24 Mart 1921

Köprühisar’a yeni varmıştık ki, Türk topları başladı. Bizim topçularımız karşılık verdi. Yanlardaki boş köyler yanıyor. Karşımızda bir köy yanıyor. Yanımızdan bir süre önce 27. Alay geçti. Tüm yük araçları tavuk, yumurta, peynir ve bir köy yanmadan önce ne varsa, onunla yüklüydüler (s.358).

25 Mart 1921

İlerliyoruz ve Bilecik’e ulaşıyoruz. Bilecik de bomboş. Aşağıköy’e ulaşıyoruz. Bu köyde boş. Askerin oradan geçtiği belli olsun diye onu da ateşe vermişler. Solumuzda 3. Tümen yürüyor ve onun tarafında da iki köy yanıyor (s.358).

27 Mart 1921

İlerliyor ve bir köyde onu yağmalayacak ve yakacak kadar kalıyoruz. Sonra biraz daha yürüyoruz. Bir köye daha ulaşıp, orada kalıyoruz. Kısa bir süre sonra başlayarak, köy bizi sabaha kadar aydınlattı (s.359).

28 Mart 1921

Kar yiyoruz. Ancak bu susuzluğumuzu kesecek yerde daha da güçlendiriyor. Ayrıca boğazı ağrıtıyor. Hepsinden iyisi de, daha önce bir ölünün bulunduğu yerden kar almak zorunda kalmak (s.359).

29 Mart 1921

Bütün gün savaş iyiydi. Epey bir cesedimiz, daha çok da yaralımız vardı. En azından bunlar gidiyor ve çileden kurtuluyorlar (s.359).

31 Mart 1921

Elimin aşağı doğru düştüğünü ve ağrıdığını hissettim. Yanımdakilerden mendil aradım ve elimi sardım. Bükülmüş bir biçimde tepeden indim. Albay ve doktor buradaydı. Doktor elimi sardıktan sonra “Derbentler boyunca ilerle, ameliyathaneyi bulacaksın” dedi. İki saat sonra ameliyathaneye ulaştık. Ancak ameliyathane gerilemeye başlamıştı. Sürekli yürüyoruz ve onbirde yanan bir köye ulaşıyoruz. Orada ameliyathaneye götürmesi için bizi bir arabaya bindirdiler. Arabada üç sedye vardı. Üçünde de birer asker. Birine nesi olduğunu soracak oldum, ancak yanıt alamadım. Elleri donmuştu. Üçü de ölmüştü. Sonunda ameliyathaneye ulaştık. Yaralı seliydi. Önce kime baksınlar? Soğuk da dehşetli (s.359)

Sakarya savaşında Yunan komuta heyeti. General Papulas (sağdan birinci), Prens Andrea (ortada), ve General Kondulis Eskişehir’de. Fotoğraf: Yunan kaynakları

B- SAKARYA SAVAŞI

Prens Andre’nin Günlüğünden Notlar (Prens Andre Kral Konstantin’in kardeşidir, General, Yunan 2. Kolordusunun Komutanı, Kraliçe Elizabeth’in kayınpederi) Kaynak: Felakete Doğru, Çeviren Hüseyin Rahmi, Askeri Matbaa 1932

14 Ağustos 1921

Eskişehir Afyonkarahisar hattında (çizgisinde) tutunmak tehlikeli; Sakarya’ya sefer düzenlemek ise delicesine bir harekettir (s.75). Yunan tanrıları yok etmek istedikleri insanı önce deli ederler (s.76). Başkomutan Papulas’ın bu deliliğe karşı çıkması zayıf bir olasılıktır (s.78).

15 Ağustos 1921 ve İzleyen Günler:

Sakarya’ya yürüyüş olağanüstü yorucuydu. Büyük bir sıcaklık, toz ve susuzluk yolculuğun güçlüğünü arttırmış; askeri birlikler için son derece güçlüklerle dolu bir ilerleme başlamıştı. Düşman (Türkler) süvarileri yerli küçük ve çevik atlara borçlu olduğu hareket yeteneği ile her dakika başımızın üzerindeydi. Kolordum her zaman kendini kalabalık düşman atlıları tarafından sarılmış buldu (s.92). Bu sarılma özellikle ikmal birliklerinin hareketlerini kısıtlıyordu (s.93).

