Prof. Server Tanilli Söyleşisi Esmeri Alev Ekebaş

UM-AG 18:30 SÖYLEŞİLERİ UM:AG TOPLANTI SALONU

19-EKİM-2006 PERŞEMBE-18.30-20.00

Uzun bir aradan sonra, UĞUR MUMCU ARAŞTIRMACI GAZETECİLİK VAKFI’ndayım. Paris Caddesi, No:14.

Geliş amacım, Prof. Server Tanilli’nin, ‘KADIN SORUNUNU NERESİNDEYİZ?’ konulu söyleşisini dinlemek.

Erkenden gittim. Söyleşi vaktinden bir saat önce. Hatice Durak adlı arkadaşım:

‘Esmeri, oraya erken git, Server Tanilli söyleşisine katılım fazla olur, ayakta kalmanı istemem’ demişti.

Ben de böyle düşündüğüm için erken geldim. Aslında her konuda olduğu gibi, bu konuda da telaşlı, aceleci, garantici yapım galip gelmişti. Kare Kitabevi’nde yapılan söyleşi ve imza günlerine de giderken böyle sabırsızlanıyorum, o güzel insanlara, görünmeyen güzel atlara binip bir an önce kavuşmak istiyorum. Sözler, kelimeler, harfler, yazılar, kağıtlar, kitaplar, konuşmalar başımı döndürecek kadar heyecanlandırıyor beni…

Esmeri  ilk gelenmiş, aman ne paye!.. Hayır, anlatmak istediğim başka bir şey. Bu heyecanı yürekte taşıyanlar bilir, sevdiğim, okuduğum yazarların o öpülesi ellerinden, o cesur yüreklerinden, o dolu beyinlerinden dökülüp gelenlerin sahibine ulaşmak inanılmaz bir duygu fırtınası yaratıyor. Onlara övgü dolu sözlerden çok, hayranlık dolu bakışlarımla dokunurum. Pek çok sorumun cevabını gördüklerim bana sunar. Genelde hep düşündüğüm gibi insanlarla karşılaşırım, yanıldığım, şaşırdığım az insan olmuştur, pek az insan.

Aslında bugün, Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’yı anma törenleri programına da dahil olmayı düşünmüştüm. Evinin, anıtının önünde, gömütünün başında olmak isterdim. 

Gazeteci-yazar Mehmet Ali Kışlalı’nın: ‘ATATÜRKÇÜLÜK ve GAZETECİLİK’ konulu konferansını, Ahmet Taner Kışlalı Sanatevi’nde dinlemek isterdim. Olmadı. İki ayrı programa dahil olabilecek gücü kendimde bulamadım. Ankara Cumok Karar ve Yürütme kurulundaki arkadaşların özverili çalışmalarını ve yaşama geçirdikleri programları kutlarım. Anma töreni programına katılan diğer katılımcı kuruluşları da kutlarım.

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi, Atatürkçü Düşünce Derneği, Cumhuriyet Gazetesi, Cumhuriyet Halk Partisi, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Çayyolu Platformu

Benden sonra gelenler Remzi İnanç, Günay Güner, Haluk bey oldu. Yavaş yavaş insanlar geliyordu. 1. kattaki konferans salonu açıldı ve yerlerimizi aldık. Ankara Cumok Karar ve Yürütme grubundan pek çok tanıdık sima da oradaydı.

70 yaşında olduğunu söylemesine rağmen bir çok genci cebinden çıkartan ve Türk dilinin kullanımı ile ilgili hassasiyetini her platformda gündeme taşıyan, ihtiyar delikanlı Mustafa Gürbüz de oradaydı. Mimar ve TSGTK Genel Başkanı (Türkçe Sevdalıları Gönüllü Toplum Kuruluşu). Bir bankazede olarak, yılmamış, emekli maaşını, varını yoğunu bu yola harcıyor. Elinde bir broşür dağıtıyordu. Broşürü alanların da fotokopi ile çoğaltıp, dağıtmasını rica etti. 16-17 Aralık’da, 4. ULUSLARARASI ORKUN ŞÖLENİ, saat: 10.00-22.00 arası, Millli Kütüphane’de yapılacakmış, ilgimi çekti, broşürden aldım.

Başucu kitaplarımdan birinin yazarı olan, Orhan Tüleylioğlu, Sevgi Can Aysevener de oradaydı. Evrenle Ölç Kendini- ATTİLA JOZSEF, bu kitabı Edebiyatçılar Derneği iyi ki basmış. Şiirlerin büyüsüne kapılanlardan birisi de benim.

Ümit hanımı da gördüm, her zamanki gibi oradan oraya koşuşturuyordu. Galiba kamerayı Ümit hanım kullanacak, diye düşündüm.

Konferans salonundaki koltuk sayısını hesaplamaya kalkınca, içeride 50-55 civarında insan olduğunu hesapladım. Hatice yanılmıştı, o çok kalabalık olur sanıyordu, maalesef Prof. Server Tanilli’yi dinlemeye hak ettiğinden az insan gelmişti. Ben salonun dolup taşacağını, koltuklara sığmayanların merdivenlere oturacağını düşlemiştim.

Tam saatinde Prof. Server  Tanilli geldi. Masanın üzerindeki saatin ayarlanmasını istedi. Mavi, kısa kollu bir tişört giymişti. Kanı kuvvetli olmalı, hava biraz yağmurlu diye anacığım beni lahana gibi sarıp sarmalamışken, üşümeyen bir insan görmek, beni terletti. Gözlükleri salona girerken yoktu, gözlüklerini taktı. Aynı gazetedeki fotoğrafları gibiydi. Sakın bıyık altından gülmeyin, inanın bazı insanlar fotoğraflarına benzemeyebiliyor. Gözlüğünün derecesi çok yüksek olmalı ki, gözlüğünü takınca iri, siyah göz bebekleri küçücük kaldı. Tekerlekli iskemledeydi ama çok çarpıcı, insanı sarsan, güçlü bir duruşu vardı. Ona hayranlıkla baktım.

Defterimi, tükenmez kalemimi çıkarttım. Salonda sessizlik sağlandı ve bir bayan görevli açılış konuşmasını yaptı:

-‘İyi akşamlar. Bu akşamki 18:30 söyleşisine hoş geldiniz. Konu; ‘Kadın Sorununun Neresindeyiz?’. Sözü hocamıza bırakıyorum.’

Prof. Server Tanilli mikrofonu önüne çekti ve söyleşiye başladı:

-Sevgili arkadaşlar, dostlar, her Ankara’ya geldiğimde, benim bir deneyimimdir, buraya gelip, söyleşi yaparım. GÜLDAL hanımın (Güldal Mumcu) kararı ile bu geleneği sürdürüyorum ve anısının önünde eğiliyorum (Uğur Mumcu).

Ahmet Taner Kışlalı’nın katledilişinin dönümü birkaç gün sonra, onunda bu vesile ile önünde saygı ile eğiliyorum’ dedi

Sanki gözleri nemlenmişti, kara bir bulut aramızdan sıyrılıp gitti. Sakin, yavaş bir ses tonu vardı. Yalnız Türkçe cümleleri ters kuruyor diye düşündüm, belki de bir kaç yabancı dil biliyordur ve bu hafif aksaklık yurtdışında yaşayıp, Türkçeyi az kullanıyor olmasındandır, diye saptama bile yaptım. Yavaş konuşması, notları iyi alabilmeme yardımcı olacaktı.

Bu söyleşiyi UM-AG 18:30 Söyleşileri kitap serisinin 5.sinde bulamayacaksınız, söyleyeyim. Nedenini birazdan Prof. Server Tanilli söyleyecek. Bu nedenle kamera ve ses kaydı istemedi ve söyleşiyi daha sonra kağıda döküp, Um-ag vakfına ileteceğini söyledi. Bu nedenle benim aldığım notlar orijinal, o güne özgü ve birebir notlar olarak önemini koruyacak.

Prof. Server Tanilli söyleşiye devam etti:

-‘Konuşurken, üç yıl önce bir rahatsızlık geçirdim. Konuşma düzenim bozuldu. Beynimde bir şey. Ağır ağır konuşurken işi sürdürüyorum. Bu konuşma düzeni ile ilgili bir çatlaklıktır, yoksa çok şükür kafada bir çatlaklık olmadı.’ dedi. Kendisi ve bir kısım izleyici bu yoruma gülümsedi.

Prof. Server Tanilli konuşmasına devam etti:

-‘Söyleşi konusu: Kadın Sorununun Neresindeyiz? Geniş bir konu, bunu  kısıtlı bir süre içinde paragraf başlarında kalıp, anlatmaya çalışacağım.

Aileler için bir tarzdır, erkek çocuklar, kız çocuklardan öne alınır, kayrılır, onlara daha fazla imkan verilir. Dünya üzerinde en yaygın olan tarz budur. Yüzyıllar öncesinden gelen bir gelenektir. Sadece bununla kalmaz, kızla-erkek çocuk arasındaki şey, daha da büyür. Bakarız, erkekler, politikada, eğitimde, çalışma hayatında öndedirler. Kadınlar-kızlar, daha geride..

Tabii ailenin içinde, erkek çocukların kayrılmasından ibaret kalmaz her şey, aile dışında da hayatın bütün değerlerine bu kayırma yayılır.

Tüm bunların altında ne var? Bunları biliyorsunuz… Bunun aslında adını söyleyelim: CİNSEL BİR AYRIMCILIK. Bu ayrımcılığın temelinde acaba fizyolojik bir takım temeller var mı?

Acaba kadının düşünsel yeteneği, erkeklere nispetle daha az mıdır?

Kısıtlı bir tablo mudur?

