YURTTAŞ DAYANIŞMAS IVE YURTTAŞLIK PAYI
ÖZET
İlk insandan bu yana insanlığın bir arada olmasının temel nedenlerinden birisi dayanışmadır. İlk topluluklardan olan aile ve kabiledeki dayanışma ile sorunların ortak güç birlikleri ile daha kolay çözülebileceğine ilişkin kanaatler zamanla modern devletin de varlık nedeni haline dönüşmüştür.
Bir devletin yurttaşlarının, iyi ve kötü günde sergilediği kader birliği bazen varlık sahipleri lehine bozulabilmektedir. Devletin hem refah arttırıcı misyonu hem de yeniden dağılım fonksiyonu gereği düşük gelir gruplarına yapacağı transferler, dezavantajlı kesimler için hayati önem taşır hale gelmiştir. Bu yüzden devletin kendi halkına yönelik, beşikten mezara kadar vereceği desteklerin bir mantığı olduğu kadar, kaynağı da olabilmelidir.
Giriş
Bireylerin varlığını sürdürebilmek için bir ihtiyaçlar kümesi vardır. Bunların bir kısmını kendisi çözebilecekken bazılarının tek başına üstesinden gelmesi mümkün görünmemektedir. Güvenlik adalet ve diplomasi gibi en temel kamu ihtiyaçlarının karşılanması için dahi vatandaşlar adına örgütlü grupların var olması gerekmektedir. Sonrasında ise en temel insani ihtiyaçların giderilmesi, imkan sahibi olmayanların korunup kollanması ve sonuçta “elden ayaktan düşünce” onunla ilgilenecek kurumsal yapıların oluşturulması zarureti doğmaktadır.
Konunun “sosyal devlet” niteliği gereği sosyal yardım, sosyal destek ve sosyal hizmet kısımları kamusal bir giderdir. Bu harcamaların yapılması konusunda insan haysiyetine uygun bir seviyenin oluşturulması esastır. Kaynak konusunda bir devletin yurttaşları aynen sigorta prim sistemindeki gibi, zamanında ödedikleri primlerle yarın ihtiyaç duyduğunda “Eline gelmesini bekler.” Sosyal politika kapsamında vatandaşları için de bir sosyal güvenlik sistemi esastır. Ya da devlet bunu kendi gelirlerinden karşılar. O gelirlerin kaynağı farklı oluşturulabilir.
Kamu harcamaları için, sosyal devlet harcamaları gündeme gelince; her bir başka harcama kalemi için kaynak oluşturulur; sosyal harcamalar ince ince hesap edilir. Ölçü hassastır; seçilen kişiler, dönem, miktar… Her birisi için ayrı bir işlem söz konusudur. Bu imkanları oluşturmak demek: Eğitim, sağlık, beslenme, konut, refah, sosyal güvenlik, uluslar arası yardım, barış, çevre, iş güvenliği, tüketicinin korunması, yaşlılık, düşkünlük, iş görmezlik gibi çok geniş bir
perspektifte hizmet sunma anlayışı, ulus devlete yeni ve maliyetli fonksiyonlar yüklemektedir (Galbraight, 1996: 49).
Konunun öncelikle insani boyutu ve insan ihtiyaçlarının karşılanması tarafı vardır. Elbette devletin mali iktidarsızlığı ve mali zafiyetlerinin siyasi sonuçlar doğurması sebebiyle sosyal yanının törpülenmesi de önemli bir husustur. Konu incelenirken sırasıyla ihtiyaç sahibi insan, ihtiyaçları karşılayan devlet ve yurttaşlaşan bireylerin ihtiyaçlarının yönetilmesi sorunsalı ele alınacaktır.
1. İhtiyaç Sahibi Olarak İnsan
Ekonomi bilimi “ev bilimi” olarak ele alındığında bir barınak ve sığınak, ihtiyaçların karşılandığı yer, yönetilen ve planlanan bir kaynak yönetimi, o evde yer alan ya da yaşayan kişilerin ihtiyaçlarının karşılanması ele alınmalıdır. İnsanlık tarihinin en başından bugüne “insan” önceliklerini bu çerçeveye oturtmuştur. Bunun yüzyıllar sonraki analizlerinde özellikle Abraham Maslow sonrasında bir “ihtiyaçlar hiyerarşisi” tanımlaması bütün bilim çevrelerince kabul edilir bir analiz olarak görülmüştür.
Maslow’un ihtiyaçlar listesine bakıldığında, listede ilk olarak “varlığını sürdürme” ile ilgili ihtiyaçlar göze çarpmaktadır. Bunlar: Güvenlik, barınma, beslenme, üreme gibi temel ihtiyaçlardır. Sonrasında bir gruba ait olma, sevilme, sayılma gibi ihtiyaçlar yer alır. Son olarak prestij ve egosantrik ihtiyaçlar göze çarpar. Bu konu kapsamında Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşi’si, bireyin ya da çalışma kapsamındaki adı ile “yurttaş”ın, bu ihtiyaçlar listesinin ne kadarını kendisinin yönetebileceği ve hangi ihtiyaçları tek başına karşılayabileceği ile ilgilenilmektedir.
Birey kendisi tek başına çözemediği her bir sorunda, örgütlü yapıları ya da “devlet”i çağırmaktadır. Devletin bireye sunmuş olduğu veya bireylerin devletten talep ettikleri iş ya da hizmet listesinin bireylerce onaylanması “toplum sözleşmesi” olarak kabul edilmektedir. Bu sözleşmeler teknik adı ile “Anayasa” adını almakta; bireyler de “Yurttaş”a dönüşmektedir.
Leviathan’da da dikkat çekilen “devletin veya toplumsal örgütlenmenin var oluş nedeninin, insanın doğasından kaynaklandığı” görüşüdür. Bireysel isteklerini geleceğini tasarlayarak güvence altına almaya çalışan bu insan, yalnızca kendi iyiliğini istediği için bencildir. Çabalarının hedefinde sadece arzuladıklarını gerçekleştirmek ve güvence altına alabilmek için daha fazla güce sahip olmak vardır (Hobbes, 1993: 135). Bu insan doğası ile ihtiyaç sahibi insan doğasının farklılık göstermesi kaçınılmazdır. Bu yüzden bireysel ihtiyaçlar dahi farklı tasniflere tabi tutulur. Bunun için güvenlik gibi herkesi ilgilendiren ve tek başlarına çözülmesi mümkün olmayan sorunların başında “güvenlik” gelir. Sınır güvenliğinden yurt içinde asayişin sağlanması konusunu bireylerin tek başlarına çözmesi beklenemez. Hukuk ve adalet sorunu bireylere bırakılamaz. Kabul edilebilir akla ve vicdana hitap eden kurallar geliştirilmelidir. Eğitim gibi, sağlık gibi pozitif dışsallık oluşturan hizmetler de bireysel olarak yönetilebilir değildir. İnsan çevresiyle insandır. Bireyin mülkiyeti, çalışması, ticareti rekabeti, medeni hakları, hatta sözleşmeleri dahi bir otoriteyi gerektirmektedir. Öyle ki bir ülkenin yurttaşı olarak bir başka ülke nezdinde kabul görmesi, hak ve hukukunun tesisi ayrı bir hizmet olan uluslararası diplomatik ilişkileri zorunlu kılmaktadır. Birey bunları tek başına çözemedikçe yurttaşlaşmakta ve devlet ile arasındaki bağları hem güçlendirmekte hem de sınırlarını doğru belirlemeyi arzu etmektedir. Bu yüzden son dönemde sıklıkla tartışılan “Vergi Devleti” olgusunun temelinde yurttaş-devlet ilişkisi bulunmaktadır. Devletten beklenen sorumluluklar, kişi hakları her birisi sınırların doğru belirlenmesi üzerinedir. Devam eden Anayasa tartışmalarının temelinde, bu talepler/ihtiyaçlar ve haklar konusunda yeterli tanımlama ve sınırlamaların olmayışı aranmalıdır.