21 Ağustos 1921 ve sonrası: 

Türkler, bizim yaklaşım ve yürüyüşümüzün gelişimini dikkatle izledikten sonra cephenin batıya olan yönünü güneye çevirmiş; güçlendirilmiş yeni hatlara yerleşmiştir (s.101). (Not: Mustafa Kemal de cephenin yönü için aynı şeyi söylemiştir. YN)

25 Ağustos 1921

Çarpışmalar bütün gece sürdü. 24 Ağustos günü sabaha karşı 1. Kolordumuz kendini kritik durumda buldu ve destek güç istedi. 13 ve 5. Tümenleri yardıma gönderdim (s.108).

26 Ağustos 1921

İlerleyişimiz Ağustos’un 26. günü erken başladı. Kolordularımız şiddetli bir dirençle karşılaştılar. Düşman kendini kararlılıkla savunuyor ve şiddetli karşı saldırılar gerçekleştiriyordu. 2 saat içinde yalnız 13. Tümenden 54.’ü subay, 800’ü er olmak üzere 1300 kişi savaş dışı kaldı (108).
(Bu bilgi Ambelas’ın günlüğünde de doğrulanmaktadır. Yeni Onbinlerin İnişi, Dimitri Timoleondos Ambelas, Askeri Matbaa 1943)

Olaylar benim keşif ve öngörülerimi haklı çıkardı. Türkler ordu karargahımızın söylediğinin tersine geri çekilmediği gibi birlikleri ordumuzun gerisine sarkarak -sonradan öğreniyorum ki- atlıları az kalsın Uzunbey’deki Ordu Başkomutanlığımız ile kurmay heyetini tümüyle tutsak almak üzereymişler (s.110). (Bu bilgi açıklamamızda adı geçen öteki iki kaynakta da doğrulanmaktadır YN) Meydan (alan) savaşı ayın (Ağustos) 27’sinde de sürdü. Türkler kararlılıkla kendilerini savunuyorlardı. Sonunda her iki taraf da ciddi kayıplar verdi (s.111).
*
Çarpışmalar ayın 28’inde de kesintisiz sürdü. Destek alan 13. Tümenimiz öylesine cidd#i bir savunma ve karşı saldırıyla karşılaştık ki 1.Tümenden yardım istemek zorunda kaldık ve önemli kayıplar verdik. Ertesi günü (29 Ağustos 1921) inatçı kapışma sürdü. Bütün kolorduyu savaşa sürmek zorunda kaldım (s.112).
*
Bu arada önemli ölçüde ekmek, yiyecek ve cephane sıkıntısı çekmeye başladık. Çünkü Türk atlıları beklenmedik anda bu ikmal kollarına saldırılar yapıyor ve büyük zararlar veriyordu. Bu beklenmedik saldırılardan kaçınabilmek için ağır yaralılarımızı taşıyan motorlu araçları mandalarla çektirmek zorunda kalıyorduk. Hafif yaralıları ise katırlar, yaysız arabalar ve develerle geri hatlara taşıyabiliyorduk. Toz, toprak ve sıcak ise bunaltıcı durumdaydı. Hastanedeki sıkıntı ve yığılma anlatılır gibi değildi. Yaralıları ziyarete giden Başkomutan Papulas ağır hakaretlerle karşılaşmıştı (s.113).
*
Türkler bizi derli toplu saldırı düzenlemek zorunda bırakıyor; ardından şaşırtıcı ölçüde cephane kullanıyor, bize ciddi kayıplar verdirdikten sonra aynı oyunu yine oynamak üzere daha önceden hazırlanmış mevzilerine (korunaklarına) ustaca çekiliyorlardı (s.119).
*
Türkler inatçı bir savunmayla her adım arazi için mücadeleyi (savaşımı) sürdürüyordu. O nedenlerle benim kolordum daha önceden belirlenmiş hedeflere zamanında ulaşamamıştır. Öteki birlikler ulaşabiliyorlar mıydı bilmiyorum (s.120).
*
Kayıplarımız kolordu gücüne oranla pek çok olmuştu. Kolordumdaki üç tümenin kuvveti yaklaşık olarak 8000 ile 9000 süngüden fazla değildi. Türkler çekilmişti. Bu doğruydu ama tutsak ve malzeme yönüyle hemen hemen hiçbir şey yitirmeden gerçekleştiriyorlardı bu işi. Fakat daha öncede söylediğim gibi yaklaşık 7-8 kilometre kuzeyde yeniden tutunmak üzere çekilmiş oluyor ve orada yeni bir çarpışma, daha korkunç bir kayıp bizi bekliyordu. Bu koşullar altında Ankara’ya gidiş ne olacaktı ki! (s.121)

1 Eylül 1921

Bugün genel karargâhımızın kurmay başkanı miralay (albay) Sarıyanis’in “Oyunu yitirdik” dediğini duydum ve çok üzüldüm. Oysa bu albay seferin başından beri Ankara akınının bir numaralı kışkırtıcısıydı (s.125).