Bu iddia çok uzak yıllardan beri gelir, ama bilim bu iddiaya karşı şunu açıkça söylüyor: Erkeklerle kadınlar arasında, beyinsel fonksiyonlar ve yetenekler arasında bir farklılık yok. Aynı işleyiş, aynı imkanlar… Bunu bilim açıkça söylüyor. Bu söylediklerimiz, toplumun kendisinden kaynaklanıyor, ortaya çıkıyor.

Bu toplumlardan ve binlerce yıl öncesinden gelen tavır. Demek ki işin içerisine başka şeyler giriyor.

Gerçekliği çarpıtıyorlar.

Bu durumda kadınlardan yana sınırlı bir tablo ortaya çıkıyor. Bu çarpık tabloyu, dinler, boş inançlar, ideolojiler ortaya çıkartıyor, hem de sürdürüyorlar. Demek ki bu konu, tarihten, toplumların getirisinden geliyor. Yaşadığımız yüzyıllara kadar bu cinsel ayrımcılık getirilmiştir ve bunun bir takım izleri sürdürülmektedir. Ayrımcılığın temelsizliği sıyrılmış, atılmış değildir, halen sürmektedir. Özellikle doğuda bu daha köklü sürüyor.

Batıda, bu ayrımcılığın kaynaklarına yürümek, bu çatıklığı ortaya çıkarmak için gösterilen çabalar vardır.

Efendim, büyük bir Fransız feministi şöyle der: ‘Kadın olarak doğulmaz, kadın olunur!’

Doğumda değil, sonradan ortaya çıkmış bir tablo: Kadın olmak.

Bu konuda tarihin çağdaş bir yürüyüşü de vardır. Bu çağdaş yürüyüşte, toplumlar, cinsel ayrımcılığın üzerine yürürler ve onu teşhir etmek için çok köklü değişimlerin içine girerler. Bu konuda çok köklü gelişmeler de vardır. Özellikle 19. yüzyıldan, belki 18. yüzyılın son kısımlarını da dahil edebiliriz, tarihçilerin şimdi adını da söyledikleri bir kadın hakları devrimi olmuştur.

Çağdaş dünyada, öteki olaylardan çok çok köklü olanı KADIN HAKLARI DEVRİMİ’dir derler. Kadın hakları devrimi, batıda ortaya çıkmıştır. Niye batıda ortaya çıkmıştır?

Batıda ortaya çıkmıştır, çünkü bir takım etkenlerin yanısıra, orada tarihin çok görkemli bir olayı olmuştur: RÖNESANS, AYDINLANMA DEVRİMİ. Yani, bu süreç 18. yüzyılı da içine alır, rönesanstan başlar. Bu aydınlanma, başta batıda olduğu için, kadın hakları üstüne orada devrim olmuştur. Bu devrim, 19. yüzyılda da bitmemiş, 20. yüzyıla da sıçramıştır. Günümüzde de sorunlarla uğraşa uğraşa sürer devrim.

En köklü, en kapsamlı devrim oldu da, şimdi kadınların önünde, mutlu olacakları imkanlar, bütün sorunların ortadan çekildiği bir tablo mu var? Hayır.

Batıda da halen uğraşılıyor.

Devrimin içindeki Fransa’da, lirik bir şeydir, hep hatırlanır, söylenir, istatistiktir hep hatırımızdadır, Fransa’da yılda 30.000 kadının ırzına geçilir. Buradan kalkarak, dünyanın bir başka yerindeki durum düşünülebilir.

Konu bir yere kadar çözülmüş, bir yerden sonra duruyor.

Efendim, sorunlar hakkında konuşmamıza rağmen, dönüp dolaşıp tekrarladığımız bir şey vardır. Bizim durmadan tekrarladığımız şudur: Devrim olmuştur. Evet. Anlatacağım çapraşık bir şey. Devrim olmuştur, o zaman bu devrimle örtüşen bir şey varsa değiştireceğiz.

Efendim, kadınlar devrimi, batıda aydınlanma devrimi ile olmuştur.

Batıda ki o devrimin mirasından, müslüman dünya içinde sadece Türkiye yararlanmıştır. O devrimin mirasçısı olan, Türkiye’dir.

Tarihçiler, Türkiye içinde olup biten şeyler içinde, en önde olanı kadın erkek eşitliğidir derler.

Müslüman dünyada, yalnız bizim toplumumuza bu devrim girer. Aslında bu devrim, Cumhuriyet’ten önce başlar, Cumhuriyet’te somut örnekler olarak ortaya çıkar. Bu somut örnek, Medeni Yasanın kabulüdür. 1926’da, Cumhuriyet’in ilanından bir kaç yıl sonra, o yıllar için en derli toplu ve batının devrimlerinin damgası olarak görülen, İşviçre Medeni Yasasından çevrilen yasalar, bizim Medeni Yasamız olarak kabul görür. Zaten o zamanlarda yapılabilecek bundan başka bir şey yoktur.

Medeni Yasayı ancak çeviri olarak koyabilirsiniz.

Hep tekrar tekrar söylüyorum: Müslüman dünya içerisinde bizden başka kabul edilmiş bir Medeni Yasa yok. Oralarda, hukuk daima dinin ilkesini sürdürür.

Bizde öyle değildir, Medeni Yasa, dinin etkisini sürdürmez. Bizdeki Medeni Yasa, toplumun kendi ihtiyaçlarına aklın eseri olarak yanıt verir.

Arkadaşlar, bu kadar önemli bir Medeni Yasanın üzerinde titremek gerekir.

Medeni Yasayı korumak ve üzerine titremek gerekir, çünkü bize kadın erkek eşitliğini Medeni Yasa getirmiştir.

Efendim, dünyada devrim olmuştur ve Medeni Yasa da onun bir sürgünüdür, eseridir.

Arkadaşlar, 1926 yılını tarih olarak kabul edersek, o tarihten sonra da , Cumhuriyet’imizde kadınların lehine başka şeyler de olmuştur. Mesela, siyasal haklar gibi. Cumhuriyet, bütün bunları da getirdi.

1980’li yıllardan başlayarak, 20. yüzyılın eseri olarak, batıda kadınların önayak olmasıyla, bir takım imkanların, ilkelerin topluma taşınmasında büyük gelişmeler oldu. Bence tüm bunları en başta kadınlar yapmıştır.

1980’de Türkiye’ye faşizm gelmiştir, insan hakları talan edilmiştir. Ama bakıyoruz kadınlar 1980’li yıllarda, Avrupa’da, kadınlar lehine ilkeler getirmişlerdir. Kadın hakları adına ilkeler, imkanlar. Bu ilkeler, imkanlar ülkemizde de Avrupai bir düzey kazanmışlardır. Yani Türkiye’de ki kadın haklarında ki sıçrama, faşizmin baskısıyla, yapınız bunları demesiyle olmamıştır. Kadınlarda tehlike altında kalarak bunların üzerinde durdular.

Medeni Yasa yanında, kadınlarında bu lehlerine olan imkanlara sahip çıkması, birbirini desteklemiştir, tamamlamıştır, onların üzerine titremek gerekiyor.

1926’da kabul edilen Medeni Yasa sadece erkeklerin değil, kadınlarında yasasıydı ve eseriydi. Bunun nedeni, Cumhuriyet’in temelini oluşturan o büyük, milli Kurtuluş Savaşı sırasında, kadınlarla, erkeklerin ortaklaşa verdikleri mücadeledir.

 Cumhuriyet, kadınların ve erkeklerin eseridir.

Cumhuriyet’in ilkelerine, yılların getirilerine sahip çıkmayı söylüyoruz.

Sadece kadınların değil, demokrat erkeklerinde sahip çıktığı ilkeler olmalıdır.

Arkadaşlar, bu söylediklerim meydana gelen gelişmelerin özetleridir. Ayrıntılardan sıyırarak konuşuyorum.

Bugün tabloda ne görüyoruz?

ÖZGÜN TABLODA NE GÖRÜYORUZ, kadın devrimi gerçekten hayatın kendisinde ürününü vermiş midir?

Bunun cevabı için, aile içindeki ilişkilere bakıyorum, kadın erkek eşitliğine bakıyorum, çünkü cevabı işlediğimiz konulara bakarak söyleyebiliriz, şunu söyleyebiliriz: Türkiye’de geçmiş yüzyıllara nispetle çok önemli şeyler olmuştur. Evet, bu bir takım insanların, toplum içindeki sınıflarına, durumlarına göre yapılmıştır. Bunların dışında bizi üzen tablolar da vardır. Yani kadın erkek ilişkisinde, ailede olması gereken demokratik şey, demokratikleşme henüz oralara yaslanmış, yansımış değildir.

Demokrasiyi, bizler halen şu parti, bu partiye oy vermek, seçimler, sandık sanıyoruz. UZMANLAR: DEMOKRASİNİN EN BELİRGİN GÖRÜNTÜSÜ AİLEDEDİR diyorlar. Ailenin içinde kadın erkek eşitliği varsa, orada demokrasi vardır.

Türkiye’de var mı, bunlar çapraşık şeyler. Doğuda, köylerimizde, köylü insanlarda, erkeğin her konudaki egemenliği sırıtıyor. Erkeğin kararı hep en başta gelen, sonuç veren bir şey oluyor.

Demokrasinin ailede olmaması korkunç bir takım şeylere de varıyor. Bu toplumumuzda var, bir ölçüde batıda da var. Erkek-kadın eşitliğinin olmadığı ailede, şiddet denen bir şey sürüyor.