1.1. Devlet – Yurttaş İlişkisinde İhtiyaçlar
Toplum demografisi çok çeşitli gruplandırmalar içerebilir. Yaş, cinsiyet, eğitim, çalışma hayatı, sektör, bölge, kır-kent tercihi, gelir seviyesi, hayat tarzı gibi açılabilecek her bir başlık devletin ne kadar çok farklı kesimlerle muhatap olduğunun bir göstergesidir. Yurttaşlar da bu farklılıkları görerek devletin tarafsızlığı ve herkese eşit mesafede oluşunu anlayabilmelidir. Yine her bir yurttaşın haklı talepleri önem ve aciliyete göre sıralanmalıdır. Hizmetin miktarı, kalitesi ve sürdürülebilirliği esastır.
Kamu hizmetleri konusunda tüm topluma sunulan hizmetler yanısıra, bireysel fayda sağlayan ve dışsallık oluşturan eğitim sağlık gibi hizmetlerin sunum biçimi ve miktarı; faydalananların hizmetin masrafına katılım payı şeffaf ve hesap verebilir olmalıdır. Dezavantajlı kesimler gözetilmelidir. Fırsat eşitliği ve hizmete erişim esas olmalıdır. Nüfus, tapu, ruhsat, ehliyet gibi kayıt gerektiren hizmetlerin kapsayıcılığı ve niteliği önemlidir. Bunlardan yararlananların hizmetin finansmanına katılımı dengeli olmalıdır.
Devletin bütün bu hizmet karmasını oluştururken üstte yer alan Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi ile uyumlu bir hizmet karması üretmesi beklenir. Temiz bir çevre, iyi bir gelecek, sürdürülebilir büyüme gibi bütün insanlığın arzusu olan nitelikli bir hayat sürme ideali benimsenmelidir.
Yurttaşların, seçimler ile siyasi partiler ve programlarını oylamasının sebebi, temelde kendileri için oluşturdukları Maslow İhtiyaçlar hiyerarşisindeki beklentilerini karşılamak ve listenin bir üst seviyesinden hayatlarını sürdürmek istemeleridir. Ancak iş finansmana gelince tartışma büyümektedir.
1.2. Toplumsal İhtiyaçların Finansmanı
Vergi, bir devlet için sürekli ve düzenli bir gelirdir. Son 200 yıldır, devletlerin özellikle ganimetle doldurdukları hazinelerinin yerini vergi ile finansman almıştır. Vergi konusu da ödeyen açısından çok sevimli olmayan ve vergisini ödeyen kişilerin de harcanabilir gelirlerinde ve refahlarında bir azalmaya yol açan durumdur. Vergiye rıza göstermek, gönüllü katılım ve vergiye uyum, bu bakımdan önem arz etmektedir.
Vergilerin devlet için başlıca gelir kaynağı olması, onun süreklilik göstermesi açısından önemlidir. Karşılıksızdır. Harcama için elindeki imkanlar kadar muhtemel bir potansiyele de sahiptir. Devletin tek taraflı bir irade ile gelir arttıracak şekilde vergisel düzenleme yapabilme ve vergi koyma yeteneği de vardır (Bulutoğlu, 1978: 3). Vergi koyabilen ve harcamalarını bu vergilerle karşılayan devlet için “Vergi devleti” kavramını ilk defa J.A. Schumpeter kullanmış. Osmanlı İmparatorluğu ile Avusturya İmparatorluğunun askeri güçleri arasındaki farkları tahlil eden yazısında kullanmıştır (Schumpeter, 1954). Konunun devlet cephesinden bakıldığında görünen kısmı, kamu harcamaları yöntemiyle kaynakları dağıtmak değil, kaynak oluşturmaktır. Elbette öncelikle devletin düzenli ve sürekli gelirleri bu konu için değerlendirilmelidir.
Kamusal finansmanın kamusal ihtiyaçlar için ne şekilde ve hangi öncelikte kullanılacağı tarihin en eski sorunları arasındadır. Devletin dış tehdide maruz kaldığı dönemlerde silahlanma ve askerin ihtiyaçlarının karşılanarak yurt savunmasının sağlanması önceliklendirilirken; savaş sonrası dönemde bayındırlık, çevre ve kentleşme, sosyal harcamalar ağırlık kazanabilmektedir. Dünden bugüne, düşünce ve söylemlerde etkin yer tutan “sosyal devlet harcamaları” fiiliyatta aynı ölçüde etkin olamamaktadır. Zaman zaman yönetimler, zaman zaman genel devlet uygulamaları ve finansmanı sağlayanların (vergi ödeyicileri) da etkisiyle sosyal harcamalar yeterli gelmemektedir. Bireysel olarak sağlanan yardımlar gerçekte bir devletin vatandaşı/yurttaşı olmakla doğan kazanımlardır. Her biri birer haktır… Bu kazanımlar salt sosyal yardım, sosyal destek, sosyal güvenlik veya sosyal içerme kavramlarına hapsedilmeden “insan onuruna yakışır bir hayat tarzı kast edilmektedir.” Genel çerçevesi kavramsal olarak “sosyal devlet” uygulamalarında görüldüğü için konu bu çerçevede incelemeye alınmıştır.
2. Sosyal Devletin Arka Planı
Geçmişte, devletin veya devlet olma gücünü elinde bulunduran bir egemenin, halkına karşı yaklaşımları ve davranış modelinin arka planında, genellikle dini metinler yer almaktadır. Bunda Eski Ahit’te geçen devletin “çoban” olarak tanımlanması; İncil’de geçen “İsa’nın Petros’un sevgisini denediği” kısımlardaki “koyunlarına çobanlık etmesi” ve “kuzularını otlatması” ile ilgili konular dikkat çekicidir. Özellikle Yuhanna’da geçen “gençken giyinip kuşanıp istediğim yere giderdim; yaşlanınca ellerini uzatacak, başkası seni giydirip kuşatacak…” ifadeleri, sosyalliği referans alan, pek çok yöneticiye ilham olan öksüz, yetim gibi ihtiyaç sahiplerinin kollanması konusunda idare üzerinde etkili olmuştur.
Kur’an-ı Kerim’den de pek çok bu türden öğütleri görmek mümkündür. İnsan suresi’nde “Onlar, yoksula, yetime ve esire yemek verirler.” (Ayet 8.) Benzeri hükümler Kur’an-ı Kerim’de “yoksulun, miskinin, ihtiyaç sahibi herkesin korunup gözetilmesi” gerektiğine dikkat çekmektedir. Hz. Ömer döneminde sokağa düşmüş muhtaç ve yaşlı bir Yahudinin korumaya alınması ve ihtiyaçlarının giderilmesini istediğinde, onun bir Yahudi olduğunu söyleyerek itiraz edenlere “zamanında cizyesini1 aldık şimdi bir kenara atamayız” diyerek itiraz etmesi, pek çok devlet yöneticisinin bu tür sosyal kaygılarla yaptığı eylemlerine referans olmuştur (Kutup, 1970: 26-27).