2 Eylül 1921

Ordu komutanının yayınladığı günlük buyrukta, Ardız dağı çarpışmalarında “bütün bir Türk taburunun tutsak alındığı büyük bir zafer (utku) anlayışıyla duyuruluyordu. Oysa tutsak alınan birlik topu topu 200 erden oluşuyordu (s.127). Seyitgazi’deki kolordu ekmek fırınlarının Türk atlı timlerince havaya uçurulmuş olması ve ulaşım kollarımızın hırpalanması nedeniyle son dört gündür ekmek hak edişimizin dörtte biri ile yetinmek zorunda kalırken cephane ulaşımımız çok yetersizleşmiş; yakacak kalmadığı için ateş yakamaz, yemek de pişiremez olmuştuk (s.129). Gerçek şuydu ki biz artık genel bir çıkmaza girmiştik. Ordu başkomutanlığının Türklerin kuvvet ve kudretini küçümsemesinin bedelini ödemeye başlamıştık (s.129)
*
Daha Türklerin 1. Savunma hattını alamamıştık. Oysa Yunan ordusu sefer gücünün üçte birini yitirmişti. Eğer 2 ve 3 Türk hatlarının alınmasına girişilirse ordunun kalan bölümü de yitirilecek, sonunda Başkomutan Ankara’ya yalnız başına gidebilecekti (s.131).

5 Eylül 1921

Karşımızda kararlı ve girişimci bir hükümet merkezi, Ankara’nın savunulması için elindeki bütün araçları kullanmaya karar vermiş Türkler vardı (s.138).

10 Eylül 1921

Kolordumun (2. Kolordu) sol yanı iyice geri atıldıktan ve öteki iki kolordu da hareket edemeyecek durumda kıskaca alınmışken ordu başkomutanlığımız yeni saldırı buyruğu veriyordu (s.158). Aynı gün sonradan gelen bir buyrukla Sakarya nehrinin batısına geçmemiz istendi (s.159).

20.07.1921’de Seyitgazi’yi işgal eden 13. Tümen Komutanı Digenis (soldan birinci), 30.08 1922 tarihinde Küçük Asya Ordusu Komutanı Trikopis ile birlikte. (Türklere tutsak oluşlarını izleyen süreç.) Çalköy/Kütahya Fotoğraf: Yunan kaynakları

11 Eylül 1921

Ordudan bir buyruk aldım. Bu buyruğa göre o gece bütün ordu Sakarya’yı geçecek, karşıki kıyıda yerleşecekti (s.163) II. Kolordu Tekkeköy’de köprücü bölüğü tarafından kurulan köprüden düzenli olarak geçti. Keşif için yeterli zaman olmamasından dolayı ve karanlığın bastırması nedeniyle kolordu ikmal kolları arasındaki düzensizlik buna eklenince birlikler yollarını yitirdi. Nehri geçince kendilerini korku veren bir karanlık içinde buldular. Ben de Bugaliçe köyünü bulmaya çalışırken birdenbire kendimi karmakarışık düzensiz asker grupları (kümeleri) içinde buldum. Her yönü yoğun bir toz bulutu kaplamıştı. Bütün gece düzeni sağlamak için öteye beriye koştururken 13 Eylül sabahı Demirciköy’e ulaşabildim (s.164-165)

14 Eylül 1921

Sabahın erken saatlerinde Türkler Tekkeköy’de nehrin iki yakasını iki halatla bağlamayı başardılar. Halatların üzerine köyden söküp getirdikleri kapıları koyarak bazı birliklerini nehrin (Sakarya) batısına geçirdiler (s.167).