Bir cinsel keyfilik sürüyor. Bu konunun altında yatan eğitimsizliktir. Bunu hatırlayıp, eğitimsizliğin getirdiği sorunları hatırlayıp çözmek lazım. Zorunlu eğitime kadar giden tedbirler var.

Toplumumuzda, söyleyiniz, aile içindeki şiddete kadar giden, özellikle TÖRE cinayetlerinde sık sık gördüğümüz bizi rahatsız eden bir tablo var.

Ailede şiddet, töre cinayetleri bizi rahatsız eden tablolardır.

Hepimiz medyayı, günlük gazeteleri izleyen kimseleriz. 10-Ekim-2006 tarihli, Radikal gazetesini getirdim, işte elimde. Yeni bir töre cinayeti örneğini, birinci sayfadan, sürmanşet vermiş ve sayfada başka bir habere yer yok, tek haber bu. Tek bir olay olarak Radikal gazetesi bunu yazmış, iyi de yapmış. Size göstereyim, dedi ve gazeteyi iki eli ile kavrayıp, dinleyicilere doğru ilk sayfayı tuttu.  Prof. Server Tanilli sözleri buğulanarak konuşmasına devam etti.

-‘Gazetenin büyük manşetlerle dile getirdiği haber şu: Çeyiz sandığında öldürülen Gülüstan Gümüş’te töre kurbanı…Gülüstan’a böyle kıydılar diyor: Berdel usulüyle evlendirildi. Erkek çocuk doğurmayınca eziyet edildi. Boşanmak isteyince, eşinin akrabaları tarafından yaralandı. Kaçıp, evdeki çeyiz sandığının içine saklandı. Saldırganlar, kaleşinovla çeyiz sandığını taradı. Halk arasında bu silaha keleş denir. Gazetenin ön ve iç sayfasında da bu olayın ayrıntıları var. Bu haberi okuduğum gün uykum da etkilendi, uyuyamadım, çünkü vahşet.

Bir de toplumda kadın erkek eşitliğini bozan şeyler var. Haremlik-selamlık, örtünme gibi… Bunlara toplumda bir takım hazırlanışlar, toplumu hazırlayışlar geliyor, birtakım gazetelerden okuyoruz. En son bir gazeteden bir haber: 1-Ekim-2006 tarihli bir haber. Efendim, olay şu: Vatan gazetesinde yazılan bir haber, bu olayı size anlatmak zor. El-Maktum, büyük bir inşaat şirketi girişimi, Dubai inşaatın sahiplerinden. Bir otel yaptırıyor ve kadın havuzunu ayırıyor. Binalarda harem-selamlık uyguluyor. Bu kadın havuzu uygulaması bunun gibi yaptıkları pek çok otel var, oralarda da uygulanıyor.  Çok pahalı yüzlerce bina ve otelde uygulanıyor. Bu haber okuyup, geçemeyeceğimiz bir olay. Bu uygulamalarla beraber Türkiye’ye gelecek olan şeyi ve geleceği görmemek mümkün değil. Tabii tüm bu uygulamalar ve gelişmeler en başta kadınların aleyhinde.

Arkadaşlar, çalışma düzeninde kadına verilen yer nedir?

Kadının zamanımızda çalışma hayatına daha fazla katıldığı bir gerçek. Çalışma kadını bağımsızlığa götüremiyor, belki kısıtlı bir bağımsızlıktan söz edebiliriz. Gene de kızlarımız evlenmeyi kendileri için kurtuluş olarak görmeye devam ediyorlar. Bu aile çalışma sorunlarından biridir. 

Cumhuriyet, eğitimde çok büyük atılımlar yaptı. Kızla erkek çocukların bir arada okumasını sağlayıp, onları kurtuluşa götürdüğü bir çabayı ortaya koydu. 

9 yaşında bir çocukken, Köy Enstitülerinde kızlar  erkekler beraber okuyordu, onları birlikte gördüm. 

Şimdi eğitimde yapılan, uygulanan eserlere bakıyorum, laikten şeriatçı yapıya doğru gidiliyor. Bunları gazetelerde zaten görüyoruz. Bunların sonuçları kadıların, kızların aleyhinedir. Gazetelere her yıl girer kızların haykırışları, artık klişe olmuştur: Baba beni okula gönder. Bunların bir bölümüne yanıt veriliyor. Özellikle köylükte erkek çocuklar bir ölçüde kurtulur, ama eğitim nimetinin kızlara uzak kaldığı bir gerçek. Kız ve erkekler eğitimde eşit gidiyor diyemeyiz.

Siyasal haklarda da bir eşitsizlik durumu var. Avrupa’da kadınlara sadece siyasal haklar verip, erkeklere parlamento seçimlerinde yer vermek yetmez. Öyle bir siyasal düzen kurmalıyız ki, meclislere ne kadar erkek seçiliyorsa, o kadar da kadın seçilmeli. İsveç, Norveç, Danimarka… Avrupa’ya doğru yürüyor bu konu. Diyorlar ki ; parlamentoda ne kadar erkek varsa o kadar da kadın olmalı. Bunun sözü toplumda yapılıyor ama henüz hayata geçirilmemiştir. Partilerin yasalarında yoktur. Seçimlere gidilince, bu konularda adımlar atılacaktır.

Bu konu batının, kadın haklarında yaptığı son büyük devrimdir. 

Arkadaşlar, aile, çalışma düzeni, eğitim ve siyasal alanlarda kadınların aleyhine olan konuları söyledim. Arkadaşlar, sonuca getirelim. Arzu edilir ki, Türkiye’de kadın hakları konusunda önemli adımlar atılsın ve bu adımlar aksamaya uğramadan sürsün. Bu kritik bir durum, sektelere, çelmelere uğruyor.

Bir düşünür olarak söyleyeceğim. 2002’den beri iktidar, şu veya bu konuda neler yapıyor o ayrı bir konu, ama yaptıkları kadınların lehine değil, kadınların aleyhine bir iktidar olarak  gözüküyor. Bu aleyhine konular ortada dolaşıyor. Ekonomistler,  son 4 yılda toplum, üretim üzerine değil, tüketim toplumu olmaya yöneldi diyor. Sonuçta işsizlik var. Bu gelişmelerin topluma getireceği bir şeyler yok. Kadınlar da çalışmaya değil, tüketmeye yönelmiştir. Bu devir en fazla kadın haklarını vurmuştur. Bunu en başta kadınlar için istiyorum.

Arkadaşlar, bağlıyorum: Her şeye rağmen, Türkiye 2. sınıftır. Olumlu bir takım zihniyetlerin, hayata yansıması içinde zihniyet değiştirmeyi beklemektedir. Başka çare yoktur. Bu zihniyet değişmesi öyle kendi kendine olacak bir şey de değildir. Mücadele vermek gerekir. Bu mücadelede erkeklerin de, demokratik erkeklerin de büyük payı olmalı, bu önemlidir.

Bunu bir erkek olarak söylüyorum: Yolları asıl aşacak olan kadınların bilinçlenmesi ve eylemi olacaktır. Ülkemizde kadınlar çok önemli adımlar da atmışlardır.

Erkeklere düşen, omuz vermek. Erkekler olmadan olmaz, tamam ama isterim ki en önde kadınlar yürüsün. Gerçekten kadınların zaferiyle devrim olsun.

BEN, KADINLARIN KAZANACAĞI DEVRİME İNANIYORUM VE OMUZ VERMEK İSTİYORUM’ dedi.

SERVER TANİLLİ’nin konuşması alkışlarla noktalandı.

Onun, kadın haklarına omuz vereceğini söylemesi herkesi çok duygulandırmıştı, hani duygusallığın doruğunda olduğunuz anlarda tüyleriniz diken diken olur ya, içimden öyle bir ürperme geçti. İyi ki gelmişim, şu cümle için değdi. Ne mutlu bana ki, erkekleri, babaları, dedeleri, amcaları, dayıları, damatları, kardeşi, kadın haklarına omuz veren, demokratik erkeklerle dolu bir ailenin üyesiyim diye düşündüm. Yoksa gece, bu saatte, tek başıma söyleşiyi dinleyip, not alabilir miydim? İçimi bir serinlik kapladı, ohhh be!..

Soru-cevap faslına sıra geldi. Sormak istediğim çok soru var, ama soru sorarsam, aynı anda yazamayacağımdan her zamanki gibi soru sormaktan vazgeçtim. Söz uçuyor, yazı kalıyor. Yazmaya devam.

Bir izleyici sordu:

-‘Sayın Server Tanilli, kadınların ve özellikle erkeklere denk veya daha akıllı kadınların ezilmesini, yıllarca önce FREUD, id ve süper egoya bağlamıştır. Süper ego ile id bastırılmaya çalışılmaktadır. Siz id’nize hakim değilsiniz denilenler, kadınların kafasını kapatır ve süper egolarını ortaya koyarlar. Toplumsal düzenin böylece kişilik yapısına kök salmasıyla, ezen ve ezilen sınıflar ortaya çıkıyor. Böyle toplumlarda kadınlar ezilen sınıf oluyorlar. Tutucu öge süper ego, kökenini toplumsal yasaklamalardan alır. Bu cinsel doyumsuzluğu körükler ve id bastırılır.

Medyada takip ettiğimiz devlet büyüklerinden hangisi acaba evine gidince piyano çalar, karısına ‘Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının konserine gidelim’ der, bir bale, bir sinema, bir opera, bir tiyatro izlemeye eşleriyle gider, gitmeyi düşünür veya eşleri bunu ister? Düşünebiliyor musunuz?

Türkiye Cumhuriyeti, ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde ilerlemiştir ve Türk kadını pek çok yasal hakkını onun sayesinde elde etmiştir.