Türk tarihinde de benzer referansları görmek mümkündür. Orhun Yazıtları’nda Bilge Kağan, “Azı çoğalttım. Açları doyurdum, çıplakları giydirdim. Yoksul halkı zengin ettim.” der. Yusuf Has Hacip’in de Kutadgu Bilig (1020) adlı eseri 1000 yıldır çok yöneticiye düstur olmuştur. Yusuf sorar: “Ey kutlu Hükümdar! Eğer bir hakan halkından yoksulluğun adını kaldıramazsa, bu kimse nasıl hükümdar olur?”
Sözlü edebiyatın şaheserlerinden olan Dede Korkut Destanı’nda da (14. Yüzyıl) Dirse Han’a karısı, “Açları doyur, yoksulları giydir,” derken Hanlık ve hükümranlığın temelinin yoksullukla mücadele olduğu vurgusu yapılmaktadır.
Orta Çağ kralları Avrupa’da kendilerini yoksullar için “baba ve anne” olarak adlandırmakta ve bu şekilde yemin ederek göreve başlamaktadır. 1601 yılında İngiltere’de fakirlik yasasının yürürlüğe girmesi ve bugüne kadar bize ulaşan pek çok vakıf geleneğine sahip Osmanlı Devleti’nin, kendisini anlatırken kullandığı “baba devlet” misyonu bunun örneklerindendir. Böylelikle sosyal devlet, adeta iktidara sahip olan yöneticilerin, kendilerine yüklediği doğal misyon haline dönüşmüştür.
Leviathan’da devlete yüklenen görevlerin yer aldığı “Kamusal Yardım” başlığı altında, insanın tek başına maruz kalabileceği talihsizlikler, üstesinden gelemeyeceği güçlüklerden bahisle, devletin konuya müdahil olmasının gerekliliği şu cümlelerle ifade edilmektedir:
“… Pek çok insan, kaçınılması mümkün olmayan olaylar yüzünden, hayatlarını kendi emekleriyle sürdüreınez duruma gelmektedir; bunlar, özel kişilerin hayırseverliğine terk edilmemeli;
doğal ihtiyaçların gerektirdiği ölçüde, devletin yasaları tarafından korunmalıdır. Çünkü, herhangi bir kişinin güçsüzleri ihmal etmesi merhametsizlik olduğu gibi; bir devletin egemeninin, onları, kişisel hayırseverliğin tesadüfüne maruz bırakması da öyledir….” (Hobbes, 1993: 242).
Görüldüğü gibi sosyal devleti, salt 18. ve 19. yüzyıllarda gelişen sanayi kapitalizminin ağır çalışma koşullarının iyileştirilmesi, çalışanların gelecekteki ekonomik risklere karşı korunması ve emek sermaye çatışmasının bir aracı olarak ifade edilmesinin de bir evveliyatı bulunmaktadır.
Fransız meclisinin Fransız olmayan bir üyesi olarak Thomas Paine’nin Fransa Cumhuriyeti Yasama Meclisi’ne hitaben “Tarımsal Adalet”i anlattığı ve Fransız Meclisine sunduğu ve “ Her daim Fransız Anayasasını düşünmüşümdür.” diye söze başladığı metin (1797), aslında bu çalışmada bahsi geçen konuların da bir evveliyatı olduğunu göstermektedir. T. Paine, “Mülksüzleştirilen İnsan”ın yoksulluk ve sefaletinden söz ederken, bu zararın “bir şekilde” tazmin edilmesini dile getirmektedir. Aslında şöyle bir temel soruyu yönetime yöneltmektedir: “Toprak, işlenmemiş doğal haliyle, insan ırkının ortak mülkü iken, nasıl oldu da birileri bundan mahrum kaldı?” Soru açıktır. Özel mülkiyet fakirler doğurduysa bu fakirliğin de ortadan kaldırılması gerekir. Ama buradaki sorun mülkü eline geçiren zenginlerin, fakirleri bakmakla yükümlü olmasıdır. Bir anlamda bu görev, zenginlerin özel mülkiyete sahip olma hakkı için, mülk sahibi olmayanlara yapmaları gereken “ödemeler” olduğunu belirtmektedir.
Sistemin işleyişi de bu satırları okuyanlara hiç de yabancı gelmeyecektir. T. Paine, başta kamuya (kraliyet ailesine) ait arazilerin özelleştirilmesini ve büyük tarım arazilerinin sahiplerine %10 oranında bir vergi salınmasını ister. Böylelikle bir emeklilik sistemi ve vatandaşlık maaşı ödenebileceğini belirtmektedir. Emekli ve 21 yaş üzeri her erkek ve kadına senelik belli bir ücret verilmesini savunmuştur. Oluşturulan gelirlerden kalan kısmın ise ‘sakat ve körlere’ engelli maaşı olarak dağıtılmasını savunmuştur.
Thomas Paine’in bu “vatandaşlık maaşı” benzeri görüşleri Malthus ve David Ricardo tarafından, dağıtılan kesimleri tembelleştireceği ileri sürülerek eleştirilmiştir. Hele Malthus, bu tarz bir yeniden dağıtım politikasının nüfusu aşırı artıracağı ve kıtlık baş göstereceğini dahi
iddia etmiştir. Buna bağlı olarak refah ve üretimin baltalanacağı yönüne dikkat çekmiştir (Paine, 1999).
Sonraki yıllarda dahi uzunca bir süre tartışılan bu konular, sosyallik ve yardım konusu, pek çok karar vericiyi etkileyen bir husus olmuştur. Bu süreçte Hristiyanlık da gelişmelerden etkilenerek tersine bir uygulama gerçekleştirmiştir. Roma Katolik Kilisesinin özellikle 1930’lu yıllarda yayınlanan “Papanın Mektupları”nda ortaya çıkan durumu tespit eden F. A. Hayek, Roma Katolik Kilisesinin “sosyal adalet” amacını resmi öğretisine dahil ettiğine dikkat çekmektedir (Hayek, 1995: 99).
Fakat 20. yüzyılda yaşanan savaşlar ve ekonomik krizler, sosyal hakların gelişmesine ve sosyal devletin kurumsallaşmasına katkıda bulunmuştur (Arın, 1985: 122). Bu süreçte çalışanlar başta olmak üzere toplumlardaki dezavantajlı gruplar, kamu sosyal güvenlik ve yardım politikalarıyla desteklenmiştir. Ancak bu düzenlemelerin hep bir karşıtları mutlaka bulunmuştur.
2.1. Sosyal Devlete Bazı Eleştiriler
Konu, A. Giddens’ın Üçüncü Yol olarak ifade ettiği “tam rekabetçi serbest piyasa gerekli ve reddedilemez fakat serbest piyasanın oluşturduğu eşitsizliklerin düzeltilmesi gerektiği” ile yapıldığında piyasaya müdahale tamamen meşrulaşmaktadır (Giddens, 2000: 223). Zaten özellikle 1929 krizi ve ardından yaşanan İkinci Dünya Savaşı, Keynesyen, sosyal devletçi ve müdahaleci devlet anlayışının değişik biçim ve ölçülerde de olsa, sosyal demokrat iktidarlar kadar liberal ve muhafazakar hükümetlerce de yaygın olarak uygulandığını göstermektedir (Pierson, 2000).