O gün Türk atlılarının Sivrihisar çevresine ulaşarak bir miktar askerimizi tutsak aldığını öğrendim (s.168). Bu arada daha şaşılacak bir durumla karşılaştım. Ordu komutanlığı o ana kadar nerede olduğunu bilmedikleri 3. Kolorduya ilişkin benden bilgi istiyordu. Ordu Sakarya’yı geçeli iki gün olmuştu. Başkomutanlık kendi kolordularından birinin, yani üçte birinin nerede ve ne durumda olduğundan habersiz durumdaydı (s.168). 

16 Eylül 1921

Öğleden sonra Türk ağır topçusu tarafından korunan bir birlik saldırı başlatarak nehri geçmeye çalıştı. Çarpışma şiddetli oldu ve düşman nehrin batı kıyısına geçmeyi başardı (s.171).

Günler geçtikçe Türk saldırıları yenilenerek şiddetini arttırıyordu. Çünkü bizim geri çekilmemizle kazanmış olduğu üstünlüğü korumaya çalışıyordu (s.171). 

22 Eylül 1921

Kolordum (2. Kolordu) akşam saatlerinde üç tümeniyle (5, 9, 13 tümenler) Seyitgazi çevresindeki Yahnikapan, Aksaklı, Şükranlı, Değişören, Arapören ve Maabaşı köyleri alanlarına yerleşti. Böylece, bundan yaklaşık iki ay önce (21 Temmuz 1921) ilk defa yerleştiğimiz hatları bir kez daha işgal etmiş olduk. Fakat nasıl bir farkla? İlkinde bir zaferden (utkudan) sonra, şimdi ise kahramancasına; ama yararsız ve zararlı Ankara seferinden sonra!..

Özel not: Bir başka kaynakta Prens Andre’nin kolordusu bu çevreye geldiğinde Yunan ordusunun çok gerilerine sarkmayı başarmış Türk birliklerinin 2. Yunan Kolordusunun geri planını korumak amacıyla yukarıda adı geçen yörede konuşlandırılmış ve Sakarya Savaşı’na katılmamış bağımsız Yunan tümeniyle çarpışırken bulur. (Geniş bilgi için bkz. “Dimitri Ambelas’ın Yeni Onbinlerin İnişi s.27)

Yunan Askeri Nikos Vasilikos’un Günlüğünden Alınan Alıntılarla Sakarya Savaşı Kaynak: (Nilüfer Erdem, Yunan Tarihçiliğinin Gözüyle Anadolu Harekâtı (1919-1923) Derlem Yayınları, 2010 İstanbul)

14 Ağustos 1921

Kaderi (yazgıyı) belirleyecek harekât (eylemler) başlıyor. Gerçek ızdıraplar göreceğimize ilişkin bir korku var içimde. Çok az yiyecek ve çayımızın olacağı bildiriliyor. Önümüzde sürekli susuzluk tehlikesi var. Toprak tamamen çıplak. Gün boyu hiçbir direnişle karşılaşmıyoruz (s.426).

16 Ağustos 1921

Geri çekilen Türkler demiryolu köprülerini havaya uçuruyorlar (s.427).

17 Ağustos 1921

İlerleyiş delirtici bir sıcaklıkta sürüyor (s.427).

23 Ağustos 1921

İğrenç, kuru ve çıplak bir arazi. Kum, her yer kum sanki. Sahra çölü. Harekete hazırlandığımız sırada saat 17.00’de beklenmeyen vahşi bir sağanak başladı. Bu durum bazılarınca savaşın kaderiyle (yazgısıyla) ilgili kötü bir belirti olarak yorumlanıyor. Alaca karanlıkta gidiyoruz. Geleceğin ölüleri kuşkulanmadan ve neşeli bir biçimde şarkı söyleyerek ölüme doğru yürüyorlar. Sabah saatin 3’ü. Nehrin kıyısına ulaşıyoruz. Sigara içmek ve gürültü yasak. Yıkılmış Beylikköprü’nün yerine yapılmış yeni köprüden geçeceğiz. Türkler varlığımızı anladılar. Karşılıklı seyrek atışlar oldu (s.427).

24 Ağustos 1921

7. Ameliyathane hazırlanarak ilk yaralıları kabul etmeye başladı. Hiçbir yerde su yok. Türk ateşinden dolayı bulanık ve kan rengine dönmüş nehir suyunu içiyoruz. Türkler gece boyunca saldırılarını sürdürdüler. Neredeyse bizimkilerle karışacak yakınlıktalar. Top ve tüfekler hiç susmuyor. Panik oluyor. Taşıma araçları havaya ateş açarak nehre doğru kaçıyorlar. Güçlü bir direnişle Türklere ağır yitikler verdirerek püskürtüyoruz (s.427).

