Akşam Olunca Yoğunlaşan Duygularım Ayhan Çakmak

‘’Bilin ki ben…
Kalemi sevgiye koşan,
Bir düz yazıyım öylesine.
Biliyorsun değil mi?
Bunca acıya, bunca tutunmak hayata
Sevginin ve Umudun Hatırına… ‘’

Güneşin batımıyla düşünceler demlenir sözcüklerde…
Koyu karanlıklarda dağılır düşünceler birbirinin peşi sıra, birbirlerine bağlanır düşünceler, ardından bir anda çözülüverir tüm düğümler. Gece kapladığında tüm benliği bir ay belirir, incecik ışığı ile. Bin düşünce bir noktaya varır, günün yorgunluğunu bu ışığın huzmesinde yenmeye çabalar.
Gece oldu mu sessizliğin yorucu varlığı kaplar yüreği, gözler arar bu yüzden yıldızların ışıltısını. Karanlıkta dağılan inci parçaları, gecenin hüznüne konmuş gamzeler gibidir, gece gülümsedikçe çehresini sarar güzelliği. Gece konakladı mı vakitlerden, yalnızlık çalar her şeyden biraz biraz…
Yalnızlığın bir anlık düşüncesi kilitler sessizliği. Uzadıkça sessizlik doğanın sesi uyandırır gecenin bekçilerini. Hüzünleri ve günün telaşlarını kilitler gecenin siyahına. Uykunun dinlendirici ezgisine usulca yaklaşır gözler. Tatlı bir edayla yaklaşır ve yerleşir yorgun göz kapaklarına. Uzaklaştırır düşüncelerin kıyısından, yalnızlığın uğultusundan ve kalabalıkların karmaşasından. Kendini dinler gecenin siyah örtüsü nazarında. Yıldızlar rüyalara ilham verir. Koyulukların içinde beliren her şeye nazire yaparcasına direnir.
Geceler şiirlere gebe. Yazılmamış şiirlerin düşümüze girme vaktindeyiz. Düş olmayan bir şey var mıdır yaşarken, gözlerinde geçmişten gelen bir ışıkla çevresine bakan kişi için?
Kalem elimizde kağıt önümüzde…
Uyku rüyanın diyarlarında gezinir, bir gün daha biterken…

2

‘’Duygu çöküyor içime…
Uzadıkça, uzuyor gece…
Mevsimlerin biri gidiyor biri geliyor…
Kurşun rengi ağaçlar,
Beyaz gelinliklerini giymiş bir genç kız gibi…
Bir ormanmışçasına özgür…
Bir bütünlüktür birliğimiz,
Çokluktur yokluk değil…
Az değiliz biz iken;
Fazlayız ve yoğunuz…
Çoğuluz ve zenginiz…
Biziz birken… ‘’

Acıyı anımsamak için anılara gerek yok… Acıların yerlisiyiz, burada doğduk burada büyüdük biz… Acılarımızda bizimle beraber büyüdü…
Uzun bir süredir yarın ne olacak diye bir kaygı içerisinde yaşıyoruz… İnsanlar kendini motive edecek bir uğraş bulamayınca uyuyor ve sabah olunca yarın oluyor sadece…
Umutsuz değiliz de pek halimiz kalmamış gibi yürüyoruz yolda… Yürürken tökezler sendeleriz ayağımız acır ya, ayağımızı acıtanın ne olduğuna bakarız önce, bilmek acıdan da önemlidir bazen… Çünkü umutsuzluğa gerek yok, bir rüzgar çıkar bulutlar dağılır gider… Ama gökyüzü hep oradadır…
Aklımıza geldikçe içimiz sızlatacak, gözlerimizi yaşartacak yaşanmışlıklar olmasaydı… Her yeni gün de umutlanıp yaşama başladığımız ve sonra umutsuzluk ufkunu genişletip yılgınlığa düşüren olayları yaşamasaydık… Her yeni doğan gün mutluluğumuz olsaydı… Hüzünlerimiz olmazdı yaşamımızda…
Temelini sağlam attığımız hayallerimizin yıkıntısında kalmış bir çiçek gibiyiz… Çıkmayan candan umut kesilmez misali…
İçimizin içini bilene, anlayana güvenir olmuş yüreğimiz… Türkülerdi susarak söylediklerimiz, atamadığımız çığlıklardı, söyleyemediklerimiz, anlatamadıklarımızdı… Sevdiğinin kokusunu almaktı… Boynuna sarılmaktı… İki elin arasına yüzünü alıp seyretmekti… Elini tutmadan uzaklardan yüreğine dokunmaktı… Gözlerine dalıp dalıp gitmekti…
Bütün ezgilerin sustuğu yerdeyiz şu an… Işığımızı söndürüyorlar, karanlığımızdan bile yararlanmaya çalışıyorlar artık…
Açtığımız pencereden nefes alarak bu dünya da yaşıyoruz işte… Kuşların mutluluktan uçmadığı gibi…

3

‘’ Paylaşılınca güzelleşecek, en unutulmaz olanına benim hikayem dediğin zaman da…’’

Bir akşam daha oluyor…

Zaman zaman aklıma esiyor hayallere dalıyorum. Anılarımın sokaklarında uzun gezintilere çıkıyorum. Her kaldırım taşının, duvarların üzerinde kazınmış isyan sözcüklerimi okuyorum. Yüreğimdeki coşkuları bugün gibi hissediyorum ve sanki o anları yaşarcasına heyecanlanıp duygulanıyorum.

“ Aradan ne kadar zaman geçmiş? ” diye kendime soruyorum. Yüreğimin tüm barış güvercinlerinin özgürlüğe havalandığı o uçsuz bucaksız duygu saatlerinde yaşama dair hayat ile olan beraberliğimden bir dilim daha tüketiyorum.

Deniz gibi, sahile dargın ve alabildiğince geriye çekiyorum hırçın dalgalarımı. Tüm çaresizliğimle, korkularımla, endişelerim ve hayallerim ile saatler boyunca süren konuşmalarımdan ve kendilerimle hesaplaşmaktan vaz geçiyorum bir daha ki hayal gününe kadar…

Güneş, dünya ile yaşadığı günlük flörtten sıkılmış terk ediyor dağların ardında kaybolarak. Vermiyor artık içimize işleyen o sıcaklığını…
Kuşlar yuvasına dönüyor…

Ve akşam oluyor…

4

‘’ Önce beklersin biraz sabırla…
Daha sonra biraz daha beklersin…
Çoğalan umutlarındır…
Sadece beklersin…
Çünkü acılar bitmiyor.
Alışkanlık yapıyor hissetmez oluyorsun…’’

Şaşırtın bizleri…
Dünyada ki tüm evlerin odalarında ki hüznü sevince çevirin. Nasıl dönüyorsa dünya; kötülüğü iyiliğe, savaşı barışa, hastalıkları sağlığa, siyahı da beyaza döndürün.
Yitirdiğimiz insanlığı tutup yakasından getirin bize…