Akademisyenlerin, yazarların ve dediğiniz gibi onlara omuz veren biz demokratik erkeklerin katkılarıyla, Atatürk’ün kızları günümüzdeki bu salaklıkların üstesinden geleceklerdir’ dedi.

Bu konuşmanın adından bir izleyici mikrofonu eline alıp, soru sordu: 

-‘Sayın bilim adamı Server Tanilli’ye saygılarımı sunarım. Buraya gelen herkes, hemen hemen bu yalın bilgilere yakın bilgilerle gelmişizdir.

Nüfusu 5 milyona yaklaşan Ankara’da, başkentimizde sayımız 200-300 kişi var mıdır? Burada toplanmamız bir umut mudur? Emekli bir eğitimci olarak diyorum ki; kurtuluş daha çoook uzakta… Burada bir bilim adamını dinledik, ama işi hallettik mi? O halde ne yapmalıyız? Ben, günlük yaşamımda hep ne yapabiliriz diye düşünürüm. Mesela, gençleri okumaya nasıl teşvik edebiliriz? Bu nedenle sorularıma cevap bulmak için hep çevremi gözlerim. Belediye otobüsüne biniyorum, malum emekli insanız. Otobüste bir kitap, gazete okuyan kimseye rastlamıyorum. Okumak bir yana, ben gazetemi, kitabımı otobüste okurken neredeyse saldıracak durumda olan, dik dik bakan insanlar var. Bu da bir eğitim yoludur, bu eğitimi nasıl vereceğiz? Gençlik parkındayım. Elimdeki gazetemi açtım, okuyorum. Bir kişi de merak edip sormaz, bu adam ne okuyor, diye. Birbirlerine küs küs bakanların arasındayım. Acaba birisi çıkar da, bu 70’lik adam okuyor, ne okuyor, biz niye dönüp bakıyoruz diye sorar mı, diye bekliyorum. Bir tek geçenlerde genç bir adam sordu, bir delikanlı elimdeki gazeteyi okumak istedi, gazetem CUMHURİYET, verdim, okudu, o an çok sevindim. Ama tek bir delikanlı… Ben, bununla, böyle yapmakla kendimi avutuyorum.

1960-1962 arasında, bir yıl yurt dışında bulunmuştum. İsmet Paşa, başbakandı o zamanlar. Yurt dışında, metrolarda, yani yerin altındaki tünellerde ulaşım aracıyla ilerlerken bile, her insanın elinde gazete, kitap vardı ve okuyorlardı. Batı, batı, batı…

Soruyorum, durum buysa, biz ne yapacağız, dedi.

Server Tanilli, sakin sakin bu uzun konuşmayı dinledi. Söyleşi sonrası, yemek yemeğe gidecek, acıkmış olmalı ama öyle önemsiyor ki dinleyenlerini, herkese soru sorması için, sıkışıklık duygusu yaratmadan zaman tanıyor ve tek kelimeyi kaçırmadan cevaplıyor. Soru-cevap bölümü bitince, kitaplarını imzalayacak. Hiç aceleye getirilmeyen ve insana değerli olduğunu hissettiren gerçek bir aydınla karşılaşmanın doyumsuz mutluluğunu yaşıyorum.

Server Tanilli, tane tane konuşarak, anlatılanları değerlendirdi:

-‘Cumhuriyet kurulduktan sonra, en çok önem verilen konu eğitim olmuştu. Bütün bunlar, okumuş ve bilinçli bir millet yaratmak hedefine dönüktü. 1920’lerin sonuna doğru, 1930’lu yılları da içine alan önemli bir deneyim yaşandı. MİLLET MEKTEPLERİ:

Ne Olursa Olsun Savaşıyorlar

Kadın Sorununun Neresindeyiz?

Sf.= 141

-‘1924 tarihli ‘Öğretim Birliği Yasası ‘ (Tevhid-i Tedrisat Kanunu), yurdumuzda milli eğitimin temellerini atarken, çağdaş bir eğitimin çığırını açıyordu. Üç yıl sonra, 1927 yılı sayımında, Türkiye nüfusunun yüzde 11’inin okur-yazar olduğu ortaya çıkmıştı; okur-yazar kadınların oranları ise, nüfusun yüzde 4,5 idi. Cumhuriyet’in devrimci yönetimi, yasal olanla, gerçeklik arasındaki korkunç boşluğu doldurmak için çok şey yaptı: Örneğin, 1926 yılında Medeni Yasayla kadın hakları konusunda ileri adımlar atılınca, eğitim yaşamında ‘karma eğitime geçilir, 1928’de alfabe devriminin arkasından, 1930’lu yıllarda ‘Millet Mektepleri’ deneyimi, binlerce kadının katıldığı bir seferberlik heyecanı içinde geçer. 1929-1934 yılları arasında 2.500.000 kişi bu okullardan geçmiştir.

Onları Halkevleri (1934)  ile Köy Enstitüleri (1940) izler.

Cumhuriyet, bu dönemde erkeklere de kadınlara da elinden geleni yapmıştır.

Sonraki yıllar ise bir sapma yıllarıdır……’

Server Tanilli anlatmaya devam eder:

-‘O zamanlar, 15 milyonluk bir kitle idik. Buna rağmen toplum, halk zorunlu olarak değil, gönüllü olarak Millet Mektepleri’ne sahip çıktı. Kadın, erkek olarak sahip çıktılar, elimizde istatistikler vardır. O dönemde toplumun okuma oranı sıçrama yaparak yükselmiştir. Devletin eğitimde ön ayak olması gerekmektedir. Maalesef son yıllarda devlet eliyle verilen eğitimden, özel eğitime geçilmiştir. Oysa devletin eğitimde ön ayak olup bir sıçrama sağlaması mümkünken, özele geçilmesi iyi olmamıştır.

Cumhuriyet’le Türkiye’de eğitim bir devrim olarak ortaya çıkartılmıştır. Son soruyu soran arkadaşa, acizane yanıtım; söylediğiniz toplumun, söylediğiniz düzeye kavuşması devletin önder olacağı devrimle olacaktır.

Bu olmazsa, bu olur.

Eğitim çökertiliyor. Bildiğim bu…

Devleti tekrar örgütleyip, bu olayın içine sokmak lazımdır. Şu anda dizginler, fırsatlar elimizden alınmıştır.

Bir gün aydınlık devlet insanları bunun üzerine eğilecektir.

Burada kadınlar için konuşuyorum ama hep erkekler soru soruyor, bir hanım arkadaşımız var, mikrofonu ona verelim, siz en başta neredeydiniz, dedi.

Bir bayan izleyici:

-‘Sayın Server Tanilli, ben baştan beri buradaydım ama sıra gelmedi.

Cumhuriyet devrimlerinin kadınlara çok şey getirdiğini biliyorum. Bir iki noktayı vurgulamak istiyorum. Bence Medeni Kanun eşitlikçi değil. Tamam, eğitime ilk dönemler çok yatırımlar yapılmış. Kadın erkek arasında iş bölümü yapılmış ama iş bölümünde de ayrıştırıcı katılımlar olmuş. Dünyanın her yerinde kadın ikinci sınıf insan konumunda. Ülkemizde de kadının ikincil konumunun içselleştirilmesi sağlanmaya çalışılıyor. Halen kadınlarımız eşleri tarafından uygulanan şiddete uğruyor. Kendini ikinci konuma kadınlarımız koyuyor. Bu nasıl aşılır?’ dedi.

Server Tanilli cevap verdi:

-‘Gazetelerden, kitaplardan öğrendiğim bir şeydir, anladığım kadarıyla anlatayım; kadın hakları sadece erkeklerin kadınlara vereceği bir şey değildir, kadınlarında kendi haklarına sahip çıkmaları gerekir. Kadınların bağımsız olarak kendi haklarından faydalanması ve bunun topluma bir mesaj olarak götürülmesi gerekmektedir.

Bundan iki hafta önce Batman’da, töre konusunda ne devletin, ne erkeklerin değil, kızların yaptığı yürüyüş gibi örnekler çoğalmalı. Orada kızlar önde gittiler… Yalnız gazetelerimiz, medyamız bu önemli habere pek itibar etmediler. Bu kadınlar, kızlarımız her konuda bağımsızlıklarını ortaya koymalıdırlar. Erkekler böyle giderse, katılmak ihtiyacını duyacaklardır. Kendimden biliyorum. Kadınlar ne kadar öne çıkarlarsa, o konuya o kadar heyecanla sarılırım. Kadınların bir kenarda kalması ile bu iş yürümez.

İkinci söylediğinize gelince: Cumhuriyet kurucuları, Medeni Kanunu getirdiler ama hiç biri daha önce böyle bir deneyimin içinde olmamışlardı. Bir yandan getirip bir yandan gördüler… Asıl girişim kadınlardan geldi. Medeni Yasa gelmiş ama bürokrasi gelen yasanın mahiyetini, anlamını bilmiyor. Bunun eksikliği içindeler. O sıralarda büyük bir sosyalist kadın, SABİHA SERTEL, o yıllardaki adıyla SABİHA ZEKERİYA bir bayrak açtı. Kendini bir davada şöyle savundu:

SF= 184

‘Kişi, yasanın verdiği hakkı kullanmasını ve istemesini bilmediği zaman, o hak kağıt üzerinde kalır. Bu yazı, eski şeriat zihniyetinin kafalarda bıraktığı son etkileri de yıkmak için yazılmıştır. Çeşitli itirazlara karşı, dediklerinde ısrar eden hakimler, savcılar yasayı bilmiyor demektir. Hakimler, savcılar, Medeni Yasayı bilmezlerse, bana bu hakkın verilmesi hiçbir fayda sağlamaz. Bir yanlışı, görmek ve göstermek, kaybolmuş bir hakkı istemek, hiçbir zaman yasalara saldırı değildir’ demiştir.’