Liberal düşünürler bu politikaları en fazla 1970’li yıllarda yaşanan iki büyük petrol krizi sonrasında tartışmış ve haklı eleştirilerini yöneltmiştir. Çünkü bu dönem pek çok ekonomik sorunun bir arada yaşandığı ve görüldüğü bir dönemdir. Yüksek petrol fiyatları enflasyonu, maliyet artışını, işsizliği ve büyüme oranlarında düşüşü tetiklemiştir. Yüksek kamu harcamaları, kontrol edilemeyen bütçe açıkları ve borçlanma eğilimi kamu ekonomisinin sınırları ve harcamaların büyüklüğünün şiddetle tartışılmasına yol açmıştır (Alesina, 1999: 216). Bu eleştiriler temelde şu ana başlıklar halinde ele alınabilir:
a. Piyasa süreci dışında yeni bir otoriter dağıtım mekanizmasının ortaya çıkarak, kişisel davranış ve özgürlükleri sınırlandırması,
b. Gönüllü sivil yardımlaşmayı ikinci plana iterek, her şeyin devletten beklenir hale gelmesiyle, çalışma ahlakı ve aile bağlarının zayıflaması, (Gilder, 1981: 69).
c. Sosyal devlet harcamalarının müteşebbisler üzerindeki vergi yükünü artırması ve ekonomik özgürlüklerini kısıtlayıp engellemesi,
d. Sosyal programların sayısındaki artış ve çeşitlenmeden dolayı devletin finansman sorunu yaşayıp mali krize düşmesi (Novak, 1990: 14).
e. Refah devletinin iddiasının aksine eşitsizlikle, yoksullukla , işsizlikle ve enflasyonla mücadelede başarısız olması; hatta bunları çözmek isterken israfa yol açması
f. Sosyal harcamaların piyasanın rekabetçi yapısını bozarak istikrarsızlığa yol açması, müteşebbisler üzerindeki vergi yükünü artırması, uzun vadede büyümeyi yavaşlatarak reel ücretlerin düşmesine sebep olması sürekli olarak eleştirilmiştir. Devletler finansman sorununu çözmek için yüksek vergi oranlarına yönelmiş, fakat bu durum da ters teperek vergi gelirlerinin düşmesi sonucunu doğurmuştur. Bunu açıklayan ve kendi adıyla literatüre kazandıran Laffer Eğrisi Arthur Laffer tarafından bu dönemde ortaya atılmıştır.
Konuya en önemli eleştiri yöneltenlerden olan Hayek, “sosyal” kavramının “pek çok olumsuzluğu gizlemek ve örtmek için bir araç ve bir bahane olarak kullanıldığını” ileri sürmüştür. Şüphesiz liberallerin bu tenkitlerine karşı cepheden de cevapların gelmesi gecikmemiştir.
2.2. Sosyal Devlet Eleştirilerine Cevaplar
Thatcher döneminde İngiltere’de, Reagan döneminde ABD’de uygulanmaya başlayan bu politikalar, 1979 yılından itibaren etkinlik kazanmış ve Latin Amerika ile pek çok gelişmekte olan ülkenin de içinde yer aldığı ülkelerce IMF ve Dünya Bankası destekli programlarla yürütülmüştür. Kamu kesimi tarafından gerçekleştirilen mal ve hizmet arzının piyasaya bırakılması, küresel boyutta faaliyet gösteren firmaların önünün açılması ve engellerin kaldırılması bu kapsamda değerlendirilebilecek ilk ve temel düzenlemelerdir.
Yine kamu kesiminin yükünü hafifletmek gerekçesiyle emeklilik ile ilgili düzenlemeler ve sigorta primlerinin yükseltilmesi buna ek olarak sayılabilir. Sosyal yardımların miktar ve değerinin düşmesi, oy potansiyeliyle ilintilendirilmesi ve çok muhtaç konumda olan (sakat, yaşlı ve işgörmez) gruplara yönlendirilmesi de devletin sosyal boyutu ertelemesi ve ikinci plana atmasına yol açmıştır. Hobbes’un da belirttiği gibi “muhtaçlar, devlet yerine zenginlerin iyilikseverliğine terkedilmiştir” (Hobbes,1993: 242).
Liberallerin eleştirileri cevaplandırılırken en önemli referans, 1929 krizi ve krizle ortaya çıkan olumsuz sonuçlar olmakta ve bunların unutulmaması istenmektedir. Özellikle Stiglitz’in
eleştirisi ucuz emek ve işgücü ile sermayenin kârının katlanmasına ve her zaman “yedek sanayi ordusu” ile emek üzerindeki pazarlıkların arttığı yönündedir . Böylece piyasada örgütlü emeğin pazarlık gücü zayıflamakta, sözleşmeli ve kısmi zamanlı çalışma yöntemleriyle emek, gerçek değerinden uzaklaşmaktadır . Konu Türkiye’de de hem ideolojik hem de ekonomik boyutuyla tartışılmaktadır.
3. Türkiye’de Sosyal Devlet
“Devlet Baba” ve “Darülaceze” hiç yabancılık çekilmeyen kavramlar…Türkiye Cumhuriyeti devleti, ilk anayasasından itibaren sosyallik boyutunu anayasalarında yer vermiştir. Konu 1961 ve 1982 anayasalarının ilk maddelerde yerini almıştır. 1982 Anayasası md. 2’de sosyal devlet kabul edilmekle birlikte 2001 yılında yapılan düzenleme ile 65. Madde “Sosyal Ödevlerin Sınırları” başlığı altında devletin bu görevleri yerine getirirken “…Bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek ‘malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde’ yerine getirir.” ibaresine yer vermiştir.
Türkiye özellikle muhtaç kimsesiz çocuklar ve gençler, özürlüler, özel eğitim gerektirenler, engelliler, yaşlı ve yoksullar gibi sosyal hizmetler grubuna yönelik faaliyetleri 1970’lerden itibaren geliştirmekte ve yürütmektedir. 2022 sayılı Yasayla 1977 yılında 65 yaşını doldurmuş muhtaç, güçsüz, kimsesiz ve sakat vatandaşlara aylık bağlanmış; hastanelerden yaralanma imkanı verilmiştir. 1980’li yılların başında 200 bin kişi bu kapsamda iken 2004 itibariyle bu sayı bir milyonu aşmıştır. Ama yapılan yardımın miktarı oldukça düşük kalmıştır. Dönemin ekonomik şartları da (yüksek enflasyon ve yüksek bütçe açıkları konusu) sosyal alanlarda düzensiz düzenlemelerin sebebi olmuştur.
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu 1986‘da kurulmuş, Yeşil Kart 1991 yılında yürürlüğe girmiştir. Döneminde büyük oranda istismar edildiği şaibesini üzerinde taşıyan Yeşil Kart’a ilişkin yeni düzenlemeler getirilmiştir.