Hep sevgi olsun, dostluk olsun, barış olsun isterim yeryüzünde. Ama maalesef ki çivisi çıkmış dünya ve insanlar unutmuş tüm bu değerleri…
Anlam derinliğindeki gizemin güzelliğiyle mutluluğun deryasında var olup sevdiklerinle olmak, onlarda kalıp onları yaşamak ne güzeldir.
Bu akşam diyorum ki…
En güzel renkler gözlerinizde, en içten şarkılar dudaklarınızda, en derin sevgiler yüreğinizde ve en doğru dostluklar doğruluğunuz ve vicdanınız da filizlensin.
Dostlukla…
Uzaklardan bir ses olmak isterim, bir selam, bir nefes… ‘’ Mutlu olun, Sevgiyle kalın ‘’ diye seslenmek isterim… Bir el olmak isterim, bir kol…
‘’ Dostum ‘’ deyip sarılmak…
Sevgi kazansın çocuklarla. Sevgi kazansın börtü böcekle. Sevdiklerimle, Dostlarımla, Arkadaşlarımla… Sevgi kazansın bugün, bu akşam ve yarın bir ömür insanlık var olduğu sürece…

5

‘’Filiz filiz yeşeren yarınlara kollarına güneşi takarak yürüyen bahar bakışlı sevda ve umut bakan gözlerinde dostluk türküleri çağlayan insanlar. ‘’

Herkesin hayalini kurduğu bir yaşamın parçası olan, güzele ulaşmak için mücadelesini verdiği… Bazen yanılgıları, sorunları yaşadığımız, kararlı kararsız düşüncelerimizin olduğu, kendimiz için kendilerimizi belirlemeye ve sınava tuttuğumuz…

Herkesin ellerinin ucunda, avuçlarının içine düşeceğini sandığı… Duyguların seli, yağan yağmuru, ekip biçtiğimiz tohumları, sırları, merakı, yaşamı ve ölümü içerisinde barındıran anlamlı anlamsız garip bir heyecan hissettiren GELECEK….

Gelecek hangi yüzünü gösterir bilemeyiz ama, biz hep bize göre iyi olan tarafını düşünerek; düşüncelerimizin, bencilliklerimizin, davranışlarımızın tek amacı bu olsa gerek.. Yani kendi geleceğimiz…

6

İç Sesim…
‘’ Beni en son ne zaman dinledin ‘’ diye hatırlatır akşam olunca…
Ömrünüzün en güzel günlerini ve en özel anlarını paylaştığınız kişi bizi terk etse ne yapardık?
Hemen aklıma Mevlana’nın şu sözü geliyor aklıma…
‘’ Sahip olduklarına şükretmeyi bilmeyenin, yitirdiklerine isyan etme hakkı yoktur… ‘’
Böyle bir uyarıyı alınca yatağıma uzanarak kendi kendilerimle söyleştim biraz yüreğimdeki sıkıntıları yok edebilmek için… Tüylerim diken diken ama havanın soğukluğundan değil. Boğazlar düğüm düğüm ama çekilen acılardan değil. Gözlerim ıslak mı ıslak ama üzüntüden değil, yaşanılan duygusallıktan olsa gerek…
Gözyaşlarımdan başlasak, o damlaların içerisinde boğulup kalırım. Öyleyse unutmak gerek boğulmamak için. Kırıldığım zamanlarda sarıldım kendi kendilerime… Kendimi dinledim… Yüreğimi dinledim… Derdimi dinledim… Dertleştim kendi içimdeki diğer kendilerimle… Pişmanlıklarımı tüketim sonuna kadar dilimdeki keşkelerle… İçimi döktüm kendi kendilerime…
Geriye dönüp baktığımda kırılmak, incinmek, üzülmek gibi binlerce ”keşke” diyebileceğimiz gerekçeler bulabilirdim. ”Şimdi ki aklım olsaydı yapmazdım” dediklerim yani… İleriye dönük baktığımda özgür olmayı, mutlu olmayı, umut dolu olmayı ve yanlışlarımı onaracak şimdiki aklım varken düş olsa da istemek işte… Daha sonra ”şimdiki aklım olsaydı yapmazdım” dememek için.
Gezinip durdum evin içinde… Hayallerimi hangi renkte tutabilsem diye… Gökyüzünde ki yıldızları pencereden bakabildiğim ölçüde göre biliyordum. Ayın çevresinde bir pus oluşmuş ‘’ küçükken yaşlılarımız yarında çok sıcak olacak ‘’ derdi diye hatırlıyorum ve gülümsüyorum…
‘’ Sevgi tek yoldur insan kalan için, umut ise yüreğinden eksik etmediği aşının katığıdır… Hala paylaşa biliyorsanız sevgiyi, insan sevgisini taşıyor olabilmemizdendir. ‘’
İç sesim sizlere bunları söylemem gerektiğini tekrar hatırlattı bana…

7

‘’ Gönlümüz, hayallerimiz, sevdiklerimizle beraber mutlu olabilmek…’’

Devam ediyorum iç sesimin söylemlerine…
Sabah uyandık, nefes alıyoruz ne güzel değil mi?
Bunun adı yaşamak… Bugün de yaşama devam ediyoruz demek…
İnsan her şeye alışır diyoruz ya, öyle değil aslında. Başka çaren olmadığı için katlanıyorsun… Ama alışmıyorsun. Kimse kimsenin taşıdığı yükü bilmez. Kimi kalbinde tüm insanları sevecek kadar sevgi taşır. Kimi kin, nefret ve kibriyle kendi cehennemine odun taşır…
Hayatımızı, geçirmiş olduğumuz kötü bir dönem yüzünden yargılamamak gerekiyor. Unutmayalım ki; ileri de şu an ki zamanı arayabiliriz veya daha güzel günler de yaşaya biliriz. Kulağınızdaki kahkaha, unutulmaz bir melodinin tınısı, kayalara vuran dalganın sesi de olabilir…
İnsana…
Yaşamda başarılı olabilmek ve mutlu olmak için şu algılar gereklidir:
Tutunabilmek hayata bir yetenektir. Ustalardan ustalığı öğrenmek, kendimizi sürekli güncellemek, dışa kapanmamak ve ruhsal farkındalık yaratmak.. Aydınlığı beklemek yerine kendi yüreğinizin mumunu siz yakın ki karanlıkta kalmasın güzel yüreğiniz…
Çünkü İnsan;
Dünün, bugünün ve yarının kavgasını ayırmaya çalışırken, hayatını yitirip giden bir yolcudur…

8

‘’Bu dünya, büyük bir oyun sahnesidir. Bizde oyuncuyuz ve herkes rolünün hakkını verecek. Ama iyi, ama kötü… Mızıkçılık yaparak ”Ben oynayamam” deme lüksümüz de yok.‘’