‘Bu Medeni Yasa, şeklen görmek için değildir, bunu uygulamak lazımdır’ demiştir. Bu konuda çok korkunç, inançlı bir mücadele vermiştir. Ona başka kadınlar da katılmıştır. Hatırıma gelenler bunlardır. Teşekkürler’ dedi.

Bir izleyici daha soru sordu:

-‘Sayın Tanilli, 3-Mart-1924 tarihli Öğretim Birliği Yasası yani Tevhid-i Tedrisat Kanunu, yani Cumhuriyetin ilanından altı ay sonra çıkarılmıştır. Genç bir Cumhuriyet’in yaptığı yasa. Mustafa Necati ile Millet Mektepleri. Devamı geliyor. Babam, o zamanlar Kars’a görevli gidiyor. Görevi, Millet Mekteplerini denetlemek. Halk o kadar istekli ki, karatahta yetişmiyor. Karatahta başında bir rençper var, elleri nasırlı, köşeli tebeşiri tutmakta zorlanıyor, tutamıyor. Babam, köşeli tebeşir veriyor. Rençperin eli, köşeli tebeşiri daha iyi kavrıyor, tutuyor.

Babamla, Atatürk’e o halk haber gönderiyor, bir şey istiyor. Kars halkının babamın iletmesini istedikleri haber şu: -‘Gazi Paşamıza söyle, bize yuvarlak tebeşir yollasın’.

MİLLET KİMİN ARKASINDA DURACAĞINI BİLİYOR.’ DEDİ.

Server Tanilli şöyle konuştu:

‘İşte bu imkansızlıklar içerisinde süren bir sıçrama. Hasan Ali Yücel de çoook şeyler yapmıştır bu uğurda. Teşekkür ederim’ dedi.

Genç bir izleyici sordu:

-‘Server Bey, kadınlarımızın durumu aşırı derecede kötü, bugün de gazetelerde törenin uygulanması ile ilgili bir haber vardı. Konuşmanızda: ‘Bize beklemek gerek, bize mücadele gerek ‘dediniz, neden bekleyeceğiz?’ dedi.

Konuşmada böyle anlam yüklenecek bir cümle yoktu, bu dinleyicinin konuşmanın içeriğini yanlış anlayıp, saptırdığını düşünenler, olumsuz anlam yükledikleri ses tonları ile; ‘Yok, yanlış anlamış’ dediler, sorunun yanlışlığını açıkladılar.

Server Tanilli, sakin, tane tane konuşması ile cevapladı:

-‘Ben, ‘beklemek’ demedim. BİR ZİHNİYETİN DEĞİŞMESİNİ BEKLEMEK dedim. Zihniyetin değişmesi için, önce kadınların başlarındaki değişmeli. Söylediğimiz bu hikaye… Eğer toplumda eğitim, medya, üniversiteler bu işin içine girip hareket etmezse olmaz, mücadele etmek gerekir. Bunun eksikliğini görüyorum. Mesela, Batman’daki kızların töreye isyan yürüyüşü haberi sadece bir iki gazetede yankı buldu. Onun dışında ses getirmedi.

KADINLARIN LEHİNE GELİŞEN BİR ÇIĞLIĞIN, YÜKSELEN BİR EYLEMİN İÇİNDE OLMALIYIZ. Yani bu çok boyutlu bir şey, birey birey bu zihniyet gelişmeli, bunu örgütlü olarak çoğaltmalıyız’ dedi.

SORU:

 -‘İyi akşamlar. Yanlış bir şey söylersem, gençliğime verin.

Üniversitede okuyorum. İyi bir gözlemciyim. Annem, kadın kuaförü. Annemin mesleğinden dolayı, orta yaş ve üstü kadınları gözlemleme fırsatım oluyor, çünkü güzelleşmek için en çok kuaföre onlar geliyor. Bence, belli yaşın üstündeki kadınlar her şeyi kabullenmiş. Kendi yaşıtlarıma bakıyorum, ben 18 yaşındayım, kendi yaşıtlarımın çoğu da öyle. Genç kızlar da erkek arkadaşlarının ağır el şakalarından hoşlanıyorlar. Tepki vermiyorlar. Galiba kadınlarda diyalektik anlayış gelişmemiş, hiçbir şeyi sorgulamıyorlar ve olanı biteni olduğu gibi kabul ediyorlar. Kadınlara, bilimsel diyalektik, düşünme aşılanmalı. Kadınlar ancak böylece bir bilinç sıçraması yaşar. Düşünürlerse, beyin uyarılırsa, kadınlar haklarını aramayı ister, sorgular. Fransa’da kadınlar, kadın hakları için uğraştı. Türkiye’de Atatürk’ümüzün kadınlara verdiği hakları, kadınlar tam manasıyla almadı, almadıklarını düşünüyorum’ dedi.

Server Tanilli cevap verdi:

-‘Hayır, size katılmıyorum. Türkiye’de kadınlar Cumhuriyete ve verdiklerine sahip çıkmıştır. Cumhuriyet’i sahiplenmiştir. Kadınlar, Sabiha Sertel gibi kadınlar, sadece o değil daha pek çok isim sayabilirim. Kadınlar, Cumhuriyet ve devrimlere sahip çıkmıştır. Cumhuriyet, erkeklerin kurup, kadınların seyirci olduğu bir şey değildir. Cumhuriyete sahip olunmasına ilişkin tarihimizde zengin örnekler vardır.

Bu arada bayanlar söz hakkı aldıkça bakıyorum erkekler biraz geri çekildi’ dedi.

Orta yaşlı bir bayan dinleyici sordu:

-‘Sizin gibi, sol aydın geleneğinden gelen, büyük ve önemli bir insanın, kadın sorununu irdelemesinden dolayı mutluyum. Bir beyefendi, otobüslerde kitap, gazete okuyan yok dedi, ama ben otobüslerde İslamcıların kendi kitaplarını okuduklarını gördüm, görüyorum. Otobüs duraklarında beklerken bile, kitabı açıp okuyorlar. Okumayanlar, biz aydınlarız, sol gelenekten gelen aydınlar okumuyor, okumuş gibi yapıyorlar. Kadın hareketinin içinde de post-modern, 2. Cumhuriyet gibi söylemlere katılanlar var. Bazı kadınlarımız, aydınlanmacılığı militarist bir eylem sanıyorlar. Bunun yanlış olduğunu söylüyorum Teşekkür ederim’ dedi.

Server Tanilli gülümseyerek:

-‘Sağ olun. Ne diyeyim!’ dedi.

Yaşlı bir kadın:

-‘Saygıdeğer hocam, bence kadın sorununun temelinde, hiç bir zaman açıkça söylenmese de toplumsal cinsiyet ayrımcılığı yatıyor. Şu an üniversitelerimizde, gençlerimize edinilmesi düşünülen meslekleri ile ilgili bilgiler veriliyor, teknik bilgiler dışında bir konuda bilgilendirilmiyorlar. Üniversite öğrencilerinin toplumsal cinsiyetle ilgili sorunları var. Erkekler, halen eşinin çalışmasını istemiyorlar. Erkekler, halen eşlerinde bekaret arıyorlar. Okumayanı da böyle, üniversite bitireni de… Aile içi şiddet var. Koca başkentte, Ankara’da, Kadın Sığınma Evi bir tane ve ancak 30 kişi barındırabiliyor. Sorunlar tüm gerçekleri ile ortaya koyulmuyor. Kadın, hakkını bilse de gideceği yer yok. Daha ne diyeyim’ dedi.

Server Tanilli cevapladı:

-‘Efendim, dediğiniz gibi bunlara karşı mücadele yapılmalı ve bu konular üniversitelerde de gündeme getirilmeli. Kadın-erkek ilişkisi gerçekliği içinde ele alınmalı, soyutlaştırılmamalı. Söylediğiniz çapraşık şeyleri ben de görüyorum.

İkinci konu: Kitabımı yazarken de karşılaştım. Eğitimden gelen aksaklıklardan kaynaklandığını bildiğimiz, aile içi şiddetin toplumda temel bir gösterge olması çok kötü.  Aile içindeki konular hakkında, eğitimdeki eksiklikler ciddi yaklaşım sergileyemiyor. Öyle olunca okullarda olması gereken değişimler eksik kalıyor. Son yıllarda eğitimdeki çöküş, tersine yanlışlar veriyor, sapmalar yapıyor. Bu kelime neydi, unuttum. Evet, töre.

Efendim, töre cinayetlerini incelerken gördüm, bunların özünde feodal bir şey, vahşi bir şey var, olaylar bunların uzantıları… Kadın kurban olduktan sonra tutuklanan erkek, Ahmet, Mehmet her neyse, 3-4 yılla çıkıyor. Düşünebiliyor musun?  Kadının yaşamına kastetmek, 3-4 yılla bitirilebiliyor!

Namuslu bir takım hukukçular gördüm, onlar diyorlar ki; ‘Böyle şey olmaz! Daha kesin, sonuç alıcı bir yargı cezası olmalı’. Bu cinayetleri, 3-4 yıla mahkum etmenin altında, kadına karşı erkeği kayıran bir eğilim olduğunu söylüyorlar. Ben de aynı kanıdayım. Çünkü yargıyı soyutlayamayız. 1980’li yıllarda kadın haklarında büyük bir çığır açılmasında, Anadolu’daki erkek bir yargıcın kararı, bir sözü etkili olmuştur: ‘Kadının sırtından sopasını, karnından sıpasını eksik etmeyeceksin’ denilmiştir. Türkiye’de kadınların tavır koymaları bakımından bu sözün etkisi vardır. Şimdi, töre cinayetlerinin üzerinde durmak lazım ve susturucu yargı kararları alınmasını istemeliyiz, getirmeliyiz.