Bu üç sosyal programa ek olarak 2001 Şubat krizi sonrası Dünya Bankası destekli yürütülen, küresel dayanışma amaçlı “Sosyal Riski Azaltma Projesi” bulunmaktadır. Yine 2001 krizi sonrasında bütçelerde yoksullara yönelik eğitim ve sağlık gibi harcamalarda belirgin bir artış görülmektedir. Özellikle son yirmi yıl bütün dünya ile beraber Türkiye’de de ekonomik ve sosyal gelişmeler fazlasıyla konuşulmaya ve gündem olmaya başlamıştır. Bu konuda en etkin belgeler şüphesiz Kalkınma Planlarıdır.
3.1. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında Sosyal Uygulamalar (2001-2005)
Kalkınma planları konuyu Özel İhtisas Komisyonu raporları marifetiyle ele almaktadır. ülkenin genel durumu ihtiyaçları ve gelecek projeksiyonu ve bu dönemin “Sosyal Güvenlik Özel İhtisas Komisyonu Raporu”nda, primsiz sosyal destek sistemlerinin kaldırılması, devlete yük getirdiği gerekçesiyle bir öneri olarak yer almıştır. (s.57) Hükümetin 2004 yılına ilişkin acil eylem planında, Dünya Bankasının 2000/2001 Kalkınma Raporlarında çizdiği yoksulluğu azaltma programıyla uyumlu kararlar yer almaktadır. Bu çerçevede 19-21 Nisan 2004 tarihleri arasında SHÇEK öncülüğünde Ankara’da “Birinci Sosyal Hizmetler Şurası” toplanmıştır. Bu toplantıda alınan kararlarda devlet “bağımlı – sosyal yardım alan bireyler”den, ihtiyaç sahibi- “hakeden” bireylere yönelme kararı almıştır. Burada toplumsal gerilim bu yardımlarla giderilmek istenmektedir.
Yine o dönemde Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı, 5. (e,f), 8., 9., 11. ve geçici 1., 2., 3. maddelerdeki düzenlemelerle “yerelleşmeye” vurgu yapılmaktadır. Geçici birinci maddenin “a” bendine göre il özel idarelerine ve belediyelere devredilecek idare ve görevler içinde sağlık ve SHÇEK görevleri de yer almaktadır. 11. maddede Türkiye’de hala şüpheyle bakılan sivil toplum kuruluşları gibi gönüllü örgütlenmelere devirden söz edilmektedir.
3.2. Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planında Sosyal Uygulamalar (2007-2013)
Dokuzuncu Plan, “Gelir Dağılımının İyileştirilmesi, Sosyal İçerme ve Yoksullukla Mücadele, Sosyal Güvenlik Sisteminin Etkinliğinin Artırılması” başlıkları Ekonomik ve Sosyal gelişmede ana eksen olarak belirlenmiştir. Bu eksende, istihdam merkeze alınmıştır. Avrupa ülkelerinin uzun vadeli ekonomik ve sosyal gelişme hedeflerini ortaya koyan 2000 yılı Lizbon Stratejisinde hem rekabetçilik hem de istihdam merkezli bir yaklaşım benimsenmiştir. “AB’nin, daha çok ve daha iyi iş olanağının ve daha geniş bir sosyal uyumun yaratılabileceği, dünyanın en rekabetçi ve dinamik bilgi ekonomisine dönüşmesi” öngörülmekteydi. Ancak 2004 yılı Mart ayına gelindiğinde görüldü ki bu amaca dönük olarak sağlanan gelişmelerin yeterli olmamıştır. Strateji yeniden formüle edilmiştir. Yeni yaklaşımda, “büyüme ve iş yaratma” AB’nin yakın ve öncelikli hedefi olmaya devam ederken, üye ülkelerdeki reform uygulamalarında ulusal insiyatif ve sahiplenmenin güçlendirilmesi öngörülmektedir. Böylelikle Türkiye açısından AB’nin bu zaafiyeti, birliğin ekonomik ve sosyal standartlarına yakınsama olarak ortaya çıkmıştır.
Nitekim, sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan bütçe transferinin GSYH’ye oranı 1999’daki % 3,5’lik seviyesinden 2000 yılında % 2,6 seviyesine gerilemiş, ancak 2001 yılından itibaren sürekli artarak 2005 yılında % 4,8 seviyesine yükselmiştir. Bu nedenle sosyal güvenlik kuruluşlarının açıkları, önümüzdeki dönemde üzerinde titizlikle durulması gereken “kamumaliyesi sorunu” olarak kendini göstermeye başlamıştır. Sosyal güvenlik sistemindeki bu sorunların giderilmesine yönelik olarak; sosyal güvenlik kurumlarının tek çatı altında toplanması ve genel sağlık sigortasının kurulması amacıyla hazırlanan Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu, TBMM tarafından kabul edilmiştir.
Değişen nüfus yapısı, özellikle eğitim, istihdam, sağlık ve sosyal güvenlik alanlarındaki politikaların gözden geçirilmesi, 2000 yılında sosyal sigorta programları tarafından kapsanan nüfus oranı % 82,2 seviyesinden 2005 yılında sırasıyla % 92’ye yükselmiştir.
3.3. Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planında Sosyal Uygulamalar (2014-2018)
Sosyal güvenlik sistemi kamu mali sistem için sürdürülemez bir yük teşkil etmesi temel vurgu olarak görülüyor. Şimdiden gerekli tedbirler alınmadığı takdirde, artan sağlık harcamaları, önümüzdeki dönemde sosyal güvenlik sistemi ve kamu maliyesi üzerinde baskı oluşturabileceğine dikkat çekilmektedir.
Yoksulluğun nesiller arası aktarımını engellemek için, eğitim alanındaki sosyal yardımlarda alt gelir gruplarına önem verilmiş, bu kapsamdaki yardımlar Dokuzuncu Kalkınma Planı döneminde yaklaşık iki katına çıkarılmıştır. 2006 yılında toplam kamu sosyal yardım harcamalarının GSYH’ye oranı % 0,86 iken, bu oran 2011 yılında % 1,18’e yükselmiştir. Kişi Başı günlük 4,30 Doların Altındaki Nüfus Oranı 2006’da % 13,3, 2011’de % 2,8, 2013’te %2,3, 2018’de %1 civarındadır. Bu durumda Gini Katsayısı da 0,38 rakamı ile umut verici olmuştur.
Sosyal güvenlik sistemine bütçe transferleri 2018’de % 4’e ulaşmıştır. Emeklilik yaşının düşük olması, emekli aylıklarına öngörülen oranların üzerinde artış yapılması, prim borçlarının yapılandırılması, yurtdışı borçlanma uygulamasının sürdürülmesi, kayıt dışı istihdamın ve kayıt dışı ücretin halen istenilen düzeye indirilememesi sosyal güvenlik sisteminin uzun dönemli mali sürdürülebilirliğini zayıflatmaktadır. Ayrıca, nüfusun yaşlanması; hastalık yükünün değişimi; yeni sağlık teknolojilerinin geliştirilmesiyle oluşan sağlık enflasyonu; sağlık bilinci ve gelir düzeyi artışına bağlı olarak sağlık hizmetlerine talebin artması gibi nedenlerle sağlık harcamaları artış eğilimini korumakta ve mali sürdürülebilirlik üzerinde baskı yaratmaktadır.