27 Ağustos 1921

Birbiri ardı sıra gerçekleştirilen Türk atışları hedefleri vuruyor. Küçük birliklerimizin hareketini bile engelliyorlar (s.427).

28 Ağustos 1921

Azrail (ölüm meleği) her yerde (s.427)

31 Ağustos 1921

Savaş erken başladı. Türkler Polatlı tepelerinden sabırsızca karşı koymaktalar. Burnumuz toprakta, istiridyeler gibi tepelere yapıştık. Tutsak olma tehlikesine karşı yine geri döndüm. Bundan böyle ilerlememeye yemin ettim. Gecenin derinliklerine kadar aralıksız süren savaşta büyük kayıplar verdik (s.428).

2 Eylül 1921

Türkler toprağın her karışını istiyor (s.429).

3 Eylül 1921

Sürekli açız. Gündüzleri sıcakken geceleri dayanılmaz bir soğuk var. Acımasız susuzluk… Uzun süren kötülükler, sıkıntılardan geriye kalan azıcık kanımı da emen bit… Kaygı ve heyecanlar gücümü tüketti. Günler geçtikçe Ankara’ya girme ümidimiz azalıyor. On bir gündür sadece 5 kilometre ilerleyebildik. Terk edilmiş siperlerde ölüm uykusundaki silahşorların üzerinden siyah sinek bulutları kalkıyor. Davul gibi şişmiş ve çürümüş cesetler (s.428).

6 Eylül 1921

Sakarya köprüsüne gidiyorum. Tümenin ağlanacak durumdaki yaralılarını taşıyan yüzlerce araba geçiyor. Yaralılar sardalyalar gibi üst üste yığılmışlar. Çürüyen yaralarının acısıyla inlerken acıklı görünüyorlar (s.428).

8 Eylül 1921

Birliklerimizde tam bir düş kırıklığı egemen olmaya başladı (s.428). 

 Türk halkı işgal güçlerini kaygıyla izliyor. Fotoğraf, Yunan kaynakları

10 Eylül 1921

Tüm saldırılarımız verimsiz olmuştur. Savaşı Mustafa Kemal’in kendisi yönetmiştir.

12 Eylül 1921

Tüm ikmal kollarımız geriye doğru gidiyor. Gerileyen ordu birliklerinin hareketinden oluşan devasa toz bulutu üstümüze çöken kocaman bir tül oluyor. Türkler günlerce önceden niyetimizi anlayarak sürekli artan bir şiddetle ve kararlılıkla saldırıyorlar. Nehri kim daha önce geçecek karmaşası yaşanıyor. Yetişemeyenler nehre düşerek boğuluyorlar. Küçük birlikler tutsak düşüyorlar. Çağdaş Yunan zamanlarının kanlı dramı gösterisini bitirdi ve perde çekildi (s.429). 

13 Eylül 1921

Prens Andreas kardeşinin krallığının askerlerinin acılı gerileyişini izlerken sinirli ve düşünceli görünüyordu (s.429).

17 Eylül 1921

Her yöne karanlık çöktüğünde hepimiz Neron gibi vahşi ve görkemli görünümü izledik. Gerileyen Yunan askerleri tarafından vadinin tüm köyleri yakılıyor (s.429). 

C- BÜYÜK TAARRUZ

Aşağıdaki satırlar Yunanların Anadolu seferine Yedek Subay Topçu Yüzbaşı olarak katılmış Dimitri Timoleondos Ambelas’ın (Emekli albay, avukat, doktor) günlüğünden derlenmiştir.

Kaynak: “Yeni Onbinlerin İnişi, İstanbul Askeri Matbaa, 1943”

Adı geçen subay, Sakarya savaşının başladığı günlerde Yunan II. Kolordu’sunun geri emniyetini sağlamak ve Ankara’ya ilerlemiş olan Yunan birlikleri zayıflamış olduğundan onları takviye etmek (desteklemek) (s.20) amacıyla Tekirdağ’dan getirilmiş bağımsız tümende batarya komutanıdır. Söz konusu tümen 22 Eylül 1921 tarihinde bölgeye gelmiş ama beklemediği bir anda Sakarya’dan dönmekte olan Yunan birliklerinin gerilerine sarkmış Türk atlılarının çetin direnişiyle karşılaşmıştır. Seyitgazi’nin üç dört kez el değiştirmesinin (s.22) ardı sıra yöreye yerleşerek 26 Ağustos 1922’yi izleyen günlere kadar çevredeki işgal hareketini sürdürmüştür.