Kadının yaşamını kaybetmesinin karşılığı, erkeğin 3-4 yılla hapisten çıkması olmaz, olmamalı. Kadının hayatı söz konusu, karşılığı müebbettir. Bugün de bunu söylüyorum, bu konuda yargıyı gözden geçirmek lazım’ dedi.

TSGT Başkanı, mimar, Orkun dergisi temsilcisi MUSTAFA GÜRBÜZ söz aldı:

-‘Sayın Tanilli, anadilimizi çok güzel konuştuğunuz için sizi tebrik ederim. Dilimizi, analarımızı korumalı.

Gençler, postmodern, kapasite, sanal, diyalektik, normal… Daha sıralaya bileceğim pek çok Türkçe olmayan kelimelerle, Türkçe’mizi, analarımızı katlettiler, not almaya yetişemedim.

‘Türklüğün vicdanı bir,

Dini bir, vatanı bir,

Fakat hepsi ayrılır

Olmazsa lisanı bir’

demiştir ZİYA GÖKALP.

Bu arada gençlere, buradaki topluluğa bir duyuru yapmak istiyorum: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Milli Kütüphanede, 16-17 Aralık-2006 günü, iki gün boyunca, saat: 10.00-22.00 arası, IV. Uluslararası Orkun Şöleni yapılacaktır, çıkışta davetiyeler ücretsizdir, dağıtacağım, isteyen alabilir. Alanlarda, çoğaltıp dağıtırsa memnun olurum’ dedi.

Server Tanilli şöyle cevap verdi:

-‘Beyefendi, en fazla medyamız Türkçe’mizi katlediyor. Anadilimizi güzel konuştuğumu düşünmenize teşekkür ederim’ dedi.

Mehmet Bilgin soru sordu:

-‘Server bey, bugün olduğu gibi pek çok sosyal, politik toplantılara katılırım. Benim bir sürü arkadaşım var. Çoğu evli. Ben, öğretmenim. Arkadaşlarım, karı-koca çalışıyorlar. İkisi de işe gitmek için aynı zamanda evden çıkıp, okula geliyor ve ikisi de aynı zamanda  İkisi de aynı maaşı alıyor. Maaşı alınca kadın eve, erkek kahveye gidiyor. Orada da bildiğiniz gibi kitap okumuyor, pişpirik oynuyor.

Örtünme konusuna gelince, bence din adına örtünme, kadını aşağılamadır. Bir avukat, bir de öğretmen arkadaşım, yüzyıllar önceden gelen bu dayatıyı kabul ettikleri için, başörtü takmak için, ihtiyaçları olduğu, çalışmaları gerektiği halde, mesleklerini bıraktılar.

Koskoca öğretmenim, daha sizlere ne diyeyim, bu durum nasıl izah edilir, aklım almıyor. Teşekkürler’ dedi.

Server Tanilli tüm anlatılanları, anlatanın sözünü kesmeden, büyük ilgi ve dikkatle dinliyordu. Bana biraz yorulmuş gibi geldi. Kıyamam. Renginin sararmasından bu yorumu yaptım. Ona sağlıklar diliyorum. Cevap verdi:

-‘Bu anlattıklarınız için, kadının bilinç düzeyi yükselmeli diyorum.  Bilinç önemli. Çok isterim ki, o kadın, erkeğine hatırlatsın: ‘Ben yemek pişiriyorum, bazı şeyleri de sen yap’ desin.  Bu hakların dile getirilmesi ve hayata katılımı konusunda eksiklerimiz var. Öteki konuda da aynı bilinçsizlik için içine giriyor’ dedi.

Uğur adlı bir bankacı izleyiciden soru geldi:

-‘Sayın Server Tanilli, kitaplarınızı okudum. Türkiye’nin önemli entelektüellerinden birisiniz. Size iki sorum olacak:

1- Türkiye’nin güneydoğusunda kadının rolü nedir? Feodal sistemin kadın hakları üzerindeki etkileri nelerdir?

2- Müslüman kadının geri kalmışlığında İslamın rolü var mıdır? Teşekkür ederim’ dedi.

Server Tanilli bu sorulara cevap verdi:

-‘Töre cinayetleri, açıkça bir feodal düzenin sonucudur. Kadın hakları mücadelesinin sağlam bir temele oturması için, feodalitenin kökünün kazınması gerekiyor. Kalkıp, önce bunu yapmalıyız. Bir yandan feodaliteye saldırmalıyız, bir yandan da cinayetleri yargılayıp önlem getirmeliyiz. Bu bütünlük içinde hareket etmeliyiz.

Bugün Kadir gecesi ve bu gecede bana öyle bir soru soruyorsun ki cevaplasam, öbür tarafı kaybedeceğim. Kur’an bu haliyle sürdüğü sürece, fazla bir umudum yok gibi. Böyle sürerse, kadın-erkek eşitliği yok. Bir buz üstüne yazılmış oluyor bu konu. Kuran’ın nakledenler de Arap kültürüyle yoğrulmuş, o kültürün içindeki insanlardır. Kuran’ın liberal yorumunu görmeden, ilerleme olmaz çünkü bunların hepsi selefi kafada insanlardır.

Bu Ramazan Ayı boyunca, Türkiye’deki özel televizyon kanallarını, televizyonun karşısında oturup bir bir izledim, çıldırdım.  Zaten ellerindeki kitap Arap kültürünün ortaya çıkarttığı bir şey. Kur’an’da kadın-erkek eşitliği adına bir reform istiyor.

Batıda olduğu gibi, ‘Kaldırın’ da demiyorum. Hayır efendim! İnsanların inananı var, inanmayanı var. İnananı açsın okusun ama en azından Türkçe Kuran’ı okusun. Reforma uğratılmış bir Kur’an var mı ortada? Yok.  Ne zaman çıkar? Çoook yıllar sonra.

Televizyonlarda İlahiyat Fakültesi Dekanlarını gördüm, Ramazan Ayı boyunca da dinledim. O adamlar devletten maaş alıyorlar ve din meddahlığı yapıyorlar, ÜRKTÜM!  Din meddahlığı yapmak iğrenç bir şey. Bir tek, Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu liberal bir yorum içerisindeydi. Yalnız başına bir insan olarak kalmış, yalnız başına olunca reformu ele alamaz, alırsa bu gerici iktidar, onu oradan alır. Bu reformu bir kitle ele almalı, tek bir insan değil. Arap kültürü açısında da benden bir reform beklemeyin’ dedi.

Gülümseyen dinleyiciler içinden bir beyden son soru geldi:

-‘İmam Hatipler hakkında ne düşünüyorsunuz?’

Server Tanilli cevap verdi:

-‘Hayır. Aman aman… Teşekkür ederim bu gece beni dinlemeye vakit ayırdığınız için. Şimdi kitaplarımı imzalamaya geçeceğim’ dedi.

Alkışlar arasında, yan taraftaki sergi salonuna geçti. Bir kısım izleyici ayrıldı, saat: 20.45 civarı ve Server Tanilli halen bizler için çabalıyor. Gözlerinin yorgunluğunu, kalın mercekler altından da olsa onu ele verdiğini düşündüm. Kitap standından son kitabını aldım: Alkım Yayınevi

Ne Olursa Olsun Savaşıyorlar

Kadın Sorununun Neresindeyiz?

Sf= 256

İmza kuyruğunda bekleyen her bir okuru ile sohbet edip, herkesin tek tek ellerini sıktı, herkese mesleğini sordu ve yorum yaptı.

Hemşire olduğunu söyleyen bir okuruna: -‘Hemşireler, devrimci kadınlardır ve dünyanın her yerinde kadın hareketlerinin önünde yürümüşlerdir’ dedi.

Felsefe öğretmeni olduğunu söyleyen bir okuruna kitabını: ‘Hocama…’ diye imzaladı. Hocam kelimesini tercih etmesi dikkatimi çekti. Eğitimci olabilir miydi, yoksa hocam kelimesinden sakınmam yanlış mıydı? Şöyle dedi: ‘Felsefe öğretmenleri için benim kitaplarım çok sakıncalıdır. İmzalı kitabımı alıp, okuduğunuzu kimseler duymasın, yoksa yanarsınız’ diye espri yaptı.

Orta Doğu Teknik Üniversitesinde okuduğunu söyleyen bir öğrenci, dizi halinde çıkan kitaplarının gelişigüzel bir tanesini almıştı. Ona, diziyi baştan başlayıp okumazsa yazdıklarından bir şey anlamayacağını anlattı.

O ara Güldal Mumcu, tüm zarafeti, güzelliği ve güler yüzü ile aramıza kısa süreliğine katıldı. Tam ona doğru yönelmiştim ki, imza kuyruğunda sıra bana geldi.

Aldığım kitabını Server Tanilli şöyle imzaladı:

Esmer’i Alev Ekebaş’a, Güzel okumalar, saygılar… Ankara- 19.10.2006 ve imzasını attı.

Bana mesleğimi sordu. Ona, Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat bölümü mezunu olduğumu, ama çalışmadığımı söyledim. Öykü, masal yazdığımı anlattım. Güldünya’ya Mektup yarışmasına katıldığımı ama derece alamadığımı da söyledim.