Soğuk ve yağmurlu bir akşam olmak üzereydi… Tabi ki bu soğuk havaların en lezzetli yemeği mercimek çorbası, marul salatası ve de patates ezmesi…
Yemekten sonra mutlaka demli bir çay içilirdi. Hani tavşankanı denir ya işte öyle. Evde baba varken haberler ya da siyaset konulu programlar izlenirdi. Tabii ki biz çocuklar da çok sıkılırdık. Biz de kendi aramızda isim şehir oynardık. Sobalı bir evde olmazsa olmaz kestane keyfi. Annem sobanın başında ellerini yaka yaka pişirir, onun tadı da bir başka olurdu. Artık uykumuz gelmeye başlardı yavaş yavaş. Ama kendimize ait bir odamız yoktu. Oturduğumuz odadaki divanları yatak yaparak ya da yer yatağı yaparak uyuyorduk. Sobanın sıcaklığı belli bir saate kadar kendini koruyordu. Daha sonra, soğuk bir oda…
Ama biz mutluyduk…
Her sabah bir telaş sarardı evin içini… Okula gidiş hazırlığı ve kahvaltı hazırlığı. Sobanın üzerinde kızarmış ekmek dumanı üstünde bir bardak çay her şeye değerdi. Annemizi öperek okula koşardık.
Mahallemizdeki her insan bir kitap gibiydi. Kimisi hikaye, masal, kimisi klasik roman… Kimisi görsellikten ibaret… Kimisi de ayaklı ansiklopedi gibiydi… Kimisi şiir gibiydi dilimizden hiç düşürmek istemezdik. İçtendi, içi güzeldi. Sevgi doluydu…
Çok sevdiklerimiz ve değer verdiklerimiz de vardı. Hani bir kitabı çok seversin, hani senin ilk kitabındır. Kimseye vermek istemezsin. Sayfalarına düştüğün notları başkası görsün istemezsin de, bir sayfasında anlam yüklü bir cümleye takılırsın, sil baştan tekrar tekrar okursun okudukça daha çok seversin. Onu yaşamak istersin hayallerinde onunla yatar onunla kalkarsın. İdolündür…
Komşuluklar gerçek ve samimiydi. Birinin bir derdi olsa kendi dertleri bilirlerdi. Tarlada bahçede nerede olursa olsun, yapılacak ne iş varsa birlikte yapılırdı. Komşularımızla ruhlarımız karşılıklı iki çizgisi arasında uyum yakalayarak devam eder ve bu ölçüde yaşam güzeldi. Hayat bir sarkaç gibi zıtlıklar arasında ahenkle dolaştıkça keyifli oluyor ve her şey paylaşılıyordu. Ve en önemlisi de, her birimiz farklı bir nota hükmünde olan özelliklerimiz ile güzel bir melodi oluşturarak devam ediyorduk yaşamdaki yerimizi almaya. 

9

‘’ İyi bir oyuncu, oyunun kalitesini yükseltir. Oyunun kalitesi de seyir zevkini…’’

Her şeyi içeren, her şey olmaya ve her şeye dönüşmeye hazır sonsuz bir potansiyeldi benim mahallem. İçinde bütün insan varlıklarının fışkırdığı bu kaynak mahalle, ayrışmamış bir bütünlük halinde adeta insan sevgisini yüreğinde barındıran varlıklara gebeydi. Bu potansiyel mahalle, içinde cansız maddeden bilince, nefretten sevgiye, kötülükten iyiliğe, duymaktan dokunmaya ve görmeye, algılayandan algılanana, müziğe sanatın her türlüsüne, gaddarlıktan merhamete, biz dahil her şeyi barındıran bir sonsuz geri dönüşümlü bir tohumdu.
Zaman akıp gitti. Bizler büyüdük. Mahallemiz küçüldü… Kafesin kapısı açılmış ve bütün kuşlar yuvayı terk etmişlerdi yaşamın gereği olarak… Yaşlılarımız da dünyayı terk etmişler ve her şey değişime uğramıştı yaşamın diğer bir gereği olarak…
Yaşamın gerçekleri acı olduğu ölçüde öğretici ve güçlendiricidir.
Ama biz insanlar gerçekle yüzleşmekten çok varsayımlarımızın, düş ve özlemlerimizin gerçekleşmesini bekler, ister ve umarız. Ruhsal doyumsuzluklarımız sınırsızdır. Hayallerimiz umutlarla beslendiği için belirsizlik, sonsuzluk içinde kimi zaman oyalanır, kimi zaman sürükleniriz. Küçük mutluluklar yetmez olmuştu artık. Hedefler büyük, hırslarımız sınırsızdı çünkü…
Yaşam, hem derstir hem de dershane…
Geçirdiğimiz tüm evrelere, aşamalara, yaşadığı tüm olaylara karşın biz insanların yeterince ders aldığımızı, yanlıştan ve yanılgıdan döndüğümüzü, yalana dolana, karşı gereken tepkiyi gösterdiğimizi savunmak güçtür. Nedense duygusallık ve çıkar ile düşünsel saplantıların, alışkanlıkların ağırlığı çoğu zaman öne çıkmaktadır. Nedense kimse kolay kolay kendi kusurunu kabul etmez, ama başkasını kolayca suçlar durumdadır artık.
Yürekte yaratılan tek bir damlacık sevgi, öfke, korku, huzur… Tıpkı içinde meyve ve meyve ağacına ait tüm sırları saklayan bir zerrecik olan meyve çekirdeğinin uygun ortam bulduğunda büyüyüp yeşerip, sonunda tekrar meyveler vermesi gibi, o damlacık da uygun ortamı bulduğunda büyür büyür ve denize dönüşür…
Sevgi ise sevgi denizi olur hiç çıkmak istemezsiniz içinden, öfke ise öfke denizi olur, içine binlerce kez pişmanlık yaşamamıza rağmen gireriz. İyi yüzme biliyorsanız çıkarsınız bu denizden… Yoksa çeker içine alır isteseniz de çıkamazsınız… 

10

‘’Bazı insanlara yazılarım ya ağır gelmiş ya da anlamamış olacak ki;
Semerinin gücüne güvenen eşeklerin ipini bağlamak gibi yeteneklerimde vardır da, sevginin gücüne inanlar her zaman tercihimdir…’’