Tümenin sorumluluk alanıyla ilgili olarak da şu bilgi verilmektedir. Çengiç ve Cevizli’den başlayıp Seyitgazi’yi içine alarak Sancar, İspas (Yeşiltepe) üzerinden Akin sırtlarına kadar ulaşan bir hattan (çizgiden) ve çevresinden sorumludur (s.7) İlgili subay Yunanların Anadolu seferiyle ilgili olarak da şunları söylüyor. Yunan ordusunun Anadolu’nun ucu bucağı olmayan içlerinde her yönün ve herkesin düşman olduğu o yerlerde uğrayacağı felaket (yıkım) önceden görünüyordu. Başka bir deyişle her şey beklenen bozgunu önceden açıklıyordu (s.9).

Türk ulusunun büyük şefi Mustafa Kemal iki yıldan beri Yunanları güçlük çekmeden ilerlemeye, kolaylıkla kazanılacak zaferler (utkular) elde etmeye alıştırmıştı. Savaşın yıpratıcılığının dışında ele geçirilen her şehir için ordu birliklerinden kuvvet verildiği için Yunan güçleri parçalanıyor, ordunun bütünlüğü zayıflıyordu (s.8). Kemal Atatürk Büyük Petro’nun İsveç Kralı XII. Şarl’a uyguladığı, onu Rusya’nın geniş bozkırları içine çekmek yöntemini aynen bize uygulamıştı. Büyük Petro’nun “Bir ordu yalnız mağlubiyetle (yenilgiyle) değil, galibiyet (yengi) ile de yok edilir” sözü bu durumu çok iyi anlatıyordu (s.9).

Ağustos’un 26. günü Başkomutan Mustafa Kemal, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa Afyonkarahisar’ın güneybatısında bulunan Kocatepe’ye çıkarak savaşı oradan yönetmeye başlamışlardı. Aynı günün sabah saat 05.30’unda şiddetli bir topçu ateşiyle büyük taarruz başlamış ve akşama kadar devam ederek Yunanlar, bir yıldan beri sağlamlaştırdıkları mevzilerinden geriye atılmışlardı (s.42).

Türk saldırısı 1922 Ağustos’unun 26 günü Afyon cephesiyle birlikte Seyitgazi’den Akin’e kadar olan bağımsız tümen cephesinde ama özellikle Cevizli, Çengiç çizgisinde şiddetli biçimde başladı. Sabah saat: 04.30’da patlayan ilk top mermisinin ardından saat: 07.00’de de piyade saldırısı başladı. Seyitgazi çevresindeki gruplara (kümelere) yönelik saldırı ara vermeksizin gece yarısına kadar sürdü. Yunan cephesi hiçbir yerde Türklerin bu saldırısındaki gibi şiddetli ve inatçı bir saldırıyla karşılaşmamıştır (s.42). Her yönden alınan telgraflar Türk saldırısının bütün cepheye yayıldığını, özellikle de Yunan Ordusu’nun güney birliklerine karşı Afyonkarahisar civarında bütün şiddetiyle gelişmekte olduğunu bildiriyordu. Anadolu dağları, derin vadileri bütün gün ve gece güçlü top gümbürtüleriyle inliyordu. Anadolu’nun susamış toprakları Yunan askerlerinin kanlarıyla sulanıyordu (s.42).

Bütün erler ve subaylar Türk ordusunda büyük bir değişiklik olduğunu görüyorduk. Yorgun ve kaçak Türk askerleri yerine, düzensiz çete saldırıları yerine şimdi Türk ordusunda bizleri hayret içinde bırakan bir cesaret ve kahramanlık içinde olduğu anlaşılıyordu. Üzerimize atılışlarında, saldırılarında belli bir amaç ve kesin bir disiplin olduğu açıkça ortadaydı. Kesinlikle diyebiliriz ki bu düzensiz orduyu yeni bir kuvvet canlandırmış ve onun durgunluğunu üstünden atmış; sanki bir adam onlara büyük utkunun kaçınılmaz olduğunu muştulamıştı (s.43).