Server Tanilli, elindeki kitabın 233. sayfasını açtı ve Uluslararası Af Örgütü Türkiye Temsilciliğinin düzenlediği, ‘Güldünya’ya Mektup’ konulu yarışmayı bildiğini ve yarışma birincisi Ezgi Kızmaz’ın birinci olan mektubunu olduğu gibi kitabına aldığını anlattı.

Ezgi Kızmaz’ın birinci olan mektubu 12 Mart 2006 tarihinde Cumhuriyet Pazar dergisinde yayınlandı:

GÜLDÜNYA’YA MEKTUP

Sevgili Güldünya,

Sen daha önce hiç mektup aldın mı? O kısa hayatına kaç mektup sığdırdın? Senin hayatın mektuplara sığar mı, Güldünya?

Dünyada şiddete maruz kalan tüm kadınlar, aslında aynı ülkede yaşar. Bu ülkenin sokaklarında, yara izlerini örtmek için makyaj yapmış kadınlar dolaşır. Sokakta karşılaşan her kadın, kendinden bilir o boyanın altında ne olduğunu. Bu maskeye sadece bu ülkenin çorak topraklarında yetişen erkekler kanar. Bu erkekler yaralar açar, yaraları kapatmak için yapılan makyaja tapar. Erkeklerin arasında, bir kadının yaraları tekrar tekrar böyle kanar.

Bu ülkede sokağa çıkabilen kadınlar, her akşamüstü karanlık çökmeden eski bir oyun oynar, Güldünya. Hava kararmadan eve dönme oyununu herkes çocukluğunda öğrenir ama sadece kız çocukları hayat boyu oynamaya devam eder. Oyunun kuralları, hileleri, müzik kesildiğinde sandalyeye oturma oyununu hatırlatır. Müzik kapandığında, hava karardığında açıkta kalınmamalıdır. Müzik kesildiğinde oturmaya hazır olmak için nasıl bir sandalyeye yaklaşılır, etrafında oyalanılırsa, kadınlar da havanın kararacağını anladıklarında apar topar evlerinin olduğu mahalleye döner. Kadınlar aceleci adımları müziğe uymadığı için durdurulamaz. Mahalleden ayrılmayıp oyunbozanlık yapanlar suçlanamaz. Kadınlar bu oyunu karanlıktan korktukları için oynamaz, Güldünya.

Işık kapatıldı, sokaklar karanlık şimdi. Eve dönemeyen kadının yarın daha çok makyaj yapması gerekecek.

Bu evlerde her akşam toplanılır. Konuşulmaz, sadece nefes alınır. Bu gürültülü solumalardan, sessiz iç çekişmelerden evlerin camları buğulanır. Buğulanan camlara kadınlar sevdiklerinin isimlerini yazmasınlar diye ‘yarın yapılması gerekenler’ yazılır. Ertesi gün pencereden sokağa bakmak isteyen kadına yapılması gerekenler engel olur. Hep yapılması gerekenler bitmeden akşam olur, yine toplanılır, yine nefesler alınır. Artık sevdiklerinin ismini camın buğusuna yazmak kadınların aklından geçmez.

Camlarında kuralları yazılı bu evlerin camları silinmez, pencereleri açılmaz, içerisi havalandırılmaz. Kadınlar her gün yakınlarının nefesleriyle boğulur. O kadar çok penceresiyle bu ev, sokağı görmeyen dört duvar olur.

Evlerin duvarları incedir, bu duvarları geçebilen yine de sadece sestir. Komşu kadının çığlığı televizyon sesiyle bastırıldıktan sonra uyanabilir. Bu evlerde uyuyabilmek için, önce vicdanı uykuya yatırmak gerekir.

Güldünya, burada da, her gece kadınlar uykuya dalar. Rüyalarında yaralarını yamar. Ama aslında üstünde incecik örtüyle, olası katilinin yanında savunmasız yatar. Bu ülkede de birisini öldürmeden kimse katil diye anılmaz. Belki bu yüzden kadınlar öldürülene kadar katillerine koca, baba, ağabey, dayı, amca demek zorundadır.

Bu evlerde geceler, gündüzler, yıllar geçer. Zaman içinde, havalandırılmayan evin kokusu, evde en çok zaman geçirmek zorunda kalanların, kadınların üstüne siner. Kadınlar üstlerine sinen bu koku yüzünden evin dışındayken bile evi unutamaz. Yakınlarının nefeslerinin kokusu burnundayken, nefesleri de ensesinde gibidir. Bu yüzden kadınlar evin içinde, onların gözü önünde nasıl davranıyorsa, evin dışında da öyle davranmak zorundadır. Kadınlar üstlerinde evin kokusuyla fazla uzağa gidemez. Kokuyu tanıyanlar onu ele verir. Bu koku yüzünden Bitlis-İstanbul arası 1505 km. olmaktan çıkar. Bu ülkede hiçbir yer o kadar uzak olamaz.

Ve sevgili Güldünya, bu ülkedeki kadınlar hiç mektup almaz. Çünkü onlar kimsenin ‘sevgili’si olmaz.

Sen, Güldünya, sen daha önce hiç mektup aldın mı?

Güldünya, ağabeylerin yol ortasında seni neden kalçandan vurdu? Kuzeninin kocasının sana tecavüz etmesinden, kalça hareketlerini sorumlu tuttukları için mi? Tecavüzden geriye kalanı, evlenmeden bu kalçaların arasından doğurduğun için mi? AĞABEYLERİN SENİ NEDEN VURDU, Güldünya?

Sağ kalçanı kim kanattı, Güldünya? Bedenini yağmalarken sıkıca kavrayan akraban mı, yol ortasında oraya kurşun sıkan ağabeyin mi, yoksa hastanede orayı sarıp sarmalayıp korumayanlar mı? Güldünya, kim canını daha çok acıttı?

Annen mezarının başında sadece senin için mi ağladı, Güldünya? Bir anne kızının katiline her gün yemek hazırlamak zorunda kalır mı? Silahı verenle koyun koyuna yatar mı? Bir anne için kurbanla katili aynı karında taşımış olmak, yeterince ağır bir yük değil mi? Annen, mezarının başında kimin için ağladı, Güldünya?

Sadece senin canın mı yandı, Güldünya? Başka kimler, aynı evde yaşadıkları için katillerine yakalandılar. Kimler tanıdık bir yüz olduğu için katillerini tanıyamadılar?

Alicia Aristrequi, İspanya. 2004. Ayrıldığı kocası tarafından bıçaklanarak öldürüldü.

Birgül Işık, Elazığ. 2005. Katıldığı televizyon programında şiddet gördüğünü söylemesi ardından, sokakta oğlu tarafından öldürüldü.

Cheagh Rooteh, Irak. 1993. Yabancı bir adamla konuştuğunu gören babası tarafından öldürüldü.

Çiğdem İnce, İzmir. 2003. Evlilik dışı hamile kaldığı için ağabeyi tarafından öldürüldü.

Dilber Kına, İstanbul. 2001. Erkeklerle gezdiği için babası tarafından baltayla öldürüldü.

Evrim Sarıçiçekler, İstanbul. 2005. Ailesinin karşı çıktığı birisiyle evlendiği için ailenin görevlendirdiği birisi tarafından öldürüldü.

Fadime Şahindal, İsveç. 2002. İsveçli bir genci sevdiği için babası tarafından öldürüldü.

Güldünya Tören, İstanbul. 2005. Zorla evlendirildiği akrabasından boşandıktan sonra bir ‘Alman gibi’ yaşadığı için sokakta ağabeyi tarafından öldürüldü.

İvy Blore, Kanada. 2004. Aile içi şiddet kurbanı.

Kadriye Demirel, Diyarbakır. 2003. Tecavüze uğrayıp hamile kaldıktan sonra ağabeyi tarafından öldürüldü

Leticia Aguliar, Amerika. 2002. Aile içi şiddet kurbanı.

Maria Terasa Carlson, Filipinler. 2001. Evliliği boyunca şiddete maruz kaldı. Sonunda 23. kattan atlayarak intihar etti.

Nadia Anjuman, Afganistan. 2005. Afganistanlı şair, kocası tarafından dövülerek öldürüldü.

Olivia Hodson, Amerika. 1999. Aile içi şiddet kurbanı.

Pınar Kaçmaz, Diyarbakır. 2002. Evden kaçıp mankenlik ajansına başvurduğu için babası ve ağabeyi tarafından öldürüldü.

Rukhsana Naz, İngiltere. 1998. Evlilik dışı hamile kaldığı için annesi ve ağabeyi tarafından boğularak öldürüldü.

Sevda Gök, Şanlıurfa. 1996. Pastaneye gittiği gerekçesiyle bir yakını tarafından öldürüldü.

Şemse Allak, Mardin. 2002. Evlilik dışı ilişkiye girdiği gerekçesiyle taşlanarak öldürüldü.

Tasleem Begfum, İngiltere. 1995. Erkek arkadaşı olduğu için kuzeni tarafından arabayla defalarca ezilerek öldürüldü.

Ursula Allen, Amerika. 2002. Aile içi şiddet kurbanı.

Victoria Anna, Amerika. 2002. Aile içi şiddet kurbanı.

Yeşim Sağlam, Adana. 1998. Kocasını terk edip sevgilisiyle beraber olduğu için babası ve kocası tarafından öldürüldü.

Zehra Karagöz, Şanlıurfa. 2003. Başka erkeklerle beraber olduğu söylentileri üzerine kocası tarafından kalbinden bıçaklanarak öldürüldü.