Bu akşam…
Hayat denilen zamanda yolculuk yapayım dedim…
Bazen anılarımıza dalarak, çocukluğumuzu özleyerek ve yıkıldığı zaman altından sağlam çıkabileceğiniz hayaller kurarak geleceğe gidelim…
Hadi rastgele…
Gözlerinle göremediğin, ellerinle dokunamadığın, sesini duyduğunda huzur bulduğun bir denizin yakınında yürümek gibidir uzaklardan sevmek deyip yaşıyoruz… Deniz gibidir hayat bazen dalgalanır, bazen de durulur… Kimileri durmadan yüzer, kimisi de çabuk yorulur… Kimisi de maceracıdır yüzer yüzer kıyıdan uzaklaşır, gücü tükenir boğulur ve en sonunda kıyıya vurur…
Hayat bir tiyatro sahnesi, bütün yaşayanlar birer oyuncu, yönetmeni belli ama senaryosu belli olmayan doğaçlama gelişen ‘’ kaderim buymuş ‘’ deyip zorunlu kabullenmeyi öğrendiğimiz bir oyundur… Bu oyunu oynarken veya seyrederken hangi gözle baktığın çok önemlidir… Algıladıkların ya gülümsetir ya da isyan ettirir…
Akşam duyguları bir yerde seyahat etmek gibidir evrende…
Otobüste yolculuk yaparken baktığımız pencereden gördüklerimiz kadardır, çünkü arkamızda kalan taraftaki pencereden göremediklerimiz kaçırdıklarımızdır… Yine de parçaları birleştirerek anlam kazandırmak bizim elimizdedir…
Hayat deniz kenarında kumdan kaleler yapmaksa eğer dalgaların onu yıkacağını hesaba katmaktır yaşamak… Hayat o kadar acımasız ki, bazen doğru olanı yapmak için en çok istediklerimizden bile vazgeçmemiz gerekiyor… Hayallerimizden bile… Yaşam içerisinde acılarını gizlemeye çalışırsın, herkes seni çok mutlu sanır… Yaşadığımız dünya acılardan kaçamayacağımız kadar küçük, yitirdiklerimizi bir daha bulamayacağımız kadar da büyüktür…

11

‘’ Çoğu zaman, öğrenilmiş bir çaresizliğimizdir nefes alamadığımızı duyumsadığımız anlar. ‘’

Bazen kısa gelen bir yorgan gibidir hayat. Yukarı çekersin ayakların… Aşağı çekersin başın ve omuzların soğuktan titrer… Ağaçtan düşen yaprak rüzgarın oyuncağı olurmuş… Hayat mücadelesi tutunduğun daldan düşünceye kadar, düştükten sonra bir oraya bir buraya savrulursun… Hayat katlanma sanatıdır… Aza, çoğa, iyiye, kötüye, hatta kendimize bile… Yeter ki yaşama sevincimizi tüketmeyelim…
Bazen bir kuşun ayağına taş bağlayıp ‘’ Hadi uç bakalım ‘’ der gibi olur hayat… Yük ağır geldiği için uçamazsın… Bazen bir şeyler alıp götürür bizden, tutamayız… Bazen de hayatın getirdiklerinden kaçmak istesin kaçamazsın orta yerinde kalakalırsın…
Aslında hayat misket oynayan çocuğun dediği gibi olmalı bence ‘’ Sahicisine mi oynuyoruz yoksa şakasına mı? ‘’
Ya da Bir Diyarbakırlı bir çocuğun dediği gibi de olabilir ‘’ Hem vurisen hem de ağlama diyisen ‘’
Hayat dediğin bir bardak çay, insan çayın içine attığınız bir şeker… Karıştırdıkça hayattan bir tat aldığını sanırsın… Oysaki hayatın seni erittiğini çay bitince anlarsın… Erimek sıkıntılardan, acılardan ve zorluklardandır… Her fırtınanın arkasından bir gökkuşağı doğar diye de moral vermezler mi?
Kısacası…
Hayat devrik tümceler gibisin en güzel bir hikaye de… Ne anlaşılır bir halin var… Ne de çekilir bir yanın…
Bizler bu dünyada birer masalız aslında, bir varmış ile başlayıp, bir yokmuş ile biten… Oluruna bırakıyoruz yaşamı, gelişi güzel yaşıyoruz… Aslında herkes sevdiği insana bakarmış gibi baksa hayata, belki de hayat acı vermekten vazgeçecektir insanlara…
Yaşayıp gidiyoruz işte… Bazen tüm dostlarla birlikte, bazen içimize dönerek kendilerimizle… Yüreğin sevgi doludur, gönlünü açacağın insan ararsın da oturmasını bilmez boş bir koltuk gibi kalırsın orta yerde… İnsanlar tek başına direnir hayata…
Hayat; ikinci kez çağrılmayacağın bir oyundur.
Zevk verici ve acı çektirici bir oyun, inanç ve aldatma oyunu, maskeler oyunu, onu sonuna kadar oyna, ister oyuncu olarak ister izleyici olarak. İzleyici olman daha iyi, içinden kolay çıkarsın.
Ne demiştik yaşadıklarımız bir filim çekimi gibidir tam mutlu olacakken yönetmen seslenir ‘’ kestik ‘’ diye…
Bu oyunda yoksundur artık…

12

‘’ Ne yazık ki çoğumuz hayatı acılara dayanma veya acılardan sonsuza dek ağlayacağımız bazı yaralarımızı içimizde saklayacağımız bir yer olarak kabul etmiş durumdayız…’’

Birilerini anlamak anlatmaktan daha önemlidir… Aynı zaman da çokta zordur…
Kullandığınız sözler bazen başkası için bir anlam ifade etmeyebilir. Ya da başkasının anlamlandırdığı bir anlamda söylememişsinizdir… Bu nedenle insanlar yaşamlarında bir şeyler eksik kaldığında ya şiirler de, ya şarkılarda ya da kahve fallarında ararlar kendilerini… Duymak istediği güzel sözcükler sevdiği ve değer verdiği kişi içindir…

Sular seller gibi hisseder kendini bazen… Fırtınalardan azmış dalgalar gibidir yüreği… Ama dili karaya oturmuş bir geminin sessizliğinde lal olur susar… Karakış ayazının esintisi vurur sanki kulaklarına sevgiliyi fısıldar yüreği kabarır, ama buruk ve çaresizliğin uğultusunda şekilsiz iç çekişler ile son bulur hayallerindeki öz güveniyle birlikte… Bu tür sevgilerde hep akşam olur ve hüzün çöker. Kalpler yalnızlığın içerisine gömülür, duvara yansıyan görüntülerde sanal sevdalarının hislerini not edip, hayal eder durur… Sonu olmayan filim gibi hep başa sara durur…

Dersine yoğunlaşmış bir çocuk, yemek pişiren bir kadın, tarlasını süren bir çiftçi, halı tezgahın da oturup halı dokuyan kişi hiçbir zaman kötü şeyler düşünmezler…
Bir şeyin dilden yüreğe ulaşması biraz zordur… Ama yürekten dile çok kolay ulaşır… Yürekten söylenmeyen sevgi sözcükleri, dilin misafiridir… Pek çok insanın yüreğinin derinlik ve güzelliğini fark etmeksizin bir ömür geçirdiğini bilmek bana çok acı geliyor…
İçinizde ki sevgiyi sesinize taşıyın. Sesinizde ki duyguyu birilerinin hissetmesine ihtiyaç vardır…
 

13

‘’ Bazı insanlar ıstırap seli içinde kalmalarına rağmen, varlıklarının özünü bozulmamış bir insan olarak korumayı amaç edinirler… Onlarda derin bir sakinlik, kibarlık ve nezaket hissederiz. Yaşanan olaylar yaşamdan bir parça, yani yaşamam gerekiyordu yaşadım duygusuyla içsel kapısını aralamış ve sorun olmaktan uzaklaşmıştır…’’