Hedef olarak, sosyal refahın artırılması ve adaletli paylaşımın sağlanması ile istikrarlı büyüme sürecinin tesisinde önemli bir politika aracı olan kamu kaynaklarının etkin kullanımına dikkat çekilmektedir. Sosyal yardım ve hizmetlerde kamu, özel kesim ve STK’lar arasında
koordinasyonun sağlanması, ek olarak da sosyal yardım istihdam bağlantısının güçlendirilmesine vurgu yapılmaktadır.
10. Plan dönemi yeniden beş kara deliğin yaşandığı günlere hatırlatmada bulunarak, sosyal güvenlik harcamalarının cari açık üzerinde baskı oluşturduğunu belirtmektedir. Bu yüzden bu dönemde uzun vadede Türkiye’nin küresel bir ilaç Ar-Ge ve üretim merkezi olması, ilaç ve tıbbi cihaz alanında ülkenin rekabetçi bir konuma ulaşmasının önemine dikkat çekilmektedir.
Sosyal hizmet ve yardımlarının diğer kamu hizmetleriyle koordineli, “aile odaklı olarak” etkin bir şekilde yürütülmesi öngörülmüştür.
3.4. On birinci Beş Yıllık Kalkınma Planında Sosyal Uygulamalar (2019-2023)
Bu plan dönemi 2023 yılını da içermesi bakımından daha kararlı öngörülerin hazırlandığı bir dönemdir. Ekonomik ve sosyal kalkınma süreci öngörülmektedir. Sosyal güvenlik sisteminin mali sürdürülebilirliğinin güçlendirilmesi için kayıtlı istihdamın artırılması ilk hedef olarak belirlenmiştir. Sistemin kapsadığı nüfusun genişletilmesi ve prim tahsilatlarının artırılması sağlanarak bazı sayısal verilerde yer alan dengesizliklerin giderilmesi temel amaçtır.
10. Plan döneminin sonunda Aktif Pasif dengesi 2018 yılı için 1,73 olarak tespit edilmiştir. AB ülkeleri ve pek çok OECD ülkesinin yaklaşık üçte biri seviyesindeki bu rakam sosyal güvenlik sisteminin finanmanındaki temel sıkıntıyı göstermesi açısından dikkat çekicidir. Bunun anlamı kayıtlı istihdamın düşüklüğü ve sigortalıların prim ödentilerinin de en düşük seviyeden gösterilmesinin sonucudur.
Sosyal güvenlik sisteminin açıklarının hala milli gelir seviyesinin %4’ü seviyesinde olduğuna dikkat edilirse bütçenin önemli bir kaynağının sosyal güvenlik sistemine tahsis edildiği açıktır. 11. Plan’ın temel hareket noktalarından birisinin bu kısım olması boşuna değildir.
Plan döneminde başta tarım satış kooperatifleri, kadın kooperatifleri ile sosyal nitelikli kooperatifler olmak üzere öncelikli sektörlerde faaliyette bulunan kooperatiflere destek hedeflenmektedir. Bu süreçte aynı zamanda Ekonomik ve Sosyal Konseyin etkin ve işlevsel bir yapıya dönüştürülmesi de önemli bir gösterge olarak yer almaktadır.
Plan uygulamalarının belirli somut hedefleri oluşmuş görünmekle birlikte, gerçekleşme konusunda hep bir sıkıntı yaşanmıştır. Bir de planın doğası gereği hedeflerin analizi yapılıp gerçekçiliği tartışılmak yerine yeni plan döneminde aynı şekilde listeye eklenmiştir. Son iki plan dönemi için sosyal içerme konusu, aile ve kadına yönelik geliştirilmesi beklenen alanlar umut verici olmakla beraber beklentilerin gerisindedir.
4. Türkiye de Yurttaşlık Payı Uygulanma Zorunluluğu
Konu “Sosyal Devlet ve Sosyal Güvenlik” olduğunda, ilk akla gelen şüphesiz sosyal güvenlik açıkları olmaktadır. Hangi hizmetlerden hangi grupların, neye göre faydalandığı etkileri, sonuçları irdelenmeden sorunu salt bütçeden aktarılan pay olarak görmek yanıltıcı olmaktadır.
Türkiye’de kamu kesimi borçlanma gereğini (KKBG) arttıran kalemlerden birisi olan özelde “sosyal güvenlik”, genelde “sosyal harcamalar” özellikle 1994 krizi sonrasında sıklıkla gündeme getirilmeye başlanmıştır. Şüphesiz o zamandan beri bazı yazarlar tarafından “beş kara delik” ten biri (2) olarak tanımlanan bu harcamaların yeniden yapılandırılması için çok sayıda yasa taslak ve önerileri hazırlanmıştır. Özellikle 1999 yılı sonrasında işsizlik sigortası yasası ile başlayan süreç, Bireysel Emeklilik, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Yasası, Devlet İhale Yasası ve Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun ile devam etmiştir. Bütün bu yasalardaki temel yaklaşım harcamaların ve kamu ekonomisinin çıktı boyutunun disipline edilmesidir (3). Bu sayede devletin sosyal boyutu ile ilgili düzenlemeler yeni baştan ele alınmaktadır. (4) devletler, dolayısıyla siyasi iktidarlar harcama listesini oluştururken “demokrasi açığı” ile “bütçe açığı” arasında bir tercihe zorlanmaktadır. Sonuçta bütçe açıkları diyerek sınırlanan sosyal harcamalar, kaynakların başka türlü dağılımında ve önceliklendirme sırasının değişmesi halinde adı her ne şekilde ifade edilmiş olursa olsun, sosyal harcamaların etkileri toplumda mutlak surette görülecektir.
Ülkenin geliri artarken bazı kesimlerin sabit kalması hatta düşmesi çelişkili bir durumdur. Refah Payı olarak adlandırılan bu pay, mevzu bahis olan kesimler için bir hak olarak tahsis edilecektir. Çalışan, üreten, ücretli kesim refahtan pay alamadıkça küçülmekte ve başka sosyal meselelerin kaynağı olan anomaliler gelişmektedir. Bunu önlemenin yolu, devleti bu dez avantajlı kesimlerden yana tavır aldırmaktadır.
4.1. Yurttaşlık Payında Taraflar ve Uygulama
Devletin vatandaşlarına sunduğu refah payı devlet olmanın gereğidir. Sosyal devletin yurttaşına hak olarak ödemesi gereken yardımlar bireyi yurttaş haline getirmenin uygulamasıdır. Vakıf ve dernekler aracılığıyla yapılması ise hayır boyutuna indirgemektir. Ve bağımlılık ve kişiye minnet duygusu oluşturması sebebiyle bir tür taraftar gruplar haline dahi dönüşebilir. Bu durum, yurttaşların devlete aidiyetini zayıflatacak ve yurttaşlık bilincinin kaybolmasına sebep olacaktır. Bu da, bizim gibi ülkelerin zaman içerisinde bir takım sosyal ve siyasal hareketler ile karşı karşıya gelmesine sebep olacaktır.
Yurttaşlık payı “Kadın, Aile ve Genç” odaklıdır.
4.1.1. Kadın
Yurttaşlık payı uygulamasının odağında “Kadın” yer almaktadır. Ülkenin yarattığı Refah Payı da paylaşılmalıdır. Oysa söz konusu pay gittikçe küçülmüş, çalışan, üreten, ücretli kesime ayrılması gereken paylardan, bu kesimlerin hakkı yok denecek noktalara düşmüştür.