Alfabenin tüm harflerine kan bulaşmışsa, pekâlâ aynı harfler bu kez acıya ortak olmak için bir araya gelebilir. Bu mektupta da senin için bir araya geldiler, Güldünya. Tüm bu harfler, üstlerine bir daha kan bulaşmasın, bu mektuba sığmayan liste daha da uzamasın dileğiyle toplandı. Şimdi artık hepsi dağıldı, geriye sadece son olarak sana şunu söylemek isteyen harfler kaldı: Güldünya, sen ağlarken, güler mi hiç bu dünya?

Mektup noktalandı, Ezgi Kızmaz insanı yürekten vurmayı iyi biliyor.

Ben de bu yarışmaya katılmıştım, derece alamadım, ama bu mektubumu sizlerle paylaşmak istiyorum:

Esmeri Alev Ekebaş                                                                                      

RUMUZ: SON

Sevgili Güldünya Tören,

Şimdi sonsuz uykundasın.

Dünyaya gözlerini açtığında,

Annen-baban,

Ne güzel bir isim koymuşlar sana;

GÜLDÜNYA.

Gül-Dünya, dünyada gülesin istemişler.

Gül kokulu bir dünyan olsun istemişler.

Dünyada güldükçe, güller açasın istemişler!

Her anne, baba, çocuğu için iyi bir dünya arzular.

Bilemezlerdi ki,

İsminin güzel çağrışımları değil de,

Kör inançların güçlü etkileri,

Hayatını cehenneme çevirecek!

Sevgili Güldünya Tören,

Şimdi sonsuz uykundasın.

-‘Töre, töre’ diyerek

Yazgını belirlemeyi

Kendilerinde hak görenlere

Soruyorum:

-‘Nerede duracaksınız?’

-‘Güldünya gibi,

Daha kaç masum kadının

Kanına gireceksiniz?’

-‘Töre’,

Diyerek,

Daha kaç masum kadına,

Cenaze TÖRENİ

Yapacaksınız?

Timsah gözyaşlarınızla…

Sevgili Güldünya Tören,

Şimdi sonsuz uykundasın.

Bunlar, senin gibi

Onlarca, yüzlerce, binlerce

Kadını,

Yıllardır

-‘Namusumuz’ diyerek

Katleden

Ve

Bunu doğal hakları gören

Namussuzlar.

Bunlar,

Feodalitenin

Ayakta tuttuğu

Vahşi kan emiciler.

Bunlar,

Cahil, kara, kapkara cahiller…

Bunlar,

Analarının, bacılarının bile

Kadınlığına

Saygı duymayan

Bağnazlar.

Bu yılanların başı,

Çok büyüdü,

Artık ezilmesi gerekiyor…

Sevgili Güldünya Tören,

Şimdi sonsuz uykundasın.

Seni sonsuz işkencelerle,

En doğal hakkın olan

Yaşama hakkından,

Analık hakkından,

Kadınlık hakkından etti

Bu vahşiler.

Hem de 21. yüzyılda!

Sevgili Güldünya Tören,

Şimdi sonsuz uykundasın.

Şunu bilmeni istiyorum,

Adalet kesinlikle yerini bulacak.

Bu mektuplarla atılan

Küçük adımlar,

Birleşince çok ses getirecek

Sana yapılan işkenceler

Yapanların yanına kâr kalmayacak.

Sevgili Güldünya Tören,

Şimdi sonsuz uykundasın.

Artık sen,

Umutsuz kadınların kurtuluşu,

Okutulmayan kızların,

Okul yolu,

Evleri-barkları olmayan kadınların,

Sığınma evi,

Cehalet batağına saplanmış erkeklerin,

Korkulu rüyasısın…

Sevgili Güldünya Tören,

Şimdi sonsuz uykundasın.

Senden sonra:

Yasalarımızda,

Töre cinayetleri suçunun

Cezası ağırlaştırıldı.

Aralık-2005’te,

Hakkâri-Yüksekova’da,

Eşi tarafından

Terk edildikten sonra,

Babası tarafından,

Altı yıl

Ahıra kapatılan

Zahide Koç,

Bir kadın derneği tarafından

Kurtarıldı.

Adına,

Kitaplar yazılıp,

Yarışmalar düzenlendi.

Bunlar,

Senin ölümünün getirdiği

Yankılar

Sayesinde oldu.

Öldün ama

Geride kalan

Gözü yaşlı,

Ruhu kanayan,

Bedeni yaralı,

Kadınlara

Yaşam vererek.

Ülkemde,

Çok iyi işler başarıyorsun

Güldünya,

Devam et…

Sonsuz uykunda,

Rahat uyu.

SEVGİLERİMLE…

ESMERİ ALEV EKEBAŞ…

Benim, Güldünya Tören’e mektubumda böyleydi…

Server Tanilli ile el sıkışırken, ona:

 ‘ Elinize, yüreğinize, bilginize sağlık. Bizler için sağ olun, var olun’ dedim.

Gözlerinin yaşardığını hissettim. Kuyrukta bekleyenler vardı. Sıramı bekleyenlere verip Türkiye’nin güzel insanları için söylediğim bu cümleyi Server Tanilli’ye iletmenin mutluluğunu yaşadım.

O arada Ankara-CUMOK karar ve yürütme kurulundan Meryem Hanımla karşılaştım. Bana, BİR PULSUZ DİLEKÇE oyunundan bahsetti.

Meryem Hanım şunu söyledi:

 -‘İzlediğim en güzel oyundu’

Meryem Hanıma, Ankara’da iki gece sergilenen oyuna gelemediğim için üzgün olduğumu söyledim. Vedalaşıp, ayrıldık.

Bir Pulsuz Dilekçe oyunu, sevgili Uğur Mumcu’muzun yazılarından yola çıkılarak oluşturuldu.

BİR PULSUZ DİLEKÇE

BUGÜN NE YAZSAM

SST

SAMSUN SANAT TİYATROSU

17-18 EKİM 2006

SAAT: 20.30

EKİN SANAT MERKEZİ

Bu oyun hakkında 31 Ekim 2006 Salı günkü Cumhuriyet gazetesi, KÜLTÜR sayfasında (sf=14), SAHNEDEN başlıklı köşesinde, AYŞEGÜL YÜKSEL’in eleştiri yazısını okuyunca, yani Meryem hanımın o cümlesini duyduktan günler sonra, bu yazıyla karşılaşınca, niye bu oyunu kaçırdım, gidemedim diye tekrar üzüldüm. Üzülmeye devam edeceğim, çünkü SST- SAMSUN SANAT TİYATROSU, çoğunlukla Anadolu’da turne yapan bir topluluk, bu hafta İstanbul’da. Bu oyun sanırım uzun bir turne sonucu Ankara’ya dönebilir, gelirse, bu sefer oyunu kaçırmayacağım. Bu tiyatroya ve Sayın Işık Kansu’ya, bu cümleyi söyletebildikleri için teşekkürler, tebriklerimi iletirim: -‘İzlediğim en güzel oyundu.’

Bir Uğur Mumcu daha gelmedi biliyor musunuz?

Onu toplum olarak, birey olarak özlüyoruz, boşluğu yüreğimin acısını çoğaltıyor.

İnanın bir taksiye biniyorum, onun cenaze törenindeki havayı, gökyüzünün bile üzüldüğünü anlatıyor, Etlik durağından bindiğim şoför.

UM-AG’dan arkadaşımın akrabası vefat etmiş, gidiyorum, tekerlekli iskemledeki genç bi adam, Uğur Mumcu’nun öldüğü gün, polis telsizinden yapılan anonsu duyup, olay yerine ilk gelenlerden birisi olduğunu anlatıyor.

Ankara Cumok’un düzenlediği Cumhuriyetimizin 83. yılı yemeğine gidiyorum, masamda oturan, tercüme ve müşavirlik bürosu sahibi, sevimli, güzel, güler yüzlü Gönül Hanım, Kızılay’daki bürosunun penceresinden, Uğur Mumcu’nun cenazesinin geçişinde nasıl kırmızı karanfiller attığını anlatıyor.

Güldal Mumcu, Ceyhan Mumcu, bizler, Atatürk Cumhuriyet’çileri üzülmeyelim, bazı Ali Kemallerin yazıp, söyledikleri, psikolojik yıpratma oyunlarına inanmayalım, MUMCU’lar ölmez, unutulmaz, kalbimizde yaşıyor. O Ali Kemaller, çıkıp halkımızla konuşmaya tenezzül etse, bunu görecekler. Kıtalar ötesinden düğmeye basılınca yazı yazılmaz. Arkadaşlar, bu yazı değil, destandır, UĞUR’lar ölmez…

Cumhuriyet’in de adı konulmalıdır konuşmalarda, bildiğiniz gibi şeriat Cumhuriyetleri de var bu dünyada…

Eve döndüğümde saat çoktan 21.00 olmuştu. Anneciğim ve babacığım her zamanki gibi hangi kitabı aldığımı ve söyleşide anlatılanları merak ediyorlardı. Yemeğimi yedikten sonra, çayımızı birlikte yudumlarken onlara bu harika günü özetledim. Aldığım notları kağıda dökünce de okuyacaklar. Kültürlü bir ailem olduğu için içime mutlu bir yorgunluk hissi yayıldı. Sağ olasın Server Tanilli, var olasın Server Tanilli.

 

3

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

Bir yorum var

  1. NURETTİN ŞENOL

    Baştan sona tüm duygu ve düşüncelerini de yansıtan, çok zor bir konuda, ünlü ve saygın bir aydınımız olan Server Tanilli söyleşisini, meclis tutanağı tutar gibi yazarak izleyen, söyleşiler konusunda gerçekten uzman olan arkadaşımız Esmeri Alev EKEBAŞ gene tarihe geçen bir sunumu için içtenlikle kutluyorum. Daha iyisini kimse yapamazdı kanısındayım.

    1

Bir cevap yazın