Bir güzellik anına tanık olduğumuzda, o yoğunluğu sözcüklere dökemeyiz her zaman. Güzellik sözcüklerinde, anlamında ötesine taşar.
Güzellik nefesimizi keser, aklımızı başımızdan alır. İçimizi coşkuyla, canlılıkla doldurur.
Sevinçten ruhumuzu özgür hissederiz… Bu durumlarda hayat bizi dansa kaldırmıştır…
Ve dansa kaldıran bu hayat bana…
İsteklerini sınırlamayı bilmeyen insanların gülmeyi beceremediği için ağladığını, susmayı bilmediği için boş konuşmaya devam ettiğini, ölmeyi bile beceremediği için yaşamaya çalıştığını, bana surat asma hayat, kalkar giderim diyemediğini öğretti.
Hayat deniz kenarında kumdan kaleler yapmaksa eğer dalgaların onu yıkacağını hesaba katmamaktır yaşamak… Hayal ettiğimiz gibi olsaydı yaşamak, rüyalarımızdaki gibi yaşardık… Var olanlarımızla yetinmeyi öğrenseydik, yitirdiklerimize üzülmezdik… Hayat o kadar acımasız ki, bazen doru olanı yapmak için, en çok sevdiklerimizden vazgeçmemiz gerekir… Hayallerimizde bile…
Hayatı yaşayarak anlayabileceğimizi, savaşarak hayatı değil de kendimizi yeneceğimizi öğrenmemiz gerekiyor…

14

‘’ Bir gün bütün günlerin eşidir. Başka bir gündüz başka bir gece yoktur.
İnsanın olmazsa olmazları vardır…
Sevgi gibi. Kitap gibi. Türkü dinlemek gibi…
Yazı Yazmak gibi;
Gün batımını seyretmek, yuvasına dönen kuşların sevincine şahit olmak gibi…
Mutluluğu o an yaşamak gibi…’’

Soluksuz kaldığımız anlarda, hayata döndüren ilk yardım öpücüğü gibi. Karanlıklardan aydınlığa çıkmak nasıl bir şey anlatılamaz belki, yaşanır çünkü. Bir körün gözlerinin açıldığında yaşadığı sevinç gibi… Tanrının bugünüde varmış demek gibi. Ölümcül bir hastalığa yakalanır ölmeyi beklersin de… Bugün yarın dersin beklersin… Ölmezsin… Kurtulursun… Yaşama yeniden dönmek gibi…
Sevgiye sarılmak… Yazılarım arasında kaybolmak ve kendimden geçmek böyle bir şey benim için…
Özlem yürekte, yürekten sürgün edilse de sevgi, şarkı ve türkülerdeki tınıyı yakalaya bilmek, bir dağın yamacından akan suyun şırıltısında, yağan yağmurun sesindeki söyleşi de, doğanın renk ahenginde bazen hüzün duya bildiğimiz, bazen de neşelendiğimiz hayal dünyamızın yansımasının hikayesini yansıtabilmektir YAZMAK.
Anlamak, anlamlandırılmak, hissetmek ve hissedilmek gerekmektedir. Yüreğimizi kâğıt üzerine dökebilmemiz için…
Sevgi anılarda bir iz, hayallerde bir umuttur…
Sevginizi yazmaktan, söylemekten, sürekli tekrar etmekten çekinmeyin…
Benim tek gıdam ve yaşama arzum SEVGİ… SEVMEK ve SEVİLMEK…

15

‘’ Bütün insanların gözlenmemiş, el değmemiş bir iç dünyası vardır. Sadece kendimizin hesaplaştığı… Git gellerimizin bize geri dönüşüdür; olumsuz etkilendiğimiz anların, deneyimleri edinirken yediğimiz darbelerin ve kendimizde olmadığımız anları fark edemeyişimizle gösterdiğimiz gereksiz tepkilerle kırdığımız kalplerin…’’

Mutluluk nefes aldığımız her güne ve akşama, sevdiklerimizle geçirdiğimiz her ana, sağlığımızın yerinde olduğu zamanlara şükredebilmektir.
Düşünsenize…
Doğayla baş başasınız… Hava ılıman… Sığınacak bir yeriniz de yok… Yağmur yağmaya başlıyor çisil çisil… Yağmurun altında dans etmeye başlıyorsunuz…
Daha sonra bir barakaya girersin kurulanıp battaniyeye sarılırsın… Dostlarınla birlikte çay kaşığı seslerinden oluşan ritimle çayını yudumlarsın…
Mutlu olursun…
Mutluluk büyüyünce…
Günün yorgunluğunu atmak için gittiğin deniz kenarında, dalgaların sahile vuruş sesi huzur verir de, tüm vücudumuza masaj yapar gibi bir duygu oluşur ya…
İşte o an mutluluğun tınısını dinliyorsun demektir… O tatlı esintiyi sevgi dolu yüreğine dolduruyorsun demektir…
Huzur böyle bir şey benim için…
Unutmayın…
Kimileri karanlığı başlatıyor diye, güneşten vazgeçemeyiz…
Direndikçe karanlığa inat, dünya olur bir cennet…

 

16

‘’ O an;
Gün başladığında sevgi ve sabır ile yol alarak, günü tamamlamaktır yaşamak diyerek. En değerli olan sevdiklerinle kendin olduğunu çok gereksiz bir acı ile anlarsın. Yüreğini ve yürekleri ısıtacak sözcükleri seçerek konuşmaya başlarsın… ‘’

Hayat biz istemeden içerisine daldığımız dalgaları büyük bir azgın, gelişi güzel kullandığımız, kıyısında hayallere daldığımız, kirlettiğimiz ve sonunda kurutup istemeden terk ettiğimiz deniz…
Herkes yaşam hikayesinin başrol oyuncusudur… Ve gerçek olan biraz umut, biraz da sevgidir…
Kırık dökük yaşadığımız ne varsa hepsini gönül heybemizden dökeriz orta yere, bizde ki yansıması hep mavi, hep Ay Işığı ve yakamoz…
Bütün duygularımı Sevgi Dolu Yüreğimin sözcüklerinde saklarım…
Rüzgara kapılmış bir yaprak gibi savrulurken ılık bir esintide, yakalar insanı, dolaşmaya başlar bütün damarlarında yaşam aşılayarak…
Sevgi denen o ilacı verirken damarlarına, işte o zaman anlarsın sevgi dolu yüreğinin dilinden…
 

17

‘’ Bazen bulutlar tek yoldaştır uçsuz bucaksız ovalar boyunca, bazen şarkılarla ve türkülerle dertleşir, bazen kendimiz kendilerimizle arkadaş oluruz. ‘’