Kemal büyük saldırının tarihini 26 Ağustos olarak belirlemiş ve saldırının planını da çok ustaca hazırlamıştı. Türk ordusu bütün gücüyle saldırısını güney cephemizde yoğunlaştırırken, cephenin kuzey ve diğer bölümlerinde da saldırısını sürdürüyordu. Seyitgazi, Sancar, İspas, Akin çizgisini güçlü olarak sağlamlaştırmış olmamıza karşın bu kesime de saldırılarını sürdürüyorlardı (s.43). Türk Genelkurmayının bu planında büyük bir incelik vardı. Türkler bizim savunma için hazırladığımız siperlerimizin hangi noktasına saldırı yoğunlaştıracaklarını çok iyi hesaplamışlardı (S.43).

26 Ağustos günü öğleden sonra tümenimizin Türk ordusunun güneyine saldırması buyruğu gelmişti (s.46). Oysa tümenimiz Seyitgazi’den Akin’e kadar olan cephede çivilenmiş olarak her gün az fakat korkusuz saldırılar yapan Türklerle uğraşıp duruyorduk. Güney kümemizde askeri durumun altüst olduğu haberini almıştık. Türkler Afyonkarahisar civarını tamamen işgal ederek Yunanları adım adım kovaladıkları durumda bizim tümen yukarıdaki buyruğu yerine getirebilmek için Kümbet boğazını geçmeye bile kalkışamadık (s.51).

Seyitgazi 1921, Yunan Kaynakları
Yunan komuta heyeti Seyyit Battal Gazi Külliyesi’nden çıkarken

Başkomutan Seyitgazi’de buluna Seyyid Battal Gazi Külliyesi’ni gezmeye geldi. Burada Battal Gazi’nin mezarı 10 metre uzunluğundadır. Kişi ne kadar önemliyse mezarı o kadar uzun olur. Bunu öğrenen başkomutan “Bu durumda benim mezarım 20 metreden uzun olacaktır” dedi. Başkomutanın ağzından bunları işitince bütün ümitlerim söndü. (Prens Andrea, Felakete Doğru, Askeri Matbaa 1932, s.78)

Türklerin durumu olağanüstü iyiydi. Kendi ülkelerinde bulunuyorlardı. Ülkelerinin özelliklerini ve bu uğurdaki savaşımlarının ödülünü iyi biliyorlardı. İşte bu inançla işgalcileri vatanlarından kovmak için çarpışıyorlardı (s.51).

Türkler beklenmedik biçimde Afyonkarahisar’da savunma yapan Yunanların gerilerine sarkmış; bu durum Yunanlılarda moral (ruhsal güç) adına hiçbir şey bırakmamıştı. 12 tümenden birçok tabur olduğu yerde çözülmüş, topluca teslim olmuşlardı (s.54).

Kütahya yöresinde Porsuk’un kolu olan Göksu Çayı Boğazı’nda 32. Piyade alayımız Türk topçusunun ve piyadesinin yoğun ateşiyle karşılaşınca alayın komutanı beraberindeki atlılarla birlikte askerini kendi durumunda bırakıp savaş alanından kaçmış, başsız kalan birlik de ağır kayıplar vererek dağılmıştır (s.78).

Yunan Askeri Vasilikos’un Günlüğünden Alınmış Notlar Kaynak: Nilüfer Erdem Yunan Tarihçiliğinin Gözüyle Anadolu Harekâtı, Derlem Yayınları, İstanbul 2010

26 Ağustos 1922

Günlerden beri hatlarımızın önündeki Türk birliklerinin önemli bir eylemi söz konusu. Uyanık durumdayız. Bir sinirlilik egemen. Yine talihsiz bir tarih ve Sakarya Savaşının yıldönümü. Geçen yıl aynı gün ve saatte konuksever olmayan Sakarya’da bizi boğmak için nehre atmayı amaçlayan azgın düşman saldırılarına uğramıştık. Şimdi yine aynı biçimde kan akıtılmasını bekliyoruz (s.467).