Kadının genetiği gereği, neslin devamı ve çoğalması sorumluluğu kadındadır. Ancak kadın bu görevini yerine getirirken savunmasız kalmıştır. O halde bu görevi üstlenen kadının korunup kollanması görevi de devlette olmalıdır. Kadının bu rolünü gerektiren ana etmenler;
i. Toplumsal iş bölümünde annelik de sosyal ve toplumsal bir roldür. Bu rolü sadece bununla sınırlamadan anlamak ve açıklamak zorunludur. Bunu pek çok “ahlakçı toplum” tezleri dışında değerlendirmek gerekmektedir. Analık bir yandan anatomik bir durum diğer yandan toplumun devamının bir parçasıdır.
ii. Nasıl ki erkekler toplumsal iş bölümünde avcı, toplayıcı ve korumacı (asker) rolü üstlenmişse, kadınlar da rollerine ek olarak doğurganlıkla, “Analık” rolünü de üstlenmişlerdir.
iii. Analık rolü ile Kadın, bu tür topluluk toplumsal yapısının merkezine oturmuştur. Kadın, doğurganlık için topluluk içinden tercih edeceği kişi ile neslini sürdürür.
iv. Üremenin garantiye alınması, doğacak çocuğun beslenme ve güvenlik gibi gereksinimlerinin karşılanması ise, o topluluktaki bu rolde görev alacak erkeklere düşmektedir.
Bu noktada kadının ve kendisini himaye edecek bir çatının oluşmaması ihtimalinde devlet, yurttaşlarının insanlık onuruna yakışan temel gereksinimlerini karşılaması gerekir. Bu bir haktır ve talebe bağlı olmaksızın karşılanmalıdır. Nitekim 1961 Anayasasının sosyal güvenlikle ilgili 48. maddesindeki hükme benzer hüküm 1982 Anayasasının “sosyal güvenlik” başlıklı 60. maddesinde de yer almıştır: “Herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.” denilmektedir.
Yurttaşlık Payı, aile ve kadın merkezlidir. Proje kadın üzerinden yürütülecektir. Hayır, bağış ya da yardım bağlamında değerlendirilemeyeceği için kadın ve ailenin üretimin içinde tutulması özendirilecektir.
2001 Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı gereği kamu, sosyal devletten uzaklaştırılmıştır. Ancak, sosyal devletin rolü, yarı kamu olarak adlandırılan vakıf ve derneklere aktarılmıştır. Bunların aracılığı ile yürütülmeye sağlanan hizmetlerin finansmanının bir kısmı da kamu tarafından sağlanmıştır.
4.1.2. Aile
Projenin iki ayağı olacaktır:
i. Aileler İçin, Aile Dayanışması,
ii. Gençler İçin Proje18- Cumhuriyet Projesi
Aileler İçin, Aile Dayanışması, Bu ülkede doğan her kişinin, ülkenin saygın bir yurttaşı olarak yetiştirilmesi ve büyümesi sağlanacaktır. Bu güvence de çocuğun doğumu ile başlayacak ve 18 yaşının bitimine kadar izlenecektir. Yurttaş Dayanışması Projesi, öze aileyi koymaktadır. Tüm yurttaki bütün aileler temel alınarak, oldukça kapsamlı bir kesime ulaşılacaktır.
Buradaki kıstas, ailelerin ekonomik ve sosyal durumları değil, ülkenin yurttaşı olmaları esastır. Uygulamaya ilişkin kıstaslar bu genel ilkeler çerçevesinde yapılırken, elbette ki yurttaş bilinci ve sorumluluğunu taşımayanların bu sürecin içine alınması düşünülemez.
Yardım konusu karşılıksız kaynak aktarımıdır. Bunun da kendine göre bir takım sapmaları olma ihtimali her daim bulunmaktadır. Sonuçta amaç bağımlılık oluşturmak değil, soruna kalıcı çözümler geliştirmektir. Ekonomik sorunların derinleştiği, geri kalmış bölgelerden başlayıp, bir yıl içerisinde tüm yurtta planlama tamamlanacaktır. Merkezi yönetim ve yerel yönetim işbirliği her nokta için geçerlidir.
Ödemeler ise, belirlenecek kıstaslara göre pilot bölgelerde başlanacaktır. Burada genelde değerlendirme il bazlı olacak; ancak ilçelerdeki sosyao-ekonomik uçurumların olması halinde, o il değerlendirmeye girmemiş olsa da, ilçesi girebilecektir.
-Belirlenecek ücret, kadına yapılacaktır.
-Bir yandan, ekonomik analizler yapılırken, diğer yandan da, ülkenin üniversiteleri, meslek odaları ve gönüllü kuruluşları aracılığı ile bu ödemelerin bir bağış, bir hayır işi olarak değerlendirilmemesi için ailelerin durumuna ilişkin bölgesel projeler hazırlanacak ve toplumun büyük bir kesimi üretimin içerisinde tutulacaktır.
-Engelli ve projede üretken olamayacaklar için de daha farklı sosyal projeler hazırlanacaktır. yaşlılar ile çocukların gündüz bakım evleri-kreşleri ticari bir işletme değil, sosyal bir hizmet birimi konumuna getirilecektir.
-Tek başına yaşayan “kadın ya da erkek” ekonomik ve sosyal durumuna bakılmaksızın aile kapsamında değerlendirilecek, ödemeleri yapılırken en kısa zamanda hazırlayacakları ya da hazırlanan prototip projeler kapsamında üretim sosyal süreci içinde kalmaları sağlanacaktır.
Gençler İçin Proje18- Cumhuriyet Projesi: Ailede, okula giden çocuk ve gençler de sürece dahil edilecektir. Bunlar için de öncelikli olarak okul çağı hedeflenecektir.
-Bu proje ile çocuklar ve gençlerin eğitimlerinin yanında bir meslek edinmeleri ve ailenin üretim bandının içerisinde olmaları sağlanacaktır.
-Konunun keskin yanı kaynak tahsisi sorunudur. Yeni doğan her çocuğa, projenin başlayacağı yıl, ülkenin refah payı göz önünde bulundurularak belirlenecek miktarda para, önceden belirlenen banka ve hesaplarda tutulacaktır.
-Bu kaynakları işletilmesi, fonlarda değerlendirilmesi ayrı bir fon yönetimi konusudur.
-18 yaşına gelen genç, üniversite, meslek okulları, halk eğitim merkezleri, yerel yönetimlerin proje ofisleri, aracılığı ile kendisine uygun bir proje hazırlayarak, biriken bu parasını alabilecektir.
-İş kurabilecek, üniversite eğitimi için kullanılabilecek, arkadaşları ile ortak girişim planlayabilecektir. Biriken parası, ödemenin 18 yaş dolduğunda yapılacağından, isterse bu para ile evlenebilecektir.
Proje-18, yurttaşlık bilinci ve devlete bağlılığı da arttıracaktır.
4.2. Ortak Buluşma Noktaları
Her iki uygulamada öncelik, ülke kaynakları ile yapılan ödemelerin üretkenliğini arttırmaktır. Bu amaçla kırsal kesimde, tarım ve hayvancılık gibi alanlar kooperatif odaklı örgütlenecek; kasabalarda ise, daha çok geleneksel üretim atölyeleri kooperatif ya da küçük aile işletmeleri olarak teşvik edilecektir.