Ağır bir akşam olacak gibi…
Güneşin defteri henüz dürülmek üzere…
Sağır bir gece başlayacak…
Hislerin duyduğu, kimselerin duymadığı vakitler.
Hesabı soruluyor yaşanmışların. İnsan usulca içine gömüyor, akşamın getirdiklerini…
Ve defteri dürülecek göz kapaklarımın…
Ve
Uzatılmış bir ömür boyu cezası yersin, yalnızlık çöker göz bebeklerine. Burnunun direğindeki sızıdadır uzaktakilerin ve yakındakilerin özlemi.
Düşlerinde gözlemek, yazılarında anlatmak düşer sana, sözünün boğaza düğümlenip, anlamını yitirdiği yerdesindir çünkü.
Sevdiğini özlersin, evlatlarını özlersin, sağlıklı olmayı, sağlıklı düşünmeyi özlersin. Neşeli olmayı özlersin. Uğraşmayı özlersin. Kısacası mutlu olmayı özlersin…
Hiç bir dil; özlemin ağırlığını kaldıracak güçte değildir…
O yüzden, insan özledikçe sessizleşir…

Kendimizle iyi geçinmemiz gerek… Çünkü hayattaki en uzun ilişkimiz kendimizle… En çok kendimizle konuşuruz, düşünürüz. Ya barışık oluruz, ya küs…

Hayatta mutluluk, küçük gerçeklerden oluşur. Bir iyilik, bir gülümseme, bir tatlı bakış, tatlı bir söz iyi bir dilek…
Gülümsemek, ilk sosyal etkinliktir… Gülümsemenin dili yoktur. Dünyadaki tüm insanlar aynı ifadeyi kullanırlar gülümserken… Gülümsemedeki sessizliğin sesini duymak, sevgi dolu bir insan bakışı görmekle eşdeğerdir. Bu insanın yaşamını değiştirebilir.

Gençlik bir hayat dönemi değil, bir akıl halidir. Yıllar cildi buruşturabilir, ancak heyecanların bitişiyle ruh buruşur. İnsan kendine olan güveni kadar genç, kuşkusu kadar yaşlı, cesareti kadar genç, korkuları kadar yaşlı, umudu kadar genç, bezginliği kadar yaşlıdır. Hiç kimse fazla yaşamış olmakla yaşlanmaz. İnsanları yaşlandıran ideallerinin bitmesidir…

Kalbi sevdikçe, neşe duydukça, güzellikleri fark ettikçe, beyni yeni şeyler keşfettikçe, yani sessizliğin sesini duydukça herkes gençtir…

18

‘’ Hayatımızda en çok çatışan, gönlümüzle dilimizdir. Ve en çok da onlar kırılır, küser birbirlerine. Dilimiz, “dememiş miydim?” diye söylenirken; gönlümüz ” hala bir ihtimal” de ısrar eder ki, dilin elinde sadece örselenmek kalmıştır… ‘’

Toprağın sıcaklığı, gecenin karanlığı bana güven verirdi… Yüreğime sığmaz hale gelirdim… Ay Dedeye ulaşmak isterdim sakallarına dokunmak için… Yıldızları saymak isterdim denizin kıyısında kuma uzanarak… Yaşamı ateş böceklerine sormak isterdim… Yattığım koğuşun penceresinden gökyüzünü gördüğümde her gece yeniden mutluluk kaplardı içimi… Hayallerimden dönerdim kitaplardaki gerçeklerime… Günler geçsin, günler bitsin diye hep okurdum…
Düşüncelerimin oluşturduğu yönü, inançla, dirençle, istemekle ve eylemle belirledim bunca yıldır. Düşüncelerimizi, yönümüzü iyi belirleye bilmek, istemek ve eylemle yerine getirebilmekti. Bunca yıldır özgürlüğü nasıl yücelttiğimi, her seferinde istediğim yöne gittim dirençle.

Ve bir gün ‘’ o gün ‘’ gelmişti… Bir sabah çiçekler açarken gökyüzünü gördüm yeniden… Öylesine mavi, öylesine sınırsız, öylesine özgür… Işıklara kavuştuğumda özgürlüğümü hissediyordum ciğerlerime soluduğum hava ile… Yalnız değildim… Diğer insanlarla ve zamanla birlikte özgürce suya yeniden atılmış bir balık gibi… Yaşamın akışı içerisinde yeniden yüzmek gibi… Özgürdüm…
Sonra bir sabah bir sabah…
Daha güneş ışıklarını
Serpmeye başlamamışken dünyaya,
Uzaklarda maviliği gördüm…
Gördüm orada canlılığı,
Başkaldırmışlığı, hasreti…
Kavuşmak istedim bir an önce, sarılmak istedim…
Yüreğine girmek istedim bir dost gibi…
Yaşamı istedim ondan…
Dokunduğumda dost denize,
Balıklar kaçtı benden,
Suyum karıştı denize…
Bir oldum onunla…
Ufacık bir damlaydım,
bulut oldum, yağmur oldum,
deniz oldum, okyanus oldum.
Kapladım dünyayı canlılığımla.
Dalgalarla oynarken derinliklere karıştım…
Derinliğin sessizliğinde güzellikleri buldum…
Yaşam gizlenmiş güzellikler midir diye sordum denize?
Cevap alamadım…
Bir gün aşık oldum birisine, neden diye sormadan kendime… Bir kuş gibi özgürce, bir nehir gibi delicesine akarak, bir deniz gibi sınırsızca sevdim birisini… O zaman anladım ki;
YAŞAM SEVGİDİR… SADECE SEVGİ.

19

‘’ Anneler çiçekler gibidir…
Çiçekler gibi evin bir parçası olarak yaşarlar. Köyde beyaza boyanmış bir tenekede, şehirde bir saksıda.
Evine bağlı bir çiçektir…’’

Sessizce gönlüme
sen yağıyor bu gece…
Kokun sindi yüreğime,
bedenime ve ellerime…
Yüreğimi ısıtan bakışlarının
hiç çıkmıyor aklımdan…
Uykularımı bölüyor hasretin,
gülüşlerin ve öpüşlerin…
Avunurken sessizliğin esaretinde
Düşlerime doğan bir güneş gibisin
Karanlığımı aydınlatan…
İşte bu yokluğundu içimi acıtan…

Anıları düşünerek besleyip yeniden yeşermesini sağlayamayız… Sadece karanlığı aydınlatan bilgi olarak kullanabiliriz…
Huzur…
Kitap arasına gizlenen ve sayfalarını çevirdikçe kıyıya vuran dalga sesiyle duyumsanan yosun kokusudur bazen…
Huzur…
Deniz kenarında otururken dalgaların kıyıya vurup geri çekilirken çakıl taşlarının çıkarttığı ritmik sestir…
Yalnızca kötü olanı görmek ve suçlamak yetmez. İnsan kendisine şu soruyu sormalıdır ‘’ Bütün bu olanların düzeltilmesi için ben ne yaptım ‘’
Beni dünyaya getiren Can Annem…
Bir gün yemek yemedim diye sabahlara kadar uyumadığını bilirim… İşkencelerde bana yapılanı görseydin yüreğin buna nasıl dayanırdı…