29 Ağustos 1922

Kesin gözüyle bakılan Türk saldırısını beklerken bütün gece uykusuz kaldık. Türkler dalgalar durumunda geliyorlar. Birkaç saat sonra ölecek olan Astsubay Angelapulos soğukkanlı ve ilgisiz bir biçimde “Vasilikos Türkler çok kızgın görünmüyorlar mı” diye konuşuyor. İlk umudun yerini umutsuzluk aldı. Ağır Türk bombardımanı ciddi kayıplara neden oluyor. Güneş Kalecik’teki (Kalecik sivrisi YN.) savaşımından daha acıklı bir görünümü aydınlatmamıştır. Her yerde gömülmemiş cesetler var. Ağır yaralıların inlemeleri duyuluyor. Türkler birbiri ardı sıra süren saldırılarıyla gediği büyütmek istiyorlar.

26 Ağustos 1922

Anadolu harekâtının trajik sonunun başlangıcıdır (s.469).

28 Ağustos 1922

Türkler gece çevredeki tüm tepeleri aldılar ve bizi sığınağa hapsettiler. Dağınık olarak tek çıkış yolumuz olan kuzeye çekiliyoruz. Önümüzdeki boğazdan çıkışta yoğun ateşle karşılaşıyoruz. Panik başladı. Atlılarımız dört nala kaçıyorlar. İç burkan umutsuz bir durumdayız. 300 Türk 10 bin askeri kovaladı. Pek çok top ve makineli tüfek Türklerin eline geçti. Tutsak düşenlerin dışında çok yaralımız var. Zavallı yaralılar iç burkarcasına yalvararak arkadaşlarından yardım istiyorlar. Kimse elini uzatmıyor. Başsız, lidersiz nereye gittiğimizi, nerede olduğumuzu, ne olacağını bilmiyoruz. Gece yarısı Türk köyü üşümekte olan askerleri ısıtmak için tümüyle yakıldı. Açlık bizi kırıp geçiriyor (s.470).

31 Ağustos 1922

Her yerden, tüm tepelerden paniklemiş kollar geliyor. Türkler geliyor diye bağıran paniklemiş askerler ellerindeki silahları atarak Uşak yönüne kaçıyorlar. Kadınlar lanet ederek evlerinden kaçıyorlar. Yolda pek çoğu katlediliyor (s.478).

1-3 Eylül 1922

Sabahın dokuzunda kuzeyden Türk askerleri geldi. Türk uçakları “köyleri yakmayın. Onları sonradan tutsak arkadaşlarınız yeniden yapacak” yazılı bildiriler atıyorlar. Uşak yanıyor. Tüm çevre köyler ateşe veriliyor. Ateş, her yerde ateş. Susuzluktan kırılıyoruz. Tutsak düşmemek için koşuyoruz. Yürüyüş gece de sürüyor. Göğe yükselen ateşler, yağmaladıkları tavuk, kaz ve kuzuları pişiren askerlerin yüzünü aydınlatıyor (s.478).

6 Eylül 1922

Salihli yanıyor. Türk atlıları göründüler. Panik anlatılır gibi değil (s.479).

SON

Ethem Arı’nın İzmir’in Kurtuluşu yazısını okumak için tıklayınız.

Wikipedi Sakarya Meydan Muharebesi Maddesi

ETHEM ARI
İzlemek için
1

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

Bir yorum var

  1. 1. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı yenilmiş, yakılmış ve Mondros Bırakışması (Mütarekesi) ile Sevr beklenmeden Anadolu paylaşılmıştı. Bu dönemde kimsede kurtuluş ümidi yoktu. Vahdettin İngilizlerin bir an önce Anadolu’yu işgal etmesini istiyordu. Mandacılık önerileri peş peşe geliyordu. Vatanın kurtuluşuna inanan, kurtuluş konusunda ödünsüz davranan tek kişi Mustafa Kemal’di. Bugün bazıları “Mustafa Kemal tek başına mı kazandı” diyorlar ya! Kuşkusuz tek başına kazanmadı. Ne var ki bu anılarda bir kez daha görüldüğü gibi, Mustafa Kemal’in dehası (Sakarya ve Büyük Taarruz planları), sorumluluk alma cesareti (orduyu Sakarya’nın doğusuna çekerek Yunan güçlerini geniş alanda güç durumda bırakması) ve başından sonuna kadar kararlı duruşu olmasa bu savaşlar kazanılmaz, kurtuluş olmazdı.

    0

Bir cevap yazın