Şehirlerde ise, sanayi toplumunun üretim ilişkileri teşvik edilecek, mahalle üretim atölyeleri çok hızlı bir şekilde devreye sokulacaktır. Meslek okulları ile Üniversiteler doğal partner kabul edilecek, ailelerin ve gençlerin üretimin içinde tutulmaları sağlanacaktır.
Üretilecek ürün ve hizmetlerin bir kalite, standardının olması için, Proje ofisinin içinde, kalite kontrol ofisleri de olacaktır.
Her iki projenin de odağında insan vardır. Bu bir bürokratik işlemler silsilesi değil tam aksine bireyi ve aileyi koruyan, istihdamı ve üretimi arttıran bir uygulamadır.
Toplumsal çatışmalar nüfus artışı, kaynakların azalması sebebiyle değil; kaynakların adil paylaşılmaması sebebiyle artmaktadır.
Sonuç
Sosyal devlet günümüzde yadsınamayan ve ihmal edilemeyen bir konuma sahiptir. Gelenek kadar dini ve kültürel öğeler de sosyal devletin gelişmesine ve yerleşmesine yol açmıştır. Sosyal devleti sahiplenenler kadar eleştirenler de bulunmaktadır. Sınırları belli olmayan bir masrafçı yapı Hayek’in deyimiyle sosyalliği “… sahibinin pek çok şeyi gizlediği bir örtü” olarak kullanabilecek ve bu da siyasi iktidarların harcama eğilimini arttıracaktır. Liberallerin bile bir noktaya kadar kabullendiği sosyal harcamalar için bir sınır çizilmesi, günümüz Alman ve İskandinav ülkeleri örneklerinde de görüldüğü gibi şarttır.
Türkiye’de sosyal harcamalardan söz edildiğinde hep kaynak sorunu gündemlenmektedir. Yıllık bütçenin %1,5-2 civarındaki sosyal harcamalar için mali disipline engel olup olmadığı konuşulmaz bile. Bugün Türkiye için yapılan, pek çok araştırmaya konu olan ve araştırmacılar arasında hem fikir olunan husus, bir şekilde yönetilemeyen ve tamamen bir karşılıksız transfer haline gelen iç borç faizleridir. Faizlere giden her kuruş kaynak bütçe imkanlarını daraltmakta ve toplumu da germektedir. Ekonomi politikalarında faizin indirilmesi ve borcun döndürülmesi aciliyetini korumaktadır.
Sorun, sosyal harcama yapmak yerine borç ödeme ekonomiyi dengeleme mantığına dönüştüğünde toplam refah yerine toplam mutsuzluk artmaktadır. Pek çok tezat durum baskı ve çıkar gruplarının da etkisiyle “devlet” dolayısıyla “vatandaş” aleyhine dönebilmektedir.
Bu çalışma kapsamında sosyal harcamalardan, sosyal devlete ve oradan da Türkiye örneğinde “Yurttaşlık Payı” konusu irdelendi. Her şeyden önce bu konu vatandaş için bir hak olarak görülmedikçe soruna yaklaşımlar çözüm odaklı olmayacaktır.
Şurası da bir gerçek ki sosyal harcamalarda, özellikle eğitim ve sağlık alanında yapılan harcamalarda bir birimlik artışın, ortalama ömür ve yaşam kalitesini farklı oranlarda arttırıcı; bebek ölümleri ile genel ölüm oranı ve sağlık harcamalarını azaltıcı etkiye yol açtığı Dünya Bankası ve Türkiye ampirik çalışmalarıyla kanıtlanmıştır.
Yeni ve spesifik önermelerden biri olan sosyal belediyecilik konusu, yerel yönetimlere yüklenen yeni ve aktif misyonla etkinleştirilebilir. Bu sayede, belediyelerin sosyal fonksiyonları artarken sosyal yaşam içinde daha aktif hale gelebilirler. Bu sosyal fonksiyonlar gelişmiş ülkelerde gönüllü ve özel teşebbüslere, tarihi geleneğimizden günümüze ise vakıflara bırakılmıştır. Bunun mantığı, sorunların kaynaklandığı noktada çözülmesine (yerindenlik ilkesi) ve halkın katılımı gerçekleştiği için birlik ve dayanışma ruhunun pekişmesine dayanmaktadır. P. F. Drucker üçüncü sektör olarak sosyal hizmet veren sektörün ABD’de istihdam içindeki payının %25 olduğunu ileri sürmektedir. Bu itibarla sosyal hizmet veren bu birimlerin hukuki alt yapısı ve koordinasyonu konusunda merkezi hükümetler rol üstlenmelidir.
Sosyal harcamalar alanında genel hizmetler ile yoksullukla mücadele ve yoksullarla ilgili mali programların birbirinden ayrılması, harcamaların etkinliği konusunda olumlu gelişmelere yol açabilecektir. Bu sayede her harcama için ön ad haline gelen “sosyal” kelimesi de rasyonelleşebilecektir.
KAYNAKÇA
Alesina, A. (1999). “Too Large and Too Small Governments”, Economic Policy and Equity, ed. Tanzi, V., Chu Ke-Young and G. Sanjaev. (Washington: IMF)
Arın, T. (1985). Kapitalist Düzenleme, Birikim Rejimi ve Kriz 1: Gelişmiş Kapitalizm 11. Tez Kitap Serisi, (İstanbul: Uluslararası Yayıncılık).
Bulutoğlu, K. (1978). Türk Vergi Sistemi, Cilt 1. (İstanbul: Fakülteler Matbaası).
Galbraith, J.K. (1996). The Good Society: The Humane Agenda, Houghton Miffin Co. (Boston: H.M. Co.).
Giddens, A. (2000). Modernliği Anlamlandırmak: Anthony Giddens’la Söyleşiler, (çev. M. Sağlam ve S. Uyurkulak), (İstanbul: Alfa Yayınları).
Gilder, G. (1981). Wealth and Powerty, (NY: Basic Books).
Goodwin, B. (1982). Using Political Ideas, (NY: J. Willey & Sons Inc.).
Hayek, F. A. (1995). Kanun Yasama Faaliyeti ve Özgürlük – Sosyal Adalet Serabı, (çev. M.Erdoğan), (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları).
Hobbes, T. (1993). Leviathan. (çev. S. Lim). Yapı Kredi Yayınları, (İstanbul: YKY).
Kutup, S. (1970). İslam’ın Dünya Görüşü, (çev. A. Arslan), (İstanbul: Arslan Yayınları).
Novak, M. (1990). Morality, Capitalism and Democracy, Institute of Economic Affairs, (London: IEA).
Paine, T. (1999). Agrarian Justice. https://grundskyld.dk/ Digital edition piketty.pse.ens.fr/files/Paine1795.pdf (02.02.2021).
Pierson, C. (2000). Modern Devlet, (çev. D. Hattatoğlu), (İstanbul: Çivi Yazıları).
Schumpeter, J. A. (1954). “The Crisis of the Tax State”, International Economic Papers, No.4, (Londra: McMillan)
İbrahim Uysal
- Emekçi Kadınlar Günü İbrahim Uysal - 8 Mart 2023
- Sevda Ne Yana Düşer Ustaİbrahim Uysal - 3 Şubat 2023
- Harç Bitti,Yapı Paydos İbrahim Uysal - 18 Ocak 2023