20

‘’ İşiniz, aşınız, uğraşınız güzel olsun Sevgi ile… Sözleriniz ve ruhunuz da güzel oldu mu?
Eninde sonunda; HERŞEY GÜZEL OLACAKTIR… ‘’

Hava sıcak umutlar uzak, demek ki; bu gece de içimizi rakıya dökeceğiz… Bir türkü dinliyorum, duygularım kabarmaya hızla koşuyor… Hep böyledir; sevdiğin kişiler dinlediğin türkünün veya şarkının fon resmidir…
Hiç bir insan nedensiz girmez hayatımıza… Bazıları sınavımızdır, bazıları ceza, bazıları ise en değerli hediyedir bize… Filim şeridi gibi geçmeye başlar gözümüzden, anılar çöker. Anılar yaşamın konusudur, hükmetmeye başlar ve haykırır bazı şeyleri… İlerledikçe gece hatırlatır bize yaşamın kendisini, yaşatır bize gerçekleri…
Gündüzler gecelere hazırlıktır. Kimimiz sevdiğine kavuşur koşarak… Kimimiz de hasretini kucaklar içi yanarak… Duygular yağmur gibi, kar gibi hepimizin üzerine yağar, rüzgar olur hepimize dokunur, tohum olur hepimize serpilir. Herkes farklı sever, farklı öfkelenir, farklı güler ve umut eder.
Sevgi; günah olmayacak kadar masum, köle olmayacak kadar özgür, unutulmayacak kadar derin, unutulmayacak kadar yakın, tek başına yaşanmayacak kadar takımdır.
Bu insanlığın rengidir aslında…

21

‘’İçimdeki kendilerim büyüyor bu akşam, benden geri kalan her şeyle birlikte. Bir tek içimdeki çocuk hariç… Boynumun borcu gibi hissediyorum yazmayı ve okumayı. Kurtulmakta istemiyorum bu borçtan hiç bir zaman…
Birden bire olmuyor hiçbir şey…
Benim geçmişim, iyi ve kötü kendilerim; en saf halleriyle yanımdalar şimdi, rengi sararmış resimlerde. Uzatmış ellerini bana bakıyorlar içimdeki kendilerim, bir elinde akıl verişleri, diğerinde iyi kötü yol gösterdiği anlarla.
”Sevdiklerini artı ve eksileri ile sevmeyi öğrenmedikçe, sevilmeyi bekleme”
Devam ederek…
”Güzel ya da çirkin olmak önemli değil. Senin ne kadar insan olduğun kalır akıllarda…” dediklerini hatırlatır gibiler…
Evet…
Kelimeler yazılmaya başladığında kendi anılarına sahip olmaya başlarlar… Yazan kişinin düşünerek parmaklarının uçuna gelir ve kağıda dökülmeye başlarlar. Yazmak daha insani yapar kişiyi… Çünkü insanların duymak istediklerini yazmaya başlamışsındır.
Ve içimdeki kendilerim masa başına oturmuşlar. Onlar söyler ben yazarım. Yoruluncaya kadar bu ritim son bulmaz devam eder.
Devamlı yazabilmek için yaşamın bütününü anlamak gerek. Bu yüzden gökyüzüne bakıp gün kızıla döndüğünde, ağaçların arasından mavi mavi gülümsediğinde gökyüzü. Özlem yürekte, yürekten sürgün edilse de sevgi, şarkı ve türkülerdeki tınıyı yakalaya bilmek, bir dağın yamacından akan suyun şırıltısında, yağan yağmurun sesindeki söyleşi de, doğanın renk ahenginde bazen hüzün duya bildiğimiz, bazen de neşelendiğimiz hayal dünyamızın yansımasının hikayesini yansıtabilmektir YAZMAK. Anlamak, anlamlandırılmak, hissetmek ve hissedilmek gerekmektedir. Yüreğimizi kağıt üzerine dökebilmemiz için…
Sevgi anılarda bir iz, hayallerde bir umuttur…

22

‘’ Hayat güzeldir sevmesini yaşamasını bilene.
Hayat güzeldir ufacık şeylerle
Mutlu olmasını bilene.
Hayat güzeldir anın değerini bilene.
Hayat güzeldir paylaşmasını bilene…’’

Elektrik kesilmişti. Masanın üzerinde duran mumu yakarak odamı ışıtmaya çalıştım. Masada duran kağıtlara biraz daha eğilerek, mum ışığında yazmaya başladım…
Kitaplarıma baktım. Kendime sığınacak bir yer aradım. Yatağımla masa arasında gidip geldim. Sandalyemin üzerinde bir süre daha oturmayı tercih ettim masaya dayanarak. Pencereden dışarıyı gözlemeye başladım…
Bu kış günü pencereden görünen ağaçların yüksek dalında kuşlar tünemiş gübrelerini birikiyorlardı. Ağaçların altında ki tüm toprak gübreye bürünmüştü, bahar gelince papatyaların ve tüm otların daha güçlü boy vermesini sağlayacaktı.
Sonra kendime bir fincan sade kahve yaptım.
Kitaplarım ve odam yeterli yardım severliğini göstermişti bana. Daha sonra yatağıma uzandım. Sabah olup çıkıp giderken kendimi bu evin içinden dışarıya atsam… Buradan kilometrelerce uzaklara gitsem… Denizin kenarında hayal ettiğim küçük kasabada da yaşasam, hep bu odanın ve yatağın üzerinde hatırlayacaktım. Zaten her insanın kendisini kilitlediği bir yer vardır diye düşünürdüm.
Ağacın dallarının kırılabileceğini, kuşlara yazık olabileceğini düşündüm ve gülümsedim. Kuşların tünediği dala değil, kanatlarına güvendiği aklıma geldi daha çok gülümsedim.. Hayata tutunuşları ve yaşam şekilleriydi bu… Hiç bir yere, dokunmadan hayatın içinde ölene kadar uçup sonra sessizce toprağa konup yem aramaları geldi aklıma. Kuşlar bizden özgürler, hem de çok özgürler diye düşündüm..
Kahvenin son yudumuyla kalkışımı denk getirip sandalyeden ve masadan ayrıldım. Kitaplara ve yazdıklarıma bir göz attım. Pijamalarımı giyip uyumak için hazırlandım. Son kez buzdolabının kapağını açıp göz gezdirdim. Bir tane elma vardı, alıp yedim, tuttuğum çöp kalmıştı sadece elimde.
Bu düşünceler ile yatmak için yatağıma uzandım…
Bir çıkmaza düşersin ya bazen, kendini kaybedersin kendini kilitlersin elinde olmadan o kapıların arkasına her şey üst üstte gelir toparlamaya gücün yetmez böyle kilitlenir kalırsın işte geçer ben kendimi bilirim geçer diyerek uyudum ve sabah olmuştu… Her zaman ki rutin hayatım başlamıştı…
 

23

‘’ Nasıl ki…
Toprağı çatlatarak güne yüzünü gösteren bir bitkinin, güneşe ulaşmak için çabayla boy vermesi ile hayat buluyorsa,
Bittiğini sandığımız umutlarımız da böyledir.
Vazgeçmek olmaz…’’

Bazen nedeni olmaz bazı şeylerin, sözcüklerle anlatmak olanaksız bir hal alır hissettiğin ve düşündüğün şeyleri… Bir şeylere tutunma ihtiyacı hisseder ya insan, boşluktadır, uçurumun kıyısından boşluğa bakar, hangi yöne gideceğini bilemez ya bazen, işte öyle bir noktada olurum bende bazen…
İçimde ki her şey karmaşık bir hale gelir çözümsüz bir hal alır. Duygularım, düşüncelerim, kendime anlam veremez olurum. Nedeni yoktur bazı şeylerin ya da belirleyemezsin…
Yaşadığım bu belirsizlikler de en çok yağmuru severim…
Ne zaman bir dertlensem çıkmazlarda Yağmur da dolaşırım. Yağmurun sesini dinlerim. Yağmura dokunurum.
Ve topraktan kalkan o koku kendime getirir beni…
Sevgim, sevdiğim kokar ve mavileşir… Yüzümde güneş, gözlerimde yeşilin tonları ile bakışım değişir. Kitap okurcasına sayfa sayfa çevirmeye başlarım… Bilirim artık neredeyim, ne haldeyim, ben kimim… Bir ışık belirir gözlerimde, içimde gizlenenler açığa çıkmaya başlar, sevgiden gülen resimler çizerim… Yeniden başlarım. Yeniden anlarım. Yeniden içine girerim yaşamın ve yeniden akıp giderim sözcüklerin içerisinde sayfa sayfa…
Gözlerim dost, bakışlarım dost, yüreğim sevgi dolar, bir an da karamsarlığı söküp atarım içimden… Tarifsiz bir huzur bulurum sevgi dolu gülüşlerde…
Gözlerin ülkem gibiydi… Dilimde özgürlük, ellerim direniş, yüreğim sevgi dolu bir devrim…
Gözlerim ufukta, Sevgi dolu yüreğimle bin bir umutla yaşamaya devam ederim dirençle…
Sevgi ne güzeldir… Hissetmesini, vermesini, almasını anlamlandırmasını, görmesini, paylaşmasını, yaşamasını ve yaşatmasını bilenler için…

Biliyorum ki;
Her yarayı saran zaman değil, sevgiymiş…

24

‘’ Nazım’ın deyişi gibi toprağını, aydınlığını, uykuya direnişini, özgürlük sevdasını ve umudunu sevdiğim ülkemin aydın insanlarına türkü tadında bir ‘’ İyi Akşamlar ‘’ dileği ileteyim istedim bu akşam…’’

Gün yine susmaya başlarken, akşam derin sessizliğine doğru giderken, ışıklar yerini karanlıklara bırakırken bu karanlığın neresindeyiz diye düşünürken… Yine iç yakan türküler, yine ezgiler var bu gecenin derinliklerinde. Bir ömrün direnişçisi olmaktan, bütün zaman eklerinden payıma düşen ne varsa almaktan yana olan şansımı düşünürken;

Çocukluğum geliyor aklıma…

Kirli ellerimi, top oynarken yere düşüşümü yırtılan pantolonumu, kanayan dizlerimi, yere düşerken cebimden dökülen bilyelerimi… Bilyelerimin diğer çocuklar tarafından alınmasını, saklambaç oynayışımı, saklandığım yerden bulunup sobelenişimi, yakan top oynayışımızı, çelik çomak oynarken çeliği ne kadar uzağa atma başarısını gösterdiğimde aldığım hazzı…
Akşam olunca Annemin ‘’yeter artık eve gel’’ sesini, bütün sevdiklerimi ve içerimizdeki çocukluğumuzla beraber büyüyüşümüzü özlüyor insan…
Şu adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı; sevgisiz, soysuz kalarak…
Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden, derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine…

Sabahın alaca karanlığında, gün doğumlarının peşinde, güneş süzülürken maviliklerden, güneşin doğuşunu seyretmeli arada bir, seher yeli okşamalı saçlarımızı…

Bir çocuğun ilk adımlarında umudu; bir gencin düşlerinde geleceği; bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli…
Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi, mutlu etmeden mutlu olmayı beklememeli…
Ama küçük, ama büyük; her hayal kırıklığı, her acı, bir fırsat yaşamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için; kaçırmamalı…

25

‘’ Yılları alıp götüren acımasız zaman, olmadık yerinde hayaller kurduran uzun ve umut dolu yaşanan bir anda olabilir. Göz açıp kapayıncaya dek bir varmış bir yokmuş dediğimiz bir anda…’’

Hayat yemek kitabındaki tarifler gibi sanılır hep. Sonra bakarsın her şey göz kararı. Bir tutam hoşgörü, bir çimdik huzur, yedirebildiğin kadar sevgi…
Ben sevgi diyorum hep… Herkes aşk anlıyor. Hayal dünyasındayız ve ömürden çalarak gün tüketiyoruz…
Biz;
Bir ömrün derinliklerinde yazdık yaşam hikayemizi… Belki bir okuyan yıllar sonra anlayacak bizi…
Yaşamak,
Zor bir uğraştır bu coğrafya da insan kalma direnişi mücadelesi vererek,
Ve
Kışın ortasında üşüyen kimsesiz çocukların bedenlerinin baharın sıcak havasına varmasını dilerim. Kırlarda yalın ayak otların ayak tabanlarını yakıncaya kadar koşabilsinler.
Yağmur yağar, günler gelir geçer sabah olur. İnsan yarasından okunur. Yarası olan insan, insana yarasından dokunur. Bir mermi gibi içimizi deler.
Ve dünya dile kolay koca bir yer, ama kalbe zor bir yer… Kaç türküye sığar acılarımız. Yoğun kurallar arasındaki hem neşeli hem de hüzünlü bir çift yeşil gözüm ben…
Hayat bir balıkçıların dediği gibidir belki ”Haydi rastgele…”
Kendi melodini bulmak için…
Umutsuzluk yok. Gün gelir gül de açar, bülbül de öter… Sevgi ve şiirle barışan bir dünyaya uyanırız bir sabah belki…
Kim bilir… Neden olmasın…
‘’ Kör karanlığa inat, umutsuzluğa, sevgisizliğe, sevdasızlığa inat… Sevgisizlikten küflenmiş dünya da bizim suçumuz yok, biz bir kere sevdik İnsanca Yaşamanın Mücadelesini ’’

Son…

Ayhan Çakmak’tan Yolumuz Sevgi Yolu yazısını okumak için tıklayınız.

Ayhan Çakmak
6

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

Bir cevap